SAMANYOLUNDA ZİYAFET
Oruç ruhun şölenidir. Oruç, öyle bir ruh kalıbıdır ki, her gün, ortalığın ilk ağardığı vakitten karardığı vakte kadar, içimizi oraya yerleştiririz; orada ruh bir biçim alacak; bir öz kazanacak, billurlaşacak; yıkanacak, canlanacaktır. Gece dinlenecek; bir gün sonra yine aynı çerçeveye girecek; böyle böyle; bir ay sonunda yepyeni ve taptaze bir insan yüreği, ruhu ve vücudu olacaktır. Yalnız insan orucu özlemez, oruç ta insanı özler. Ramazan ayı gelince, sıla-i rahm edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar… Artık beden geriye çekilir; ruh ön plandadır: ruh, oruç ülkesinde büyümenin sırrını keşfeder. Ruhların şölenidir oruç… Oruç, insanın katıldığı, her yıl bir ay katıldığı bir ruh şölenidir. Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır. Yani, “Samanyolunda Ziyafet”tir oruç.
Oruç bir arınma mevsimidir; Bir ev nasıl yılda bir defa temizlenir, örümcek ağlarından kurtarılır, kiremitleri aktarılır, sıvanır, yıkanır, onarılır ve badana edilir; yani yeni yapılmış hale getirilirse, bir ruh da yılda bir kere böyle bir genel temizlik ve revizyon ister. Bir şehrin temizlenmesi, onarılması, yeniden yapılması, sıva, boya ve badanalarının tazelenmesi ile Müslüman bir şehrin oruç boyunca ruhî canlılık ve hareketi, yükselme ve ilerlemesi birbirini çok andırır. Oruç, ruhun ve vücudun dezenfekte edilmesidir.
Oruç insanın yükselişidir. İnsanın hayvandan meleğe yükselişi, Hayvandan meleğe doğru yolculuk; içteki karanlıkların eriyişi, yerini metafizik ışıkların alması oruçla. Oruç da susar, oruç da acıkır. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir. Orucun susadığı ve âb-ı hayat gibi kanamadığı su, Kur’an sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet, kuşandığı, giyindiği, Allah adının yükseltilmesi yani cihattır.
Oruç hakiki bir hayat tasavvurudur. Oruç, eşyayı ve evreni de bize yaklaştırmış değil midir? Onu daha derinden algılamakta, kavramakta değil midir? Oruç ayında gündüz daha gündüz, gece daha gece değil midir? Güneş daha güneş, su daha su, toprak daha toprak, ay daha ay, yıldız daha yıldız, zaman daha zaman, mekân daha mekân, vücut daha vücut değil midir? Ve nihayet ruh, daha ruh değil midir?
Oruç, ilkin göze, dudaklara, damağa ve sonra düşünceye, hayal gücüne tesir eder. İnsanın idrak ve yorumunu değiştirir. Duygularımız, düşünüş ve hayal edişimiz değişince, bizdeki dünya tasarımı da değişmeye başlar. Artık ne uyku eski uyku, ne yediğimiz yemekler eski yemeklerdir. Sıcak bir yaz gününden sonra iftarda içtiğimiz ilk bir bardak suyu, hiçbir gün farkına bile varmadan içtiğiniz bir bardak suyla değiştirir misininiz? İftar yemeği, dış ölçülerle, her günkü akşam yemeğinden farklı olmadığı halde, neden o hiç unutulmaz, öbürleriyse hiç hatırlanmaz? Sabah kahvaltılarında her gün yediğimiz zeytinle, oruç açan zeytin taneleri arasındaki diriliş ve dirilik farkını açıklamak bile fazla.
Oruç bir diriliş imkânıdır; Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda İslâm toplumu tam ölmemişse ve hâlâ yaşıyorsa; bunu, gelip gelip dirilten ramazanlara borçludur geniş ölçüde. Ve bir gün tam dirilecekse, bu da yine bir ramazanda başlayacaktır, ramazanlarla başlayacaktır. Oruç günlerinde yaşadığımız her ân daha bir anlamlıdır, daha bir kıymetlidir. Taşlar yerine oturmuştur. İnsan bir dinginlik içindedir. Geçmişini hatırlar, bugünü değerlendirir, gelecek günlerin daha iyi olmasını umut eder. Vakit daha bir kıymet kazanır. Zaman ve eşya gerçek anlamına kavuşur. İnsan bu değişikliği gün içinde derinden duyar. Evimizi, ruhumuzu aydınlatır, bizlere dirilişin imkânlarını sunar. Her yıl bir ay için oruç mimarı bize konuk gelir.
Oruç kutsallığın işçisidir. Ve onarır bizi, arındırır kirlerimizden. İlkin vücut evini şöyle bir yoklar. Bir sarsar insanı. Öyle sarsar ki bacalarda ne kadar birikmiş kurum varsa dökülür. Tabiat etkisiyle gevşemiş ve kopmaya yüz tutmuş sıvalar düşer… Organlar arasında, kasların eklem yerlerinde, hareketsizliğin ve ölümün sembolü olarak gerilmiş kaç örümcek ağı varsa yırtılır. Vücut konağı, böylece konuğun, büyük konuğun gelmiş olduğunu bilmiş olur. Sonra Oruç onarmaya başlar… Ne güzel konuktur o!
Oruç oyun ve eğlenceden uyanış sürecidir; İnsanın bitmez sanılan koşuşturması var. Gün içinde bir telaş… Ve arada yaşanan aldanışlar, kayıplar… Zira oyun ve oyalanma çeker insanı. İşte bu gidişe son vermenin, tefekkürün zamanıdır. Nereye gidiyoruz, bu çaba niçin, neredeyiz? Sorudur oruç, dahası soruya verilen cevaptır oruç. Bir çağrıdır oruç. Bağlanmanın, yakınlığın yeniden değerlendirildiği, noksanların tamamlandığı zaman: Oruç, bu ümmete bağışlanmış; sağı ölüden, diriyi cansızdan ayıran, fark ettiren kutlu bir nimet ve emanettir.
Oruç bir şifadır. Orucun şifa saçan ellerinde Müslümanın kalbi onarıla onarıla, Ramazan hilâli büyüdükçe nefsin hilâli küçüle küçüle, öyle bir geceye gelinir ki, nefs; başına, dünya kirlerini yıkayıp alıp götüren sıcak suların döküldüğü bir ölüye yaklaşır. Onu yıkayan meleklerin dünyamıza indiği gecedir Kadir gecesi.
Evet, bunalan insan oruç burcuna sığınmalıdır. Zira oruç bir ruh şölenidir, samanyolunda bir ziyafettir, insanın yücelişidir. Şifadır oruç. Dahası mı, dahasını isteyenler için; Sezai KARAKOÇ’un, Ramazan ve oruç hakkındaki yazılarının toplu olarak sunulduğu “Samanyolunda Ziyafet” adlı kitabını bir ramazan rehberi olarak okumalarını tavsiye ederek yazımız sonlandıralım. Selam ve muhabbetle.