İDARECİLERİN MERHAMETLİ OLUP RIYAKAR OLMAMALARI
Toplumun yükünü omuzlayan idarecilerin, idare ettikleri insanların yararına (ki bu onların vazifesidir) hizmet ettikleri zaman; riya ve gösterişten uzak durmaları, en erdemli davranış biçimidir. Hizmet adı altında, memleketin herhangi bir yerine hizmet götürdüğünde, yaptığı hizmeti kayıt altına almasının hiçbir mahzuru yoktur. Çünkü makamlar geçici olduğu için; en azından görevi başkasına devrettiklerinde, hoş bir sada bırakmanın yanında, iyilik ve mertlikle yad edilmeleri ile, yapmış olduğu icraatlar da, beyt-ül maldan harcanan meblağın hesabını vermekle fitne ve dedikodunun önüne geçmiş olacaklardır.
Aksi halde, günümüzün şartlarında, bir duvara çivi çakarken dahi, güvenlik çemberi oluşturup ve kameraların objektifleri eşliğinde; yaptıkları hizmetin hak nezdinde metelik kadar bir kadro kıymeti olmaz/olamaz. Çünkü riya (gösteriş) kibri, kibir ise uçuruma yuvarlatır insanı... İdarecilerin kibirli ve merhametsiz olmaları halinde, toplumda; istikrarsızlık, güvensizlik ve itaatsizliğin oluşmasına zemin hazırlar, ki bunun neticesi korku emniyetsizlik ve isyan gibi içtimai hayatı tehdit eden etkenlerin oluşmasına zemin hazırlar/sebep olur.
Asr-ı Saadette, gerek Efendimiz (s.a.v) in hayatta olduğu dönem ve gerekse Onun irtihalinden sonra ki Hulefa-i Raşidin zamanında; merkezden başka beldelere vali vb. memurlar tayin edilirken, özellikle onları insanlara karşı merhametli davranmaları konusunda uyarırlardı. Bir seferinde Hz. Ömer (r.a) birini yönetici olarak atayınca, ensar ve başka Müslümanlardan bir cemaat-i şahit tutar ve şöyle derdi: Ben, seni Müslümanların kanını akıtasın diye görevlendirmiyorum.
Başka bir seferinde, Asım b. Ebi'n-Nücud şöyle rivayet etmektedir: Hz. Ömer (r.a) bir yere vali tayin ettiğinde ona cins atlara binip beyaz ekmek yemesini, ihtiyaç ve iş sahiplerine karşı kapılarını kapalı tutmasını ve ince elbiseler giymesini yasaklar; Eğer bunlardan birini yapacak olursan, azledilip cezaya çarptırılırsın derdi. Daha sonra onu uğurlarken de şunları söylerdi: Müslümanların kanına, onların bedenine, ırzlarına, mallarına musallat olasınız diye sizi görevlendirmiyorum. Sizi sadece onlara namaz kındırasınız, ganimetlerini dağıtasınız, aralarında adaletle hükmedesiniz diye gönderiyorum.
Eğer müşkül bir mesele olursa meseleyi bana yollayın. Sakın ola ki Müslümanlara vurup onları rencide etmeyesiniz, sakın ola ki hudutlarda askerleri uzun zaman bekletip ahlakının bozulmasına sebep olmayasınız. Onlara karşı kibirli davranıp ihtiyaçlarından mahrum etmeyesiniz! (Semerkand dergisi Haziran 2021 sayısı sayfa 32)
Evet, Günümüzde idareci olmak için bin bir badireyi yıkıp geçmekten çekinmeyen kimselerin, başları sıkıştığı zaman; adalet ve hukuktan dem vurmalarını samimi bulmak mümkün değildir.
Otorite gücünü kullanarak, insanların hak ve hukukuna tecavüz etmekten hiçbir beis görmeyen batı kafası Demokratların; asırlardır ümmetin başına bela oldukları malumdur. İslam alem-i, ilâhi yasalar yerine; beşeri ve batı menşeli kanunlara geçiş yaptıkları günden beri, Müslümanların birliği dağıldı, toprakları işgal edildi, bir çok değer yargıları ayaklar altına alındı.
Şimdi mevcut duruma baktığımızda, dini kıstasları kullanmak suretiyle belirli makamlara gelmiş bulunan birçok kimsenin; dün vaat ettiğinin üzerine bu gün kalın çizgiler çekmeleri, modern çağda mütedeyyin Müslümanların nasıl bir tehlike ve felaketle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Yukarıda vermiş olduğumuz, Hz. Ömer (r.a)in: görevlendirdiği vali ve memurlarına; defalarca sakın ola ki, sakın ola ki diye adeta onları tehdit edercesine uyarmasından; günümüzün idarecilerinin alacakları çok derslerin olduğu muhakkaktır.
Günümüzde idarecilerin (istisnalar hariç) bırakın kapılarını halka açık bırakmalarını, sıradan bir memurla görüşmek bile neredeyse imkansız bir hal almış. Diyorlar ki, efendim idarecinin kapısı herkese açık olduğunda; onların can güvenliğini nasıl sağlarız? Bu soruya şöyle cevap verilir: Halkın başına idareye talip olup seçilenlerin, öncelikle kendi halkına güven verip ve güvenmelidirler.
Malûm Raşid halifelerin üç tanesi, Şehid edildiler. Ama hayattayken, hiçbiri kendine özel koruma memuru tutmadı, beyt-ül malı kendi çiftliği gibi kullanmadı, hele devletin paralarını şahsi ihtiyaçları için hiç harcamadılar. Ve bugünün idarecilerine bakın: En alt tabakadan en üst makamlarda bulunan idarecilerin birçoğunun; koruması, devlet malı olan özel zırhlı arabası, devlet kurumlarının yemekhanelerinde ucuz fiyata yemek yemeleri ve daha binlerce imkândan yaralanmalarına varıncaya kadar; ellerinde bulundurup hiç kimseye de hesap verdikleri görülmemektedir. Devlet işleri için (!) kiralanan beyhude arabalar, gereksiz yerlere dikilen adamlar, hiç-bir vazife yapmadan maaş alanlar, vatandaş bir şey sorduğunda omuz üzerinden cevap verip burun kıvıran kibirli kişiler; hak etmediği halde üst seviye makama oturanlar, fakir fukaranın hakkı olan devlet destekli yardımları, muhtaç olmayan yakınlarına dağıtan mahalli birimlerin en alt görevlileri vs. Hepsi hukuksuz, hepsi kibir ve riya, ve önüne bir türlü geçilemeyen israf furyası! Gerçekten devletin mali deniz yemeyen Keriz mi? Hayır biz deriz ki: Devletin malı olsa da deniz, ondan haksız yere yiyenler d....z. Kalın sağlıcakla efendim…