GAFLETTEN UYANMAMIZ İÇİN BELALARIN GELMESİ Mİ GEREK?

Müslüman kişi; yirmi dört saat zaman dilimini, itidal, murakabe, tefekkür ve tezekkür ile değerlendiren kimsedir. Zira O, hiçbir zaman; Rabbinin emir ve yasaklarını unutmaz, anlık dalgınlıklarından sonra hemen kendine gelir; tevbe ve istiğfarla nefsini tezkiye etme yoluna koyulur… Müslüman kişi; “yeryüzün tüm kirlenmişliğine rağmen, kire bulaşmamaya gayret eden, istikametlerini kaybedenlerin çoğaldığı bir zaman diliminde bile, Mehdiyi bekleyip imtihan meydanını boş bırakan değil, aksine başta kendi nefsi ve ailesi olmak üzere, insanların/insanlığın doğruyu, istikameti bulamaları için, kendi çağının, zamanının Mehdisi olmak için yola koyulan kişi olmalıdır… Evet, yaşadığımız çağda; insanlar dünyayı öyle kirletmiş ve öyle kirlenmişler ki, öyle bozmuş ve bozulmuşlar ki, öyle yoldan çıkmış ve çıkmışlar ki; “Gayretü-Allaha dokunan ne kadar fiil ve amel varsa, hepsini irtikâp eder hale gelmişlerdir. Öyle ki, insanlar, İlahi bunca nimet ve merhametine rağmen; yeryüzünde fitnenin çoğalması, ekin ve nesillerin yok olması için, fert/toplum ve devletler bazında ellerinden her ne geliyorsa onu durmadan yapar hale gelmişlerdir!... On dört asırdan bu yana, Kur’an ve Sünnetin tüm ikaz ve çağrılarına rağmen; hakka ve hakikate kulaklarını tıkayıp, yeryüzündeki nimetleri hovardaca ve pervasızca israf etmekten geri durmayan insanlık; şu sıralar, gözle görülemeyen küçük bir mikrobun korkusundan teslim-i silah etmiş duruma gelmişlerdir. Peki, bunca gafletimizden, tembelliğimizden, duyarsızlık ve vurdumduymazlığımızdan uyanabilmemiz için; illaki bir musibetin, bir belanın gelip kapımıza dayanması mı lazım? Yıllarca Müslümanlara terörist (!) muamelesi reva gören ABD ve Avrupa ülkelerinde, ezan seslerinin dışarıya çıkmasını yasaklayanlar; şu sıralar Korona ’nın korkusundan, tüm plan ve projeleri alt üst olmuş ve işimiz yukarıya kaldı demekle teslimi silah etmiş vaziyetteler. Kim bilir, bu günkü tehlikeler yarın savuşur giderde, “insan bu” (nankörlükte üstüne yoktur) rahat ve refahı bulunca, eski tas eski hamam oyununu oynayıp, bela ve musibet günlerini unutuverir… Şunu demeye çalışıyoruz: “Hani şu süreçte bir kısım çevrelerin, mevcut durumdan vazife çıkarıp; sanki bu salgın musibetini sadece Müslüman olmayanlar hak etmişler gibi söylem ve tavırlarına şahsım olarak katılmam mümkün değildir. Sanki biz Müslümanlar/İslam âlemi olarak, İslam’i ve insani vazifelerimizi en iyi şekilde yapmışız da; bizden olmayanlar belayı hak etmişlerdir. Hayır, kardeşim yok öyle bir şey, bu gün İslam coğrafyasında Müslümanlar arasında tavan yapmış olan zulüm, başıboşluk, yasak olan fiiller başta zina, kumar, faiz, karaborsa, dalavere, adam kayırma, hırsızlık, tecavüz, vs. daha sayamayacağımız bin bir türlü günah, ilahi naslarla yasaklandığı halde; irtikâp edilmekte olduğu halde, bu da neyin nesidir diye ikaz ve uyaran mı var? (fert bazındaki uyarılar istisna) Ya Allah aşkına şöyle kendimize/durumumuza bir bakalım, başta Kâbe’miz olmak üzere tüm Camilerimizin kapıları kapantı yüzlerimize. Evet, salgının yayılmaması için bunun tedbir amaçlı olması bir yana, (tabi ki bu gerekli bir tedbir, o ayrı bir konu) lakin Allah ve Resulü’nün emir ve yasaklarına ne kadar riayet ettiğimizi bir gözden geçirelim. Yaşantımız, sosyal ilişkilerimiz, alışverişlerimiz, ticaretlerimiz, siyaset ve iktisadi hayatımız; İslam’ın şiar ve şeraitine ne kadar mutabık ve uyumludur? Evet, imtihan dünyasında her bir şeyle sınanmaktayız! Dün taun/kolera idi imtihanın adı; bu gün Korona virüs… Ne fark eder ki, fark etmeyen ve değişmeyen tek hakikat; bu dünyayla birlikte fani olduğumuz ve ebedi bir hayatın bizi beklediğidir. Unutmayalım ki, “Elimizdeki nimetlere değer ve kıymet biçtiğimiz oranda, imtihanımızın iyi geçeceğine inanmamız lazım! Bakınız yüce Rabbimiz Hayat kitabımız Kur’an’da bizi şöyle ikaz ediyor: “ALLAH! Bir şehri (ibret alınması için) misal getirdi: Bu şehir halkı güven ve huzur içindeydi, ona rızkı her taraftan bol bol geliyordu. Fakat ALLAH’IN nimetlerine nankörlük ettiler. ALLAH DA onlara, yapmakta oldukları şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini tattırdı/giydirdi.” (Nahl/112) Demek ki, bir toplum Allah’ın vermiş olduğu nimetlere ne kadar çok şükür etse, nimetlerin kıymetini takdir edip ve nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’a hamd etse; o kadar huzur ve güven içinde olurlar. Bu ayeti kerimeyi, geçen günkü (02 Nisan 2020 tarihli) köşe yazıma yine almıştım. Çünkü bu ayeti kerime, acizane olarak beni çok düşündürmektedir!... Şimdi bırakalım şunları bunları da, biz önce azgın nefislerimizi dizginleyip terbiye etmeye çalışalım. Öncelikle Aile efradımıza, İslam’ın mesajlarını aşılayalım. Bekâra karı boşamak kolaydır” türünden, boş felsefelerden vaz geçelim. Topu başkalarına atıp kendimizi temize çıkarma yanılgılarından kurtulmaya çalışalım. Ve kendi kendimizi hesaba çekip, “Yüce yaratanımıza tevbe ve istiğfar etmekle; kıymetini bilmediğimiz için bize yaşattığı bu sıkıntılı günlerin def olması için yalvarıp yakaralım! Önce “ene” sonra sene/sana deyip, elimizde var olan nimetlerin zayi olmaması için; kendimize gelip, toplumsal olarak asli vazifemiz olan Allah’a kulluk görevimizi şuurlu ve inanarak yapmaya gayret edelim. Birbirimizle çekişip durmayalım, birbirimize dua edelim, “Derviş Yunus’un dediği gibi: Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz. Gaflet ve ataletten uyanmamız için, illaki bela ve musibetlerin gelmesinin gerekmediğini temenni ediyorsak? Ve hayır, diyorsak tüm dünya insanlığının bu gibi musibetlerden ders çıkarıp ve hidayet bulmaları için; can-ü gönülden dua edelim… Huzurlu kalın, tefekkürle kalın/kalalım! 06 Nisan 2020.