İNSAN, ZAMAN VE MEKÂN
Zevk-i selim dedim azizim.
Kalb-i selim, akl-ı selim dedim.
An dedim, zaman dedim,mekân dedim.
C/an dedim, insan dedim...
İşte ahenk; birlemektir bunları...
"BİR"leyerek huzur makamında hazır olmaktır...
Nerede yaşıyoruz, yaşadığımız mekânla aidiyet bağımız var mı, mekân bizim için coğrafik bir yer ya da taş toprak olmanın ötesinde bir şey ifade ediyor mu? Aynı soruları “zaman” mefhumunu ele alarak da sorabiliriz. Yaşamış olduğumuz zamanı; salt bugün, hali hazırda içinden geçtiğimiz bir an olarak mı yaşıyor ve görüyoruz, ya da zamanın dün ile yarın arasında bugün ifade ettiği anlamın üzerinde yeterince tefekkür ediyor muyuz? Ve elbette yaşamış olduğumuz zaman ve mekânının içinde yaşayan olarak biz kimiz, kendimiz olarak mı yaşıyoruz, yoksa zamanın ve mekânın içinde kendimizden uzakta bir başkası olarak mı hayatımızı sürdürüyoruz. Sorularımızı daha da arttırabiliriz isterseniz bu soruları tek bir soru ile hulasa edelim. İnsan olarak; kendi zamanımızda, kendi mekânımızda ve kendimiz olarak yaşayabiliyor muyuz? İnsan soru(n)ları kadardır. Hayat; peşinden yürüdüğümüz, izini sürdüğümüz cevabını aradığımız sorular kadar anlamlıdır. Zira her soru birazda bizim tarafımızdan hayata verilen bir cevaptır esasen.
Bu soruların bizi götüreceği yer; başka zamanların, başka mekânların içinde, bir başkası olarak yaşayan insanın kendini bulma çabasına hizmet edecektir. Kendimiz olabilirsek, kendimizi bulabilirsek, kendimize demir atabilirsek ancak yaşadığımız zaman ve mekân bizimle olacaktır. Ve biz kendimizle, kendi mekân ve zamanımızı bir araya getirebilirsek, hayat o zaman üzerimize sükûnetini örtecektir. Bu durum elbette toplumlar içinde geçerlidir. Toplumlar kendileri olarak yaşadıkları zamanlarda belki yaşamış olduğu huzursuzluktan kurtulabileceklerdir. Yine kendinden uzaklaştığı oranda, bozulan idrakin inşa ettiği mekânlarda ve zamanlarda huzursuzluğu yaşayacaktır…
An; yani, bugün, yani şimdi; dünden ve de yarından da bağımsız değildir esasen. Belki geçmiş ile geleceğin bütünlüğü bugünde kendini gösterir. Güncelin kısıtlayıcı ve tüketici halinden uzaklaşabilmek için günceli aşarak bir bütün olarak, zamanı yaşayabilmek.“Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/Yekpare, geniş bir anın/ Parçalanmaz akışında.” Evet, böyle bir zaman anlayışı ile insan; burada, dün ile yarın arasında bu arada, kendi gök kubbesinin altında ancak kendince, öz be öz kendi olarak hayatı g(öz)el kılabilir. Zamanın; “yek pare, geniş bir an” olduğu bilinci, bizi zamanın hakikatine ulaştıracaktır. Kadim geleneğin ifadesiyle, maddi zamanı, manevi zamandan bağımsız görmeyerek, evveli ile âhiri bir “ân-ı dâim” bilincine ulaşmaktır. İşte o zaman “an” İbn Arabi’nin dediği gibi insanı gerçek anlamda insan haline getiren zamana dönüşür.
Kendimizle, kendi mekânımızda, kendi zaman anlayışımızın şekillendirdiği bir medeniyet tasavvuru oluşturabilmek asıl mesele burası. Belki şu an birçok alanda yaşadığımız sorunları bertaraf edebilmemizin yolunu açacak olan yer burası. Müslümanlar olarak sancısını çekmiş olduğumuz medeniyet krizinden kurtulabilmek için; öksüzlüğümüzün köksüzlüğümüzden kaynaklandığını bilincine varmak durumundayız.
Kendimiz olabilirsek; kendi zaman ve mekân anlayışımızı ortaya koyabilirsek, kendi düşüncemize, inancımıza, fikrimize uygun, ruhu olan yaşayan mekânlar inşa edebileceğiz. Değilse bize ait olmayan mekânların dayattığı hayat tarzını yaşamak durumunda kalacağız. Evet, ezcümle “biz“ olabilirsek; zaman ve mekân kafesinin kapısından öz(ü)gürlüğe ulaşabileceğiz. İşte o zaman; insan, zaman ve mekân bir olacak, “BİR”e ulaşacaktır. Bu ahenkli birliktelik, Tanpınar’ın ifadesiyle; “içimizi muradına erdirecek” ve bu hal bize sunmuş olduğu sükûnetle “rüzgârda uçan tüy bile, benim kadar hafif değil.” dedirtecektir…