MASUM DEĞİLİZ HİÇ BİRİMİZ
Nereye Gidiyoruz
Din de ahlak da kar etmiyor, çünkü her değer çiğnendi, her emin, eminliğini bozdu ve ağır darbe aldı. Din ve ahlak söylemleri pazara düştü. Kimse yerden alıp kaldırmadı; tam tersine onu kullandı. Artık sadece politikacılar değil; onu pazarlamacılar, sıradan tüccarlar da kullanıyor…
Toplum güzelliğini bozdu; kavimlerin helakına sebep olan fiillere karşı da duyarsızlaştı, Allah’tan uzaklaştı. Toplumun bel bağladıkları ise adeta bitti. O ki zorbalığını, o ki hırsızlığını, o ki adaletsizliğini itiraf etti ve üç maymunu aradı. Masum değiliz hiç birimiz. Üç maymuna döndü neredeyse toplumun tüm kesimleri.
Mesela Batman’daki Vahşet
Vahşice katledilen gencin babasını Nuri YÜKSEKBAĞ, olayı anlatırken yürek parçalıyor. Yakınıyor baba. Kan davasının nedenini, otogarda katledilen oğlunun öldürülme şekline itiraz ediyor. Kendisine anlatılanlara göre Suat’ ın yaklaşık 35-40 dakika yaralı bir şekilde hiç müdahale edilmeden bekletilmesine itiraz ediyor. Kütahya’ da mevsimlik işçi olarak çalıştığını, öldürülen oğlunun da askerliğini yeni bitirdiğini ve yanına çalışmaya gelmekte olduğunu, onun da yardımıyla çalışıp kalan kan parasını ödemeyi düşündüklerini ama karşı tarafın barışı beklemediğini, oğlunun üzerinde on iki bıçak darbesinin olduğunu belirtiyor…
Yaşanan bu olay ve anlatılanlar hangi gerçekleri gün yüzüne çıkarmakta acaba?
Sosyal medyada, o gencin yerde yaralı haliyle nasıl can çekiştiğini sosyal medya kullanan çok insan gördü. Birçoğumuzun yüreği bu tür görüntülerin tamamını izlemeye el vermiyor.
Toplum olarak değişmemizin nedenleri nelerdir?
Ekonomik dengesizlik ve sıkıntılar, değerlerdeki aşırı aşınma, tolumu sahiplenenlerin güvenilirliğindeki aşınma, kurumlara olan güvenin sarsılması, eğitim sisteminin aşınması, yabancı yasların içerdiği yasaların dayatılması, medyadaki ciddi kirlenme…
Oğlu öldürülme riski altında olan bir ailenin, 100 bin lira için mevsimlik işçi olduğu bir sosyoekonomik gerçeklik.
Halen kan davası diye bir olgunun var olması.
Bir insanı, bir canı, bir genci kurtarmak 100 bin lira bulmanın bu derece zor olması gerekli miydi?
Bu ayıp hepimizin değil mi? Bu ayıp hepimizin ve masum değiliz hiç birimiz!
İslam Toplumu Mümkün mü?
İslam’ın önemsediği hususlardan biri de mahremiyettir. Modern seküler toplumlarda mahremiyet inançlı kesimler için zorluklar taşıyor. Sosyal hayatta bu zorluklar, Müslüman ülkeler denen ülkelerde de mevcut. Mesela otobüste bazı erkeklerin bu hususlara riayet etmemesi, bir bayanın yanına gidip oturmaları veya tersi, bir bayanın gidip erkeğin yanına oturması gibi.
El sıkışma da bunlardan biri. Aslında bu durumun helal veya haram olmasından ziyade bir kural ve tedbir olduğu yaklaşımı da var. O yüzden sadece inançlı kesimin değil, diğer kesimlerin de bu konuda bilgilendirilmesi ve bir bayan elini vermiyorsa, ona el uzatılmaması gerekliliği, dokunulmazlığı, bilgisi verilmelidir. Tıpkı, Müslümanların domuz yemedikleri, içki içmedikleri gibi; bayan ve erkeklerin birbirleriyle el sıkışmadıkları da bilinmelidir.
Böyle bir durumun, eli havada kalan kişiye karşı bir hareket olmadığı bilinmelidir. Çoğu inançlı insan hayatın temposu içinde bazen zor durumda kalarak veya öyle hissederek el sıkışmak durumunda kalmaktadır. Ancak güzel olan bunun da olmamasıdır. Bu kuralın önemli olduğunun ve toplumda yaşatılması gerektiğinin bilinmesidir.
Norveç'in Barum şehrinde saldırıya uğrayan El Nur İslami Merkezi Camisi, geçmiş olsun ziyaretine gelen Norveç Veliaht Prensi Haakon'dan, kadınların dini gerekçelerle tokalaşmayı reddetmesi üzerine elinin havada kalması, son günlerde bu konuda yaşanan canlı bir örnek. Batılılar bazen bu konularda Müslümanlardan daha anlayışlı ve bilinçli olabiliyorlar oysa Müslüman ülke denen ülkelerin birçok liderinde aynı hassasiyeti görememekteyiz.
Aslında toplumun tüm inançlı kesimleri için bu tarz düzenlemeler yapılması gereklidir çünkü bu hususlar insani haklardandır.
“Arkadaşını Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyelim”
Arkadaşlık yaptığın kişinin karakteri, senin de ne mal olduğunun ölçütüdür, şeklinde anlamlandırılabilecek bu atasözü, devletler için de büyük ölçüde doğrudur. Ancak devletler için istisna ve mecburiyetler farklı olabiliyor. Çünkü devletleri etkileyen bir çok unsur mevcut: Halkın baskısı/etkisi/coğrafya/konjonktür, ittifak ve anlaşmalar, -varsa- devleti elinde tutan muktedirler/derin güçler…
Buna rağmen dikkatli olmalı, onurlu davranmalı. Çoğu zaman politikacılar, halkı kadar basiretli olmayabiliyor. Tarih, bunun örnekleriyle doludur.
Son yıllarda artan ve 11 Eylül saldırılarıyla gün yüzüne çıkan savaşlar ve dünyanın yeniden şekillenmesinin, üçüncü dünya savaşının başlamış olduğunun açık göstergesi. Küresel hesaplaşmalarda en çok zarar görenler halklardır, zayıflardır.
Durağan dönemin kurallarıyla hareket edilemez. Aslında durağanlık yoktur. Kimileri, 3. dünya savaşının aslında 2. dünya savaşının hemen ardından başladığını daha doğrusu, ikinci dünya savaşının, üçüncü dünya savaşı şeklinde devam ettiği görüşünde.
İkinci dünya savaşı ardından kurulan ittifaklar ve küresel kurumlar işlevini yitirmiş, misyonunu tamamlamıştır. Yeni konsept, şeklen de olsa meşruiyetten uzak ve güce dayalı algı yöntemleri ile yürümekte. İttifak ve düşmanlıklar oldukça flu ve geçişkenlikler arz edebilmekte.
Bu vesileyle, Türkiye gibi kendine yeni yol arayan ve kendini sahaya atmış olan aktörlerin yok olma ya da küllerinden yeniden -olabilirse yeni bir misyonla- doğmaları sürecinde oldukları söylenebilir.
Bu durum, eski ittifakları ve yeni yükselen güçlerle kurulacak dengeli ama gerekmedikçe dengeleyici olmayan yeni tarz politikaları gerektirebiliyor. Bunun kararını vermeli ve eski ittifaklarından kurtulurken, onları karşısına almamaya da özen göstermesi gerekebilir ancak unutulmamalıdır ki, onlar bu ülkeleri karşısına almıştır.
Bu bağlamda NATO ile olan ilişkiler oldukça hayati öneme sahiptir. Tam da burada Atasoy Müftüoğlu’ na kulak verelim:
“NATO’nun yeni bir stratejisi vardır. Bu yeni strateji, İslam dünyasında hiçbir ülkenin tayin edici, belirleyici bir güç haline gelmesine izin vermemektir. Birincisi budur. İkincisi; Yine İslam dünyasından hiçbir ülkenin İsrail’i tehdit edecek bir noktaya gelmemesini sağlamaktır. Üçüncüsü; İslam dünyası toplumlarında İslam’ın bir siyasal, ekonomik bir model olarak ortaya çıkmasını sağlayacak bütün çalışmaları bertaraf etmektir. Yani NATO yalnızca askeri bir örgüt değil, aynı zamanda bir siyasal örgüt ve Emperyal sistem adına bu projeyi gerçekleştiriyor”
Bu duruma göre; zayıf ülkelerin, bölge ülkelerinin, Müslüman ülkelerin, küresel egemenlerin oyunlarıyla zayıflayıp yok olma tehlikesine karşı uyanık olmaları ve birlikte hareket etmelerini hayati derecede önemli ve kaçınılmaz kılıyor.
NATO, güvenilmez bir terör örgütüdür. Terör örgütleri kuran, savaştıran, dünyada aynı çapta örneği olmayan özellikleriyle terör ve savaşların ana kaynağıdır. Ondan kurtulmak zorlaşmıştır. Onu terk ederken çok dikkatli olmalı. Onu terk etme gereğinin idrakine varmalıyız. Hem halk olarak hem de ülkeler olarak.
Bu yeni durumu, idrak edebilmek siyasi bir bilinç gerektirir ancak esas mesele bu duruma uygun bir strateji belirlemektir. Siyasi bilincin ahlakla orantılı bir ilişkisi vardır.
Türkiye, güvenli bölgeyi ABD ile kurmaya karar vermeden önce, bu bilince oldukça yaklaşmıştı.
Rabbim mazlumları korusun, bölgemizdeki idarecilere basiret, adalet, merhamet, feraset ve cesaret bahşetsin.
Onları, küresel egemenlere ve küresel/istilacı teröre karşı birlik olmaları yönünde harekete geçirsin. Bu, var olma birlikteliğini, mazlumların kırmızı çizgisi yapsın. (HABER MERKEZİ)