SEVİNÇ VE HÜZÜN
Koronavirüsün ülkemize bulaşmasından önceydi. Bir ayı aşkın bir süre binamızın asansörü belediye tarafından mühürlendiği ve kapatıldığı için çalışmıyordu. Biz de bazı zorlukları olsa da asansör yokluğuna katlanıp gidiyorduk. Bir gün ellerimle taşımakta zorlandığım ağır bir yük ile binaya geldim. Bu yükü nasıl yukarı çıkaracağımı kara kara düşünüyordum. Asansör kapısına doğru giderken asansörün çalıştığını gördüm. O andaki sevincimi tarif edemem. Büyük bir sevinç yaşamıştım. Hayatımızda ne farklı sevinçler bulunduğunu düşündüm. Oysa bu günlerde bu virüs belasının korkusuyla asansöre binmediğimiz için seviniyoruz. Asansör düğmeleri yılan kafası gibi ürkütücü görünmeye başladı.
Yüce Allah her insana farklı bir sima verdiği gibi, iç dünyasındaki manevi simasını da farklı yaratmıştır. Manevi sima değimiz karakter, istidatlar, kabiliyet ve duyguların oluşturduğu karmaşık bir yumaktır. Bu yumağın içinde insan hayatını en çok etkileyen önemli iki duygu olan sevinç ve hüzün bulunmaktadır.
İnsanın sevinçleri de hüzünleri de ilginç sebeplere dayanır. Bir nimetle sevinir, o nimetin elinden alınmasıyla üzülür. Ülfet perdesi zamanla nimetleri sıradanlaştırır ve önemsizleştirir. “Nimetlik” özelliğini görünmez yapar. Fakat o nimetin kaybolması ile onun kıymeti anlaşılır,bu kez kaybından gelen bir hüzün kaplar. Onu tekrar elde etmek ise sevindirir.Aslında bir nimetle sürekli birliktelik, onun ayrılmaz, tükenmez ve bitmez olduğu vehmini doğurur. İşte sıradanlık ve önemsizliğe yol açan ülfet perdesinin onu kaplamasının nedeni budur. Yani bu vehim ülfete, o da sıradanlaştırmaya yol açar. Ancak ayrılık olunca, nimetin kıymetini ve ona olan muhtaçlığı hissettirdiği için, özlemli bir hüzün doğurur.
Şunu da belirtmeliyim ki, sevinçte şımarıklık hüzünde ümitsizlik, sevincin sonucunu hüsrana ve hüzne, hüznü de afete sürükleyen olumsuz iki tutumdur. Kur’an-ı Kerim, insanın bu ilginç özelliğine şu ayetlerle dikkat çekmektedir:
“ İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.” (Zümer, 8.) “İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır.” (İsra, 83.) “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.” (Mearic, 19, 20, 21.)
Hayatında yer almayan bir nesneyi veya canlıyı alır, onunla sevinir, onu kaybedince de büyük bir hüzün yaşar. Mesela, evine bir akvaryum balığı veya bir muhabbet kuşu getirir, kısa zamanda ona o kadar alışır ki, hayatının bir parçası durumuna gelir, ailenin bir bireyi gibi sevinç yaşatır. Ama onun ölümü ya da bir şekilde kaybolmasıyla üzüntüye boğulur. Oysa daha önce hayatında onun sevinci de hüznü de yoktu.
Asansörün çalışmadığını görünce üzülür, ummadığı anda çalışınca sevinir. İşte bunun gibi insanın garip sevinçleri ve acayip hüzünleri vardır. Halk arasında yaygın olan, “Allah fakir kulunu sevindirmek istediğinde eşeğini kaybettirir sonra onu buldurur.” sözü insanın ilginç hüzün ve sevinç dayanaklarını ifade etmesi bakımından manidardır. Aslında fakir, eşeğinin ne kadar kendisi için önemli olduğunu ülfet perdesi ile göremeyince, eşeğinin kaybolması onun ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarır, bulunmasıyla büyük sevinç yaşar. Demek ayrılık, önemi hissettirir. Gerçek değerin anlaşılması için ayrılıklar önemlidir.
Arap edebiyatında mizahi fıkralarıyla ünlü Hebenneka’nın bir gün devesi kaybolmuş. Bulana iki deve vereceğini ilan etmiş. Çevresindekiler, “Sen bir deve için iki deve kaybedeceksin bu nasıl olur?” dediklerinde o şöyle cevap vermiş: “Siz yitiği bulmanın sevincini bilmiyorsunuz!” Bu cevap ahmakça zannedilse de aslında insanın sevinç dayanağını yansıtmaktadır.
Demek sevinç ve hüzün, gece ve gündüz gibi hayata hükmeden ve onu sürekli şekillendiren iki unsurdur. Hayatın bir nevi yolunu çizerler. Bu itibarla “hayat sevinç ve hüzünden ibarettir” denilebilir. Sevinç hayatı lezzetlendirir, hüzün ise acı verir. Bediüzzaman’ın deyimiyle, “Zeval-i lezzet elem olduğu gibi zeval-i elem dahi lezzettir.” Aslında sevincin lezzeti de hüznün acılığından kaynaklanır. Eğer hüzün olmazsa, sevincin de lezzeti olmazdı.