TESELLİ VE TEDAVİ (Dua ve Bilim)
İki kelime var: teselli ve tedavi. Biri dinin konusu diğeri bilimin. İkisi de eşit derecede lazım. Kimi varoluşsal zamanlarda teselli tedaviden çok daha önemli bir hale gelir. Kanser gibi tedavisi şimdilik imkânsız gibi görünen hastalıkların tek çaresi tesellidir. Yani öldükten sonra daha güzel bir yaşamın olduğuna inanarak rahatlamaktır. Haksızlığa uğrayan milyonlarca insanın bir gün büyük bir mahkemenin kurulacağına inanıp huzur bulmasıdır.
Bu anlamda en büyük tedavi yöntemi teselli etmektir diyebiliriz. Dinin/dinlerin verdiği böyle bir teselli olmasaydı sayısız insan yokluğun ve sonsuza değin yok olmanın dehşeti karşısında yaşamlarını sürdüremezlerdi. Burada önemli olan tesellinin cinsi ve çeşidi değil, bizzat kendisidir. Düşünen bazı nadir zekaların en büyük meselesi böyle bir teselliye kanmak istemeyişleri. İnsan mutlu olmak için şiddetle böyle bir teselliye muhtaç oysa.
Dinin en büyük faydası öte dünyadan çok bu dünya için. Bu “afyon” olarak da okunabilir ama nereden baktığınıza bağlı olarak değişir çoğunlukla. Teselli olmadan tedavinin; tedavi olmadan tesellinin tek başına bir faydası olmaz. Bilim ileriki bir zamanda ölüme ve yaşlanmaya çare bulursa tesellinin yeniden yorumlanmaya muhtaç hale geleceği aşikardır. Ama şimdilik hayati önemi bütün çıplaklığı ile duruyor ortada. Tedavi lazım ise teselli elzemdir.
Meşhur bir oyuncu “koronanın olduğu yüz yetmiş dokuz ülkede elli farklı tanrıdan yardım istendi ama hiçbiri dönüş yapmadı. Lakin bilim aşıyı bulduğunda herkes kendi tanrısına teşekkür edecek” diyor. Belki elli farklı tanrı aynı tedavi (aşı) yönteminde fikir birliği edecek, kim bilir. İnsanlık tarihinde o kadar trajik vakalar yaşanmış ki hiçbir teselli onların üstünü örtmeye, görmezden gelmeye kifayet etmiyor.
Nazi zulmüne maruz kalan biri şöyle diyor: “Eğer gerçekten bir tanrı varsa onu asla affetmeyeceğim, affetmem için bana yalvarmak zorunda kalacak.” Bu duyguyu teselliye kanmak istemeyen huzursuz zekalar anlayabilir ancak. Teselliden kana kana içenlerin hiçbir zaman anlayamayacağı bir itirafnamedir bu. Daha doğrusu bir çığlık. En büyük optimist (iyimserci) düşünürler bile bu çığlık karşısında çaresizdir.