ORYANTALİST TUZAKLAR VE ALİMLERİN SAYGINLIĞI
“Ebu Hanife, İslam imparatorluğunun başkadılık teklifini kabul etmediği için kırbaç yiyordu. O, halifenin üstünde bir otorite olması gereken ilmi, halifenin emrine vermemek için bu görevi geri çeviriyordu. Zira ilmin doğal mevkii buydu. Eğer bazı kimseler gücün hizmetine girmiş ve ona yakın olmuşlarsa ilmi makama ve sosyal rollerine ilgisiz kalmaları sebebiyle kirli meslek hainleri, zalim hizmetçiler; dini dünya, ilmi cehalet karşılığında satan tüccarlar olarak adlandırılmayı hak etmişlerdir.”/ Ali Şeriati
Alimler, peygamberin varisleri olduklarını unutmamalı. Onlar megaloman olmamalı, ferasetsiz olmamalı, basit ve değersiz politik malzeme olmamalı ve İslam’ ın izzetini korumalı, dini de malzeme etmemeli. Topluma güven vermeli, yol göstermeli…
Bir taraftan pandemi ve onun arttırdığı acıtıcı, yaygın ve derinleşen ekonomik sıkıntılar ve belirsizlikler, diğer yandan yıpranan uluslararası sistem ve bağlamından uzaklaştırılan din ve dini söylemlerin tolumda oluşturduğu güvensizlik ve tahribatın toplumun geneli üzerinde oluşturduğu psikolojik durum.
Sadece değerlerin değil; kıstasların da yıpratıldığı ve bağlamından koparıldığının farkında olmamak veya farkında olduğu halde umursamamak oldukça korkunç. Bu, küresel ifsadın başarılı rauntlarından biri.
Aslında her üçü de kendi başına uzunca konular ama yine de burada üç temel hususa ağırlıklı olarak değinmeyi ve bazı örnek yaklaşımları zikrederek sağlıklı bir bakış açısı yakalamaya gayret göstermeye çalışacağım.
Birincisi; bir fikrin gündeme getirilmesi sorumluluğu, ikincisi; ortaya atılan bir fikre karşı sağlıklı yaklaşım ve üçüncüsü; gündem konusunun önemi ve gündem tuzakları.
Sorunlarımıza, hassasiyetlerimize, günümüze ait olan gündemlerden uzaklaşmanın üzüntü verici.
Gündem/gündem belirleme, özne olma bir toplumun en önem vermesi gereken hususlardandır. Alimlerin/aydınların ve işin farkında olanların bu bağlamda ciddi sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır.
Kalitesiz/gereksiz/tuzak gündemler/toplum mühendisliği gündemleri, enerjimizi tüketir ve dikkatimizi yanlış noktalara odaklar. Böylece asıl meselelere değil; bizi oyalayan ve derdimize derman olmayan konular üzerinde tartışır, boş yere oyalanır dururuz.
Başka gündemlerin akışına kapılmak, zihnin özgür olmaktan çıktığının ve edilgenliğin işaretidir.
Bu bağlamda, toplumun esas/güncel ve temel sorunlarının gündeme getirilmesi ve çözüm arayışlarının önünün açılması alimlerin ve sorumluluk sahibi tüm toplum fertlerinin temel görevlerindendir.
İlerde değineceğim için bir parantez olarak belirteyim. Mehmet Görmez Hoca Diyanet İşleri Başkanı iken çocukları cami ile buluşturma gibi bir gündemden (https://www.gazeteipekyol.com/cocuklar-cami-gormezdiyanet-amca-makale,4580.html) bu günlerde gereksiz ya da zamansız şekilde gündeme gelen Kuran’ ın lafzının mahluk olup olmadığı gibi bir gündeme gelmemiz üzüntü vericidir.
Ortalıkta hoca diye dolaşan, din üzerinden nemalanan medyatik şaklabanları, ciddi ve ilkeli görmediğimden onların magazinsel gündemlerine/gündemleştirmelerine girmeye gerek görmüyorum. Bu tarz yapı ve kişilerin/kişiliklerin gündeme taşınmasının bile mide bulandırmaktan başka bir işe yaramadığı kanaatindeyim.
İlmi kaygılarla ulaşılmış fikir ve kanaatlerin, kendi ehilleri nezdinde -zaten her türlü sıkıntı içinde olan ve kimi olumsuz uygulama ve şahıslar yüzünden dine/dindara güvenmeme noktasına gelmiş toplumun kafasını karıştırmadan- gündeme getirilmesi çok büyük bir tepkiyi ve linç edilmeyi gerektirmez.
Bu girizgahtan da anlaşılacağı üzere konumuz Mustafa Öztürk hadisesiyle de ilgili. Şunu belirtmeli ki; bu tepkinin yüksekliğinde kimi art niyetli olanlar olmasına rağmen; Mustafa Hoca’nın ciddi bir ilahiyatçı olması da var. Yoksa sıradan ve demin bahsettiğim ortalıkta dolaşan hoca kılıklı profillerden birinden sadır olsa -ki çok daha vahim ve hatta İslam’ a taban tabana zıt fikirler ve söylemleri oluyor- magazinciler dışında kimse ciddiye alıp yüzünü o tarafa dönmez ve ciddiye almaz.
Her alanda fikir üretmek ve fikrini ifade etmek temel insani haklardandır. Alimin, aydının ve düşünen her insanın fikir üretme ve fikrini paylaşma/ilan etme hakkı ve hatta sorumluluğu vardır. Ancak, her doğruyu her platformda/tarzda/konjonktürde ifade etmek ne derece doğru. Bu bağlamda sorumlu davranma, sağduyulu olma gibi bir gerekliliğin olduğunu unutmamalıyız…
Böyle bir durumda yani hiç yeri ve zamanı değilken ve hiç gerek yokken bir fikir açıklandığında da; bu açıklamaya linç etme tarzında yaklaşım da doğru değildir.
Bir husus gözden kaçmamalı. İlan edilen fikrin doğruluğu veya yanlışlığından da önemli olabilmekte çoğu kez bu. O da fikrin ortaya atılma sebebi, fikri ortaya atanın niyeti/mahiyeti. Bu konuda uyanık olmalı.
Bu bağlamda tarihselci yaklaşımın da Emperyalizmin kollarından olan oryantalizmin son kozları olduğu ve İslam’ ı reforme olarak isimlendirilen projelere ait olduğu unutulmamalıdır. Zira o, İslam’ın temel direklerine saldırmaktadır.
Kuran dahi, ona ilkesel yaklaşmamızı ister. Bize, tartıyı doğru yapmamızı öğütlerken bununla sadece terazinin kastedilmediğini biliriz…
İlmi ve entelektüel konuların daha ziyade akademik ve o işle meşgul olunan platformlarda tartışılması, toplumun henüz hazır olmadığı veya büyük bir tepki gösterebileceği fikirlerin ansızın/zamansızca ortaya atılması; fikir doğru olsa bile, onu beyan edenin niyeti iyi olsa bile zararlı ve sorumsuzca olabilmektedir.
Mustafa Öztürk Hoca olayına en sağlıklı gördüğüm üç örnek yaklaşımdan kısaca bahsetmek istiyorum.
Birisi; çocukların ve gençlerin çok sevdiği, çocukların ‘Diyanet Amca’sı olmayı başarabilmiş, “İslam fıkhında bir ilke vardır, bir yerde yangın varsa siz namaza dahi duramazsınız. Önce barışı, güvenliği sağlamak, cehaleti ortadan kaldırmak, gençlerin anlam arayışına cevap vermek, değer, bilgi, ahlâk üretmek.” Diyen Sayın Mehmet Görmez Hoca’ nın yaklaşımı (https://www.ekrangazetesi.com/haber/20776/mehmet-gormez-sanal-cemaatler-paralel-fetva-merkezleri-kuruldu-isid-varligini-uydurma-rivayetler-ustune-bina-ediyor.html)
Diğeri; “‘Kur’an’ın hükümlerinin aleni olarak çiğnendiği, faizin ve zinanın meşrulaştırıldığı, kumarın ve fuhşiyatın rutinleştiği, emperyalizmin İslam ülkelerini ve kaynaklarını talan ettiği bir ortamda Kur’an’ın açık hükümlerini söyleyemeyen ilim erbabı, bu ve benzeri tartışmalarla vakit geçirmekten dolayı vebalden kurtulamazlar’” diyen, Milli Görüş’e bağlı Din Bir Der’in Genel Başkanı Muhittin Hamdi Yıldırım’ ın açıklamaları (http://www.haberdurus.com/haber/mustafa_ozturk_tartismasina_ferasetli_bir_bakis_muhittin_hamdi_yildirimdan_onemli_aciklama-53646.html)
Ve sonuncusu; “Biz Kur’ân’a Allahın Kitabı Olarak İnandık da Ne Oldu?
“ diye kendimizi sorgulamamızı isteyen Sayın Ali Rıza Demircan Hoca’ nı yaklaşımı. Demircan; “Tarihselcileri biliyoruz. Tamam, onlar Kur’ânı söz ve mâna olarak Allah’ın kitabı olarak görmezler, seküler/laik düzenle bir problemleri yoktur. İslâm merkezli hiçbir itirazları veya ve talepleri de yoktur.
Bizim Tarihsilcilerden Ne Farkımız Var?
Peki Kurân’a söz ve mâna olarak Allahîn kitabı şeklinde inanan, onu binlerce insana ezberleten ve benim de aralarında olduğum ilahiyatçılar, medreseliler siyasiler, tarikatçiler, cemaatler, Müslüman aydınlar… bizim tarihçilerden, hatta sosyal demokrat ve Kemalistlerden ne farkımız vardır?” şeklindeki yaklaşımı kayda değerdir. (https://www.mirathaber.com/kurani-allahin-kitabi-kabul-ettik-de-ne-oldu/)
Bu üç örnek dışında da sağduyulu ve sorumlu yaklaşım ve açıklamalar da olmuştur ama bu yazının daha da uzamaması için daha fazla örneğe gerek yok sanırım.
Sonuç olarak; içinden geçtiğimiz süreç, içte ve dışta İslam’ a ve Müslüman toplumlara dayatılan küresel politikalara karşı tüm toplumun şimdinin gündemine odaklanması ve Kuran’ a bu bağlamda yaklaşmasının daha yararlı olacağını belirtmekte yarar var.
Bugünün terazi’si, bugünün kısas’ı, bugünün firavunları ve onların düzenleri/silahları/sermayeleri, bugünün Musa’ları bellidir. Gündemimiz bunlardır. Karan, kıyamete kadar geçerlidir. Onun sahibi, onu koruyacaktır, koruyor da.
Reformist ve Tarihselci ya da olduğu gibi yaklaşımların hepsi Kuran’ı tahrif etme projelerinin kollarıdır. Kuran’ a ilkesel ve bütüncül yaklaşılır…
İslam toplumlarının hali böyle iken; Kuranın lafzı veya yağmur duası gibi temel meselelere katkı sunmayacak gündemleri aşmalı değil miyiz?
Akdeniz’in Çanakkale gibi kuşatıldığı, ekonomik ve siyasi yaptırımlarla nefessiz bırakılan bölgemizin ana gündem maddeleri; açlık/işsizlik ve yoksulluk, siyasi ve ekonomik bağımsızlık, gelir dağılımı ile ilgili yapılabilecek hakkaniyetli çözümler üreme, bölgemizdeki küresel hegemonyanın kırılması gibi hususlar olmamalı mı?
Bu kuşatılmışlıktan, mahremlerimiz/onurumuz üzerine kurulu duran düşman üslerinden ve pandeminin getirdiği sorunlardan nasıl kurtulacağımıza dair fikirler/gündemler konuşulmalı değil mi?
Çok isteyen varsa yağmur duası da edilebilir ancak küresel anlamda iklim dengesini bozan, doğayı ve fıtratı ifsad eden küresel kapitalist düzenin dünyamıza ve insanlığa zarar veren haydutça işleyişine karşı neler yapılabileceği gibi konuların yağmurla ve yağmurun bölüşümüyle ilgili tarafına değinilmeli mi?
Dua edeceksek, dualarımızın gündemi; dünyayı ve doğayı hunharca hırpalayarak atmosferi tahrip eden ve yağmurun yağmamasının da müsebbibi olan, yağmur yağsa da/diğer doğal kaynaklar gibi onun da sadece bir kesime yarayacağı sistemin sahipleri olan ve girmeye çalıştığımız AB ve üyesi olduğumuz, bir türlü kurtulamadığımız küresel terör örgütü NATO’ nu aldığı bu yaptırım kararları ve kuşatmaların onurumuzu nasıl zedelediğini ve bu sarmaldan nasıl kurtulacağımızı, bu konuda neler yapılabileceğine dair olmamalı mı?
Gereken her şey yapılıyor da ‘dua da edelim’ durumuna gelinmiş ise dua edelim ama biri bize dua yaptırmadan, biri duanın gündemini ve bağlamını/programını belirlemeden dua edelim. Yağmur yağsa da sorunlarımızın çözülmeyeceğini görme feraseti ver bize Allah’ım, diye de dua edilmemeli mi?
Yağmurun/yani Allah’ın herkesin kıldığı rızkın/yani tüm yeryüzü kaynaklarının adil paylaşılmasının savaşını veren erdemlilerden kıl bizi diye de dua edilmemeli mi?
Bütün ‘yağmurlar’ aynı odakların nehirlerine, denizlerine akıyorken gaflet değil mi yağmur istemek? Kimin için dua ediyoruz, kimin için yağmur istiyoruz ki?
Gökten boşalırcasına yağsa da seni ıslatmasına dahi fırsat verilmeyen bir yağmuru nasıl isteriz ki Allah’ tan?
Bize durmadan dua ettirenlerin kim olduğunu biliyor muyuz? Bazen dua ederek nasıl bir tutarsızlık içine girdiğinin farkında mıyız?
Dua mı gerekli?
Bütün derelerin, nehirlerin yataklarını değiştirenlerin bize ettirdiği dua, hangi sorunumuzu çözecek?
Bütün su yollarını tutan uluslararası toplum dedikleri küresel terörist emperyalist odaklar, orada dururken dua edeceksek; hangi duayı etmeliyiz?