BAŞIMIZ SAĞ OLSUN'DAN BAŞINIZ SAĞ OLSUN'A
Hülefa-i Raşid döneminde sonra, İslam topraklarında baş gösteren Melik-iAdud (ısıran ve ısırıcı melikler) dönemi;İslam âlemi için, karanlık günlerin vebitmek tükenmek bilmeyen ayrışmaların başladığı bir dönemdir… Bazı durumlardaolumsuz ihtilaflar olmuş olsa da, buna rağmen hemen her dönemde; Hilafetbayrağının altında yaşayan herkesim’ den insanın, Müslüman veya gayri Müslim’in, hayatlarından memnun bir şeklideyaşadıklarıve herkesin din, can, mal, nesil ve akıl emniyetlerinin korunduğubilinenbir gerçektir. Zira o dönemlerde, güçlünün haklı olduğu değil; haklı olanıngüçlü olduğu parlak bir dönemdi. İslam coğrafyasının geniş olmasına rağmen,Müslümanlar bağlı bulundukları Hilafet makamına karşı son derece hürmetkâr veHalifelerininher meşru fermanına bağlı idiler… Çünkü, onların inanç manzumesinegöre Halife; Ümmet’in başı İslam dininin hükümlerinin de uygulayıcısıydı. Ve oinsanlardan her hangi birisinin başına bir iş veya musibet gelseydi onlar; “Halifelerini kastederek: “olan olmuşölen geri gelmez, yeter ki başımız (Halifemiz) sağolsun diye birbirlerini teselli ederlerdi… Şimdi bizlerin taziye ziyaretlerinegiderken: “Taziye sahiplerine başınız sağ olsun dediğimiz gibi? !
Bu gün,o ne şuurdaneser kaldı,nede o şuuru taşıyan Müslüman çoğunluğu! Yaşadığımız modern dünyanın insanlarıolarak, bu çağın, insanlık ve Müslümanlar üzerinde olumsuz yönde iz bıraktığıetkenlere karşı ne yazık ki; birçok konuda duyarsız kaldığımızı inkâr edemeyiz…Müslüman Ümmet’in Hilafetten mahrum oldukları günden bu yana; farklıcoğrafyalarda, farklı devletlerde yaşamaları; onları farklı düşüncelere, farklımezheplere, farklı meşrep ve fikir taassubuna sevk ettiğini görmezden gelemeyizher halde. Bu gün, Müslümanların içinde bulunduğu acı durum; bunun en açık venet göstergesidir…
Devlet olarak, İslam dininin sonbayraktarlığını Osmanlı Devletini içerden ve dışardan yıkma planları yapanbatılı devletlerin maksatları; aslında Müslümanları Halifesiz bırakmaktan veonları parçalamaktan başka bir şey değildi… Bunu bazılarımız görmezden gelsekbile, bu gerçekler ne sonucu değiştirir, ne de; hakikati ortadan kaldırır.Başsız kalan Ümmet, haliyle çobansız kalan sürü misali; yaban kurtları ve çölsırtlanları tarafından parçalanma durumuna geldi. Öyle ki, son yüz yıldır;İslam âlemi tek merkezden idare edilmediğinden dolayı, batılı şer güçlerin de aralarınasaldıkları nifak tohumlarının meyve vermesinden dolayı, neredeyse birbirleriniyiyip bitirme noktasına getirmiş bulunmaktadırlar…
Tabi, baş gidince, bedenin nasılbir fonksiyonu olabilirdi ki? Ve öyle oldu! İslam’ın düşmanları, önce Ümmetibaşsız bırakmak için var güçleriyle çalıştılar; bunu başarınca da, bu kezonları birbirlerine düşürdüler. Şayet öyle olmasaydı, bu gün 1,7 milyar nüfusuolan İslam âleminin gözleri önünde; İsrail terör devleti, Filistin topraklarınıişgal edip onlara kan kusturabilir miydi? Neden? Çünkü Müslümanların etkinliği kalmadı,birbirlerine arka çıkmadıklarını bildiği için; İsrail, Filistin de her kötülüğüyapabilmektedir. Peki, bu cesareti kimden alıyor derseniz? Hiç şüphesizMüslümanların dağınıklığından ve parçalanmışlığından!..
Şehid Şeyh Ahmed Yasin (mekânı cennet olsun): Müslümanların içindebulunduğu çaresizliği ne güzel de tarif ediyordu: “İslam Ümmetinin hali, benimşu felçli halim gibidir. O, dilinden başka hiçbir yerini hareket ettiremiyor.”Şehid Şeyh Ahmed Yasin, Müslümanların başsız (Halifesiz) olduklarından dolayı,düşmanlarına karşı etkili olamadıkları tehlikesini görmüş ve onların durumunukendi felçli haline benzetmiştir.” Ta 1986 da, gazetecilerin; İsrail’in o günkübaşbakanı olan Şimon Peres’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağındanhaber veriyor.” Diye hatırlattıklarında, Peres şu cevabı vermişti: “Kur’an’ınbahsettiği Müslümanlar gelsin, bunu o zaman düşünürüz diye pişkinliğini ortayakoymuştu adeta!
Şimdi bu iki farklı bakışın arasındakıyas yaptığımızda, Şeyh AhmedYasin’in Müslümanların uyuşukluk ve dağınıklığından dert yandığını gördüğümüzgibi; Kâfir Siyonist Peres’in de o gün verdiği alaylı cevabından da;“Müslümanlarda“Hilafet” olmayıncaya kadar” bu olmaz gibisinden, Kur’an’ınbahsettiği Müslümanlar gelince, bunu o zaman düşünürüz dediğini anlamaktayız.Yani, başın olmadığı bedenler, iş göremez demeye getirmiştir!... Geçenlerdeİstanbul’da, kısa adı “İİT” olan İslam İşbirliği teşkilatına; 196 ülkeden, üstdüzey konumundaki liderlerin ve temsilcilerin katıldığını dünya kamuoyuşahitlik etti. Aldıkları karar kısaca şuydu: “Doğu Kudüs Filistin’inbaşkentidir” kararıydı?Peki, ama bu karar sağlıklı bir karar mıydı?Bazılarınagöre makul ve makbul olsa da, makul ve makbul gördüğümüzü söyleyemeyiz! Çünkü Kudüs’ündoğusu batısı değil;biz Kudüs’ün bütünlüğünün korunmasından yanayız… Kudüs tekşehirdir ve o da, Müslümanlarındır. Peki, bun rağmen alınan kararlar, İsrailterör devletini; terör estirmekten, çocuk katletmekten, evler yıkmaktan ve onon iki yaşındaki çocukların ellerini arkalarında bağlayıp demir kafeslerdeişkence etmekten vaz geçirdi mi? Kocaman bir hayır! Bilakis şirretliklerinidaha da artırdılar. Demek ki, İsrail terör devletinin anladığı tek bir dilvardır o da: “Kuvvet ve müdahale, Kudüs’ün kurtuluşunu istediğini iddia edenlerDevletlerin yapacakları ilk iş; işbirliğini kesmek, mallarını boykot etmek,elçilerini sınır dışı etmektir. Başka da yolu yoktur. İsarail’siz bir dünya mıyok sanki ne?
Yaptırımgücünden başka çare yoktur. Ceddimiz Yavuz’un 8 küsur yıllık, Kanuni’nin 46yıllık, Abdülhamid’in 32 yıllık Halifelik dönemlerinde; o günkü batının içindebulunduğu vahim duruma bir bakın, bir de bu günkü durumlarına!O gün batılılar,ecdadımızın korkusundan altlarına ediyorlarken, bu gün neler neleryapmaktadırlar. Sadece Kanuni’nin: Ey Fransuva, eğer sen o dans denilen rezaletiülkendenkaldırmasan; kendim gelir kaldırırım fermanından sonra; Avrupa da tam yüz yıl,korkudandansın yasaklandığını bir bilebilseydik yeterliydi. Her şeye rağmen, istikbaldeiştiyakla beklediğimiz; Başımız sağ olsun diyebileceğimiz günlere kavuşmaktemennisiyle!… Dua ile.