İYİ BİR VALİ OLMAK ZOR DEĞİL
Vali Abdullah Erin’in Adıyaman’dan Şanlıurfa’ya atanmasının hemen ardından 28 Haziran’da bir yazı yazmıştım bu köşeden. Henüz Şanlıurfa’da göreve başlamamıştı…
Gönlümden geçeni, ama gerçekleşmesine de ihtimal vermediğim şu sözleri yazmıştım…
“…Vali olduğu için ilk etapta AK Parti’li vekilleri dinleyecektir haliyle. En azından tebrik için makamına geldiklerinde onları dinleme fırsatı bulacaktır. Vekillerin önemli bir kısmı istemedikleri bürokratların ayağını kaydıracak, kendi tırşikçilerini yerine yerleştirecek hikayeler anlatacaktır. Belediye başkanları, işlerine karışmasın diye kendilerinin çok mu çok başarılı olduğuna inandırmaya çalışacaktır. Her biri ayrı bir alem olan Sivil Toplum Kuruluşu (STK) kentte en büyük gücün kendisi olduğu palavrasını sıkacaktır. Kentin geri kalmasında en büyük rolü olan gazeteciler ise, kente en çok hakim kendilerinin ve her şeyi kendileri bildiği yalanını atacaktır. Muhtarları hiç anlatmaya gerek yok çoğunun tüm hesap kitabı ya çocuğunu işe koymak yada köyünde bulunan hazine arazisini kendi tapusuna geçirmektir. Onun için bana göre bir valinin kenti en iyi şekilde yönetebilmesi için en doğrusu halka kulak vermesi ve sık sık halkla bir araya gelmesidir. Bölgede bulunan valilerin içerisinde bunu en fazla yapan Abdullah Erin, bunu biliyorum. Ancak Şanlıurfa, Suriyeli nüfusu ile 2,5 milyonluk bir şehir. İşleri de aynı orantıda fazla. Belki buraya gelince kendisini bugüne kadar başarılı kılan en büyük özelliği halkla bir araya gelme toplantılarından ve gezilerinden vazgeçebilir. İşte o zaman hem kendisinin hem de Seyda’nın (Şeyh İzzeddin Aksan yakın akraba olduğu için) bittiği andır.”
Anlaşılacağı üzere yazarken bile tam olarak inanmıyordum. Gönlümden geçeni yazmak için yazıyordum aslında. Şanlıurfa’nın sorunları çok fazla… Şanlıurfa’nın insanlarını çözmek çok zor... Adıyaman’da bu geleneği sürdürüyordu ama Şanlıurfa’yı birkaç haftadan sonra sürdüremez sanıyordum.
Buna rağmen Vali Erin, aracıları dinlemek yerine direkt halkın kendisine ulaşmayı başardı. Hem de hayal ettiğimden daha fazlasını yaparak. Örneğin, bir ilçeye gittiğinde oranın ileri geleni veya bir partiliyi yanına almadan dolaşabileceğini ummazdım. Sadece kendisi, emniyet müdürü ve alay komutanıyla (bazen tek) başta ilçe halkı olmak üzere mahalle mahalle, sokak sokak, kahvehane kahvehane dolaşarak insanlarla bir araya geliyor, uzun uzun sohbetler ediyor. Bugüne kadar canlısına hiç denk gelmedim ama dakikalarca incelediğim fotoğraflarda insanlar çok rahat. Yani sohbete daldıktan sonra galiba Abdullah Erin’in vali olduğunu da unutuyorlar. Dolayısıyla kim bilir neler anlatıyorlar. Hiçbir siyasi rant beklentisi olmadan, hiçbir ihale için yalakalık yapmadan, hiçbir kumpas hesabına girmeden…
Celalettin Güvenç ne yaptıysa, o Maraş şivesi Şanlıurfalılarla kaynaşmasına hep engel oldu. Vali Erin’in hem öyle bir şive farkı yok hem de Arapça ve Kürtçe biliyor. Sohbet ettiği insanlarla sohbet etmeyi çok istiyorum.
***
Vali İzzettin Küçük hariç -ki o da istisna- Şanlıurfa’ya gelen valiler çok sıkıntılar yaşadılar. Hala da yaşıyorlar. Ama etmeyin, tutmayın demiştik. Baştan belliydi sıkıntılar yaşayacakları. Güvenç dahi birilerinin gazına gelmese ve belediye başkanlık olayına girmese şuan bakan olabilecek kadar donanımlı ve tecrübeliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, belediye başkanıyken kendisi mülkiye başmüfettişiydi.
Abdullah Erin diğer valilerden farklı başladı. İnşallah böyle devam eder. Ve böyle devam etmesi halinde hem kendisi hem de Şanlıurfa için hayırlı şeyler olacağını şimdiden görmek veya tahmin etmek mümkün.
***
Halkı tarafından çok sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar, birbirinden güzel resimler yaparlar, eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.
Resimlerden birisinde bir göl vardır. Göl, tıpkı bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resim, bakanlara mükemmel bir huzur hissi verecek kadar güzeldir.
Diğer resimde de dağlar vardır. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Dağların üstündeki öfkeli gökyüzünden boşanan yağmurlar ve çakan şimşek ise resmi daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır. Dağın eteklerindeki şelale insana gürültüyü, yorgunluğu hatırlatacak kadar hırçın resmedilmiştir. Kısaca resim, pek de öyle huzur verecek türden değildir.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki, çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür. Çalılığın üstünde ise bir anne kuşun örttüğü bir kuş yuvası göze çarpmaktadır. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuşun kurduğu yuva izleyenlere harika bir huzur ve sakinlik örneği sunmaktadır.
Ödülü kim kazandı dersiniz? Tabi ki ikinci resim... Kral bunun nedenini şöyle açıkladı:
“Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükunet bulabilmesidir.”
İdareciler için de durum aynısıdır. Sorunsuz şehir yoktur. Önemli olan o sorunlara rağmen vatandaşa huzurlu bir ortam sağlayabilmektir.
***
İyi bir idareci…
Sevecendir.
Mazlumların duasını alabilendir.
Akıllı insanların aklını kullanandır.
Dalkavukları ve kalleşleri tanıyabilendir.
Çocukla çocuk, yaşlıyla dert ortağı olabilendir.
Yanından geçtiği her vatandaşa güven verendir.
Bulunduğu kentin düzelmesinde her gün mesafe kat edendir.
İhtişamlı konak, lüks makam aracı, ordu gibi korumalarla üstünlük aramayandır.