İNANCIN TRAJİK HİKÂYESİ
Hayata ve içindekilerebir açının (perspektif,nokta-i nazar, paradigma, parametre) penceresindenbakarız daima. Bu, bir tercih değil, bir zorunluluk, birkaçınılmazlıktır.Açısız bakabilen bir yaratılmış yoktur yeryüzünde. Bütün açılardanaynı anda birden bakabilen bir yaratılmış da. Bu vasıf,(manzar-ı âladan bakış)Allah’a mahsustur. Bakış açısını belirleyen açılar nedir? Daha doğrusu bu bakışaçılarının kaynağı nedir? İnsanoğlu herhangi bir şeyeaçısız bakamayacağınagöre, her açının da üzerine bina edildiği bir açı veya açılar zinciri vardırmutlaka. O açıların da bir açısı, onun da bir açısı, onun da bir açısı…Silsile, “ devr-i teselsül ” şeklinde devam edip gider. Anlamlandırmakiçin bu silsileyi bir yerde kesmek veya durdurmak gerekiyor.
Bunun için de yinehariçten başka bir açıya ihtiyacımız var. Bu açının belirleyici ölçütününduygularımız ve akıllarımız ve iradelerimiz olduğu gayet açık. Bakılan şeyler,bakış açılarına göre anlam kazanıp renk alıyorsa, hangi bakış açısının daha‘güvenilir’ olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Yazık ki bu tespit işini‘nesnel’ ölçüler içerisinde yapabilecek bir fani yok şu koca dünyada. Bakışaçılarımızın ‘güvenirlik’ ve ‘geçerlik’ göstergesi o bakış açısına olan “öznel”inancımızdan başka bir şey değil. Her şey bu anlamda bir bakış açısı meselesi.
Dinler örneği üzerindengidersek, her inanç mensubu, kendi “öznel” ve “sübjektif” inancına “nesnel” ve“objektif” bir duygu ile inanır.Çünkü inançlarının kaynağı olan “kutsalkitaplar” onlardan böylesi bir kesin iman (yakin) ister. İç dünyasında kesinlikler vemutlaklıklar hâkim ve fakat dış dünyaya geçince bu kesinlikler ve mutlaklıklar,olasılıklar ve görecelikler dünyasının katı ve sevimsiz gerçekliğiyle yüzleşmekzorunda. Bu bakımdan her inanç mensubu bir ikilemin (dualizm) trajik hikâyesiniyaşar bütün yaşamı boyunca. Mutlaklık ve izafilik arasında yaşanması kaçınılmazolan bu çatışma veya sürtüşme ölümüne kadar bırakmaz yakasını onun. Onun için inanmakikilemi tercih etmektir.Bilerek, görerek, isteyerek ve kimi zamandaistemeyerek.Bazen inanç mensubu, bu ikiliği aşmak veya çözmek amacıylakesinliklerini reel olan olasılıklar dünyasına tatbik etmeye çalışır, bu durum-zorunlu olarak- şiddet, terör, kaos şeklinde gösterir kendisini.
Bakış açılarını besleyenamillerin başında ön-yargılarımız ve ön-algılarımız gelir. Çoğunlukla doğuştan,coğrafi ve sosyal çevre tarafından şekillenir bu yargılar ve algılar.Ön-yargısız ve ön-algısız hayata bakamayan tek varlık insanoğlu. Bunlar,hayvanlarda yoktur, onların bilinçleri yoktur çünkü. Bu yargılarımızınoluşumunda katkımız ne kadar bizim? Daha uygun bir söyleyişle bunlarınteşekkülünde herhangi bir rolümüz ve dahlimiz var mı? Dinlerimiz vekimliklerimiz bir parça bu ön-yargılar ve ön-algılarımız ile ilintili olduğundanbunların seçiminde bizler ne ölçüde özgürüz. Tabiatı ve içindekileri, bakışaçılarımızın etkileyici ve besleyici dinamikleri olan bu melekeler sayesindeanladığımıza ve kavradığımıza göre iyi-kötü, güzel-çirkin, haram-helal gibiontolojik ayrımlarımız biraz da bunlara eşlik ederek veya paralel olarakşekillenmiyormu? Kısacası bu melekelerin yönünü tayin etmede ne kadarmuktediriz?
Dünyaca ünlü birfilozofun kendi çocukluk dini olan Hıristiyanlıkta ısrar edişi, yine dünyacaünlü bir bilim adamının kendi çocukluk dini olan Budizm’de ısrar edişi vebunları da anne- babalarının dini üzerine kalmak gibi romantik bir isteğebağlamalarının biricik nedeni, öznel olan bu bakış açıları ve onları besleyicikonumunda olan ön-yargılarından/ön-algılarından başka ne ile açılanabilir? Yaşambir bakış açısı meselesi. Eminim, şu an bu satırları okuyan pek çok insan-bu satırların bizzat kendisinden ziyade- bu satırların yazarının hangi bakışaçısıyla bunları kaleme aldığını anlamaya ve kestirmeye çalışıyordur. Doğaldır,çünkü bizler çoğunlukla ne denildiğine değil, nerden denildiğineönem veririz. Yani bakış açısına.“Ne” nesnesine anlam veren “nerden”tümlecidir çünkü.