SUSMA ORUCU
Kelam isminin sahibi olan Allah, canlılar içinde yalnız insana konuşma yeteneği bağışlamıştır. Bu itibarla insanın bu yeteneği Yüce yaratıcının “Kelam” isminin tecellisidir. Konuşma organı dil olduğu için mecazi olarak konuşmaya da dil denilmiştir. Ehmed-é Xani Nubihar kitabında çok güzel ifade etmiştir:
“Hemd u sena u şükrani / ji bo wî Xalıq-é Rehmanî/ Go fesahet u beyan daye lisanî/ Lisan daye insanî..”
Türkçesi şöyledir: “Hamd övgü ve şükür/ O Rahman olan Yaratıcı içindir/ ki O, takıntısız, akıcı, açık ve kusursuz söyleme ve açıklama özelliğini lisana vermiş, lisanı da insana vermiştir.”
İnsanın elde ettiği tüm güzellikler ve kazanımlar dilinin etkisiyle olduğu gibi, başına gelen tüm olumsuzluklar da dilinden kaynaklanır. İnsanı aziz eden de esir eden de dilidir. Bu nedenle dilini yerinde kullanması, gerektiği durumlarda dilini tutması öğütlenmiştir. Hz. Ali (RA)’ın, “Sırrın senin esirindir, onu konuşursan sen onun esiri olursun!” sözünü herkes kulağına küpe etmelidir. Dili tutma konusunda, peygamberimizin (ASV) hadisleri ve bu hadislerden ders alan büyüklerimizin yüzlerce deneyimden sonra kanunlaşan sözleri bize ışık tutmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Hz.Zekeriyya’nın ve Hz Meryem’in uç gün süreyle suskun kalıp meramını sadece işaretle bildirmeleri anlatılmakta ve bu susma halinden “oruç” olarak söz edilmektedir. Söz konusu bu “susma orucu”nun Allah tarafından kendilerine emredildiğini ayetlerden anlıyoruz. Yüce Allah Cebrail (AS) aracılığıyla Hz. Meryem’e şöyle hitap etmiştir: "Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: ‘Ben Rahmân için susma orucu adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım’ de." (Meryem Suresi, 26.) Hz. Yahya’nın doğacağı müjdesini alan Hz. Zekeriyya, “Ey Rabbim, bana bir ayet ver, dedi. Allah, ‘senin ayetin tam üç gece insanlarla konuşmamandır’ buyurdu. Bunun üzerine mabetteki mihrab denilen hücreden kavminin karşısına çıktı ve “sabah akşam teşbih edin” anlamında işaretle konuştu.” (Meryem Suresi, 10-11.) Ayette, “ewhâ ileyhim: onlara vahyetti” şeklinde ifade edilmiştir. “Vahiy” kelimesi sözlükte “ses olmaksızın işaretle konuşmak” anlamında olduğu için, biz de “işaretle konuştu” şeklinde çevirdik.
Hz. İsa’nın ve Hz. Yahya’nın doğum müjdesinden sonra Hz. Meyem’e ve Hz. Zekeriyya’ya susma orucunun görev olarak verilmesi, o zamanki şeriatte böyle bir ibadetin bulunduğunu ve doğum müjdesi nedeniyle bu orucun üç gün süreyle tutulduğunu anlıyoruz.
Susma orucu, Peygamberimizin (ASV) şeriatinde bir ibadet olarak yer almamıştır. Fakat Kur’an ayetlerinde yer aldığı ve bize de öğüt verdiği dikkate alınırsa bu oruca bazen ihtiyaç olabileceği görülür. Çeşitli sakıncalar nedeniyle dilimizi tutmamız gereken durumlar olabilir. Böyle hallerde bu orucu tutmamız gayet meşrudur. Bazen olur ki ne kadar dil döksek de muhatabı ikna edemeyiz, inandıramayız. Hz. İsa’nın doğumu olayında Hz. Meryem ne kadar da dil dökse, ön yargılı kavmini ikna edemezdi. Susma orucunun ne kadar yerinde olduğu açıktır. Sözleri tersine çevirmenin, iftira ve yalancılığın, yalan haberin çok yaygın olduğu günümüzde, susmanın veya daha az konuşmanın, bazı konularda dili tutmanın ne kadar önemli olduğu açıktır. İnsan, vücudunu örttüğü gibi, içinde saklı bazı bilgileri de örtmeli, kalbindeki her şeyi dile dökmemelidir. Akıl bunu gerektirir. Onun içindir ki büyüklerimiz çok veciz bir ifadeyle “Akıllının dili kalbindedir, ahmağın kalbi dilindedir” demişlerdir.