IRKÇILIK
Irkçılık kavramını, herkesçe malum olan manasıyla ele almayacağım. Bu yazımıza konu olan, son yıllarda sıkça yaşanan “bölgecilik” açısıdır.
Özellikle bir kuruma ya da kuruluşa atanan üst yönetici eliyle gerçekleşen yeni tip bir ırkçılık modeli türemiş durumda.
Liyakatten ziyade,
-Benim akrabam olsun,
-Benim köyümden, ilçemden ya da şehrimden olsun,
-En azından benim bölgemden olsun,
Fikriyle hareket etmek birçok alanda kendini fazlasıyla göstermekte.
Hem dini açıdan hem de dünyevi açıdan sıkıntılı olan bu durumdan hiç kimsenin kârlı çıkması mümkün olmadığı gibi, gelecek nesiller için kalıcı ayrımcılık duvarları ile sosyolojik tahribata da neden olunduğu açıktır.
Eskiden ırkçılık denildiğinde kelime kökünü oluşturan “ırk” endeksli olan, yani aynı etnisiteye bağlı olan kimselerin birbirleri tarafından kollanması akla gelirdi. Fakat nüfus kalabalıklaştıkça, insanlar farklı farklı fraksiyonlara bölündükçe ve imkanlar çoğaldıkça, bu durum yerini üstte bahse konu olan şekle bıraktı.
Yeni tip ırkçılık ya da birbirini kollama şekli, kısa vadede kendi dar alanında kapsadığı kimselere faydası var gibi görünse de, orta ve uzun vadede zararı olduğu görülecektir.
En başta; o bölgelerde sektörel atılımları yapacak kimse bırakılmadığından, ticari, zirai ve ictimai istikbalin daralmaya uğramasının kaçınılmaz olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.
Diğer yandan, “aynı bölgenin insanlarının her şeyden anlamasını” bekliyor olmanın da pek realist bir yaklaşım olmadığını vurgulamalıyız.
İster istemez ehil olmadığı konumlara getirilen bir kimsenin, yetki sahasındaki hizmetler ve ödevlerde aksamalar yaşanacak olmasının yanı sıra, söz konusu durumdaki kimselerin de, ciddi oranda yıpranmasına sebebiyet verileceği de gözden kaçırılmamalıdır.
Her türlüsünün haram olduğu, liyakatin esas olduğu bir dinin ve kültürün bireyleri ve temsilcileri olarak; ırkçılığın karşısında yer almalıyız.
Hem söylemimizle hem de eylemimizle.
Zira bize yakışan; söylem ve eylem birlikteliğidir.