ZİHNİ DEĞİŞİM
Değişim, etkileyici bir olgu.
Dinamik, yaşayan.
Kadim bir kural.
Değişim; daha popüler ve daha popülist bir gündem ve süreç olagelmiş. Durağanlık, statik olan; kısır; değişim ve dinamik olan ise doğurgan/üretken olagelmiş ya da öyle bilinmiş ve öyle vasfedilmiş.
Bugünün sorunu; küresel dizayndır. Bu dizayn; küresel egemen irade eliyle; dünya sathında/tabiat, insanın doğası, zihinsel yapımız, eğitim, ekonomi, haberleşme, siyaset, din ve diğer tüm olgu ve benzer tüm etkileşimleri kapsayan geniş bir alanda icra ediliyor.
Devasa bir gücü elinde bulunduran bu irade; her türlü sabite ve değere karşı nezaketsiz, adaletsiz ve köksüz davranmakta; insani, vicdani ve ahlaki hiçbir değer taşımamakta; telkin ve uyarılarda bulunanlara karşı da acımasız bir yok etme süreci başlatmaktadır. Bunun adı; bozgunculuktur. Bu irade; yeryüzünde bozgunculuk yapmakta ve bozgunculukla mücadele etmek ise şerefli her insan ve toplum için en öncelikli meseledir.
Bu mücadeleyi sürdürebilmek için; bilinçli bir yöne doğru zihni bir gelişim ve değişime ihtiyacımız olduğu muhakkaktır.
İnsanlığın, içinde bulunduğu kısır döngü ve kaostan kurtulabilmesi için kendini doğru konumlandırması; bu dünyadaki misyonunu, değerliliğini ve gücünü keşfetmesi/fark etmesi oldukça önem taşır. Bu yüzden o; kendisiyle, doğa ile ve Rabbi ile yeniden yüzleşmeli ve barışmalıdır.
“…onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.”76/2
Neyi, nasıl işitip nasıl göreceğiz? Görüp işittikten sonra ne yapacağız? Küresel hegemonya ve onun iletişim sistemlerinin işitmemizi ve görmemizi istedikleri şeyleri mi işitip görüyoruz? İşitip görmemizi istemedikleri şeyler nelerdir? Bu bağlamda; kendi kavramlarımıza dönmek; basiret, feraset, hikmet, tefekkür, tevekkül ve eyyamüllah gibi zihni körlüğümüze çare olacak anlamlara dönmemiz elzemdir.
İnsanlık, artık hem fikri/zihni/kültürel hem de fiziki bir kuşatma ile karı karşıyadır. Şehirlerin, ülkelerin, bölgelerin kuşatılması söz konusu. Denizlerin, hava sahalarının, karaların; çocukların, kadınların, mazlumların, ötekilerin ve tüm direnenlerin kuşatılması ve teslim olmaya zorlanması söz konusu.
Dünya üzerinde kötüyü görmek istiyorsak; kötü budur. Şeytanı görmek istiyor ve onu taşlamak istiyorsak; şeytan budur. İzzeti/şerefi/onuru/özgürlüğü/bağımsızlığı/ değerliliği görmek istiyorsak; o da; dini, ırkı vs ne olursa olsun bu kötülükle/küresel vesayetle mücadele etme künhüne varmış ve kendince bu yönde hissedişleri ve çabaları olanlara bakabiliriz.
Gazze’ yi/Filistin’ i, Arakan’ ı, Keşmir’ i, Suriye’ yi, Irak’ ı, Afganistan’ ı, Yemen’ i, Libya’ yı, Venezuela’ yı ve direnen/teslim olmayan tüm asil iradeleri, tüm onurluları kuşatan bu haydut iradeyi lanetlemeyen ve onun şerrine karşı bir mücadele bilincine yönelmeyen tüm çabaların beyhude olduğu daha nasıl aşikar olabilir?
Tüm bunları görmemek, umursamamak, kuşatılan, aç bırakılan ve ölen bir çocuğun acısı karşısında bir hisse kapılmamak nasıl bir körlük olabilir? Bu körlük; gözlerin körlüğü değil; kalbin, vicdanın, aklın, bilincin, zihnin körlüğü olmasın?
Küresel sömürü sitemine karşı kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bu bir algıdır ve tamamen yanlıştır. İşin sırrını çözenler/uykuda olmayanlar; bunun böyle olmadığını biliyor ve gösteriyorlar. Bu bağlamda herkesin sesi çıktığı kadar haykırması ve kendi çapında çok yönlü bir zihni inşa sürecine girmesinin önemi oraya çıkıyor. Zihnimizi bu algılarla oluşturulan öğrenilmiş çaresizlikten kurtarmak ellerimizde.
Zira susmak ve hep aynı teslimiyet içinde, edilgen bir pozisyonda bulunmak; haklarımıza/kulluğumuza/insanlık onurumuza ve haysiyetimize, hiç kuşkusuz, zarar verir.
O yüzden insanların sürekli bir değişim içinde olması ve bunu doğru yönde gerçekleştirmesi önem arz eder. Zira bir insanın dahi değişimi/uyanması/fark etmesi ve haykırması toplumların uyanmasına vesile olabilecek bir potansiyel barındırır.
Aşağıdaki hikayenin, buna iyi bir örnek olacağını düşünüyorum.
Bir baba, belki vakti müsait olmadığı için, çocuğunun dışarıda oyun oynama teklifini, onu kırmadan geçiştirmek için çocuğun eline; küçük parçalara bölünmüş bir kağıt tutuşturur. Baba; bu dünya haritasını birleştirirsen gideriz, der. Harita çok karmaşıktır ve çocuğun bu parçaları kısa sürede doğru şekilde birleştirmesi neredeyse imkansızdır.
Baba; işin uzun süreceğini, dışarıya gitme işinden sıyıracağını hesaplar. Çok geçmeden çocuğun, elindeki kağıdı birleştirmiş şekilde getirdiğini gören baba; hayretler içinde kağıdı kontrol edip, doğru şekilde birleştirildiğinden emin olduktan sonra çocuğa; bunu nasıl başardığını sorar.
Çocuğun verdiği cevap gayet ilginçtir. -Bu cevap da aslında önemli bir değişim ilkesidir.-
Cevap şudur; kağıdın diğer yüzünde daha kolay olan insan resmi vardı. İnsanı düzeltince; arka yüzdeki dünya da kendiliğinden düzeldi.
Birkaç saniyelik bir reklam filminin bile birçok alanda uzmanlaşmış ekiplerce hazırlandığı, tekelleşmiş iletişim ve etkileşim imkanlarının küresel bir dizayn/proje kapsamında kullanıldığı bu çağ; algı/post truth çağı olarak adlandırılıyor.
Dijital çağın teknik araçları ve küresel algı, toplumları küresel liberalist girdaba doğru sürükledi, sürüklemekte. Bu da küresel bir insan tipini ve aynileşmeyi beraberinde getirdi.
Bu durum; insan fıtratına uygun bir gelişme değildir. Çünkü insanın fıtri formunu, toplumların özgünlüğünü ve her alandaki farklılıklarını yok ediyor ve önemsizleştiriyor.
Oysa insan türü; “birbirleriyle tanışsınlar diye” bir takım farklılıklarla yaratılmış ve bu farklılıkların da birer ayet olduğu yaratıcı tarafından belirtilmiştir.( Rûm: 22)
Dolayısıyla tekdüzelik, rutinlik ya da tek tiplilik; insan gibi donanımlı ve büyük potansiyele sahip bir varlığın ruhunu öldürme, onu robotlaştırma, iradesi ve tercihleri üzerinde vesayet/hegemonya kurma anlamına gelir.
Şükredenler; belirsiz, edilgen, yönsüz ve başka otoriteler tarafından tasarlanmış değişim uygulamalarına karşı ciddi reaksiyon gösterenlerdir. Sahipsiz değiller. Seküler mecralara, tarzlara uygunluk göstermez, tabi olmaz, özenmezler. Onların uyduğu ilahi bir proje ve tabi oldukları rableri vardır.
Onun değişimi, ilahi programa ve esaslara göre olur. Onun değişimi; daha iyi bir kul olma yolunda, donanımlarını daha verimli kullanıp engellerle mücadele etmeye; tüm sahte otoriteleri kaldırarak ve kendisinden başka ilah olmayan otoriteye hakkıyla boyun eğmeye; özgürlüğe ve kemale ulaşmaya yöneliktir.
Şükredenler; sahte ve birden fazla otoritenin tutsağı olmaya değil; tek ve gerçek ilaha teslim olarak; özgürlüğe yönelen bir değişimin içinde olanlardır.
Aslında başı bozuk ve yönsüz bir değişimden de söz edilebilir. Değişim; kaçınılmaz bir olgu, bir realite ama değişimi de değerli kılan ne ola? Her değişim, değerli olabilir mi, her değişim ileriye/doğruya/daha iyiye yönelik olabilir mi?
Yoksa ‘her değişim; her türlü durağanlıktan/sabitten değerlidir’ ilkesi midir, değişimi ifade eden?
Değişim, hep planlanan bir olgu mudur, ne oranda planlanabilir? Değişen nedir, değişmesi gerekeni; kim, nasıl belirler ya da belirlemeli?
Değişime direnmek her zaman olumsuz mu?
İslam’ ın kategorik olarak, insanları şükredenler ve nankörler olarak ikiye ayırması ciddi bir kuraldır ve sabittir.
Şükredenlerin; kavramları, anlamları, akılları, bilgileri/bilgilerinin mahiyetleri/bilgi kaynaklarına/kesine ve muğlaka, dolayısıyla büyük resme/varlığa/varlığın niteliği, çeşitliliği/sahibi/ontolojisi ve genel anlamda tüm mevcudatın işleyişine bakışı/inanışı/düşünüşü/hissedişi/yaşayışı/duruşu/tüm bunların toplamı anlamında; dinleri farklıdır.
Şükredenler; tüm değişimini bu minval üzere/sabit olan/vahye dayalı olarak gerçekleştirmeyi değerli görür ve fıtri/doğal olan değişime de direnmez.
Şükredenler/inanalar; değişmezleri/korunması gerekenleri, fıtratı/ilahi formu, sabitleri, değer ve ilkeleri, adaleti, dini, aklı, sorgulamayı, eleştirmeyi, hayatı, doğal dengeyi vs değiştirmeye yanaşmazlar.
Günlük hayatı daha verimli kılmak ve tekdüzeliğe karşı yapılan değişiklikler elbette olumludur. Gelişme, rutinleri sıkıcı olmaktan çıkarma, hayata renk katma gibi gündelik değişiklikler hayatın değişmezlerinden olduğundan; bundan kaçınmak elbette önerilmemekte. Ancak, değişimin kendi ideolojisi olduğu ya da değişimin aynı zamanda ideolojik bir kavram olduğu da utulmamalıdır. Bu bağlamda modernitenin neredeyse değişime tekabül eden bir kavram olduğu akla gelebilir, gelmeli de…
Tüm olgu ve oluşları etkilemesi bağlamında en önemli ve ilgi çekici olan değişim; insanın/toplumun değişimidir. Bu değişim tarih boyunca konuşuldu ve konuşulmakta. İnsan denen meçhulü/malumu oturtacağımız yere göre tüm varlığı yorumlar ve ona göre bir yaşam kurarız veya öneririz.
Bu yüzden, tarih, aslında insanın/toplumların serüvenine odaklıdır.
Peygamberler, bilgeler, filozoflar hep bu konuyla ilgili olmuşlardır. Bu değişimin yasa ve ilkeleri hep tartışılmış ve tartışılmaya devam etmektedir.
Yaşadığımız çağda da önemli değişimler olmakta, öyle ki; değişim bile hiç bu denli değişkenlik göstermemişti denebilir. Değişimin yönü, değişime tepkiler ve yaklaşımlar tarihin hiçbir döneminde bu denli girift olmamıştı…
Bu çağdaki değişim; fıtri, kadim yasalara karşı fiziki bir müdahale imkanı bulduğunu düşünen insanın, en cüretli denemeler yapmaya yöneldiği bir tarzda cereyan ediyor…
Korunmamasının genel ifsada yol açacağı vahiy tarafından uyarılan kodlarla oynama yoluna gidilmektedir. İnsanın zihni kodlarıyla oynanmak istenmektedir ve bunu; bu defa fiziki/biyolojik ve dijital müdahalelerle yapmak istemektedirler.
İnsanın cahili duruşu bağlamında bir değişiklik değil bu; sadece araçsal farklılıklar/teknolojik imkanlar dahilinde seyreden bir cüret var. Yoksa insan; nankörler ve şükredenler bağlamında niteliksel bir değişikliğe uğramamıştır.
İslam’ da değişimin bir hedefi vardır; yönü, amacı, şekli, şartları vardır. Değişim, bir kemale doğrudur. Boşlukların doldurulması, görevin tamamlanması istenir ve insandan; ona tanınan inisiyatifleri/donanımları/potansiyeli kullanması/doğru kullanması; harekete geçmesi istenir.
O yüzden İslam; modernizmin tersine, her değişimi değerli görmez. Modernizmin; her eskiyi olumsuz ve terk edilmesi gereken; olumlu olmanın/tercih edilmesi gerekenin yeni olması gerektiği yaklaşımını tanımaz. Bu ilke; kendimizi yeniden aramanın yollarını kapattığı; insanın serüvenini geçmiş kodlarından kopardığı, onu köksüzleştirdiği, edilgen kıldığı ve yönsüzleştirdiği için iflas etmiştir. Değişimin alanlarını, doğasını, fayda ve zararını, sınırlarını, niteliğini, toplumsal ve şahsi olanını belirleyen; köken/ilkeler olmalıdır...
Mekan değiştirme, hicret, düzen değiştirme, kişi ve toplumu değiştirme gibi tüm değişimlerin; çok yönlü ve geniş bir mahiyeti vardır, İslam literatüründe.
Bu bağlamda; neyi, nasıl ve niçin, hangi şartlarda yapacağımıza dair yol göstermeler vardır. Yapılmadığında, gerekli değişim sağlanamadığında; ne gibi sonuçlarının olacağı uyarıları da…
Değişim, olumsuza doğru yaşandıkça; Allah; değişimi fıtri olana/iyi olana yöneltmek için elçiler göndermiştir hep. Kur’ an’ da; toplumların değişme/değişmeme nedenlerinin yol açtığı sonuçlardan/cezalandırılmalardan veya ödüllendirmelerden bahsedilir. Bu, aynı zamanda Kur’an’ ın tarihe bakış açısının da en önemli temellerinden biridir…
Cevdet Said’ in Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları adlı çalışmasını hatırlarım. Orada ilgi çeken bir ayet odak olmuştu: Ra’d Suresinin on birinci ayeti.
Mevdudi’ nin, “Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim” adlı eseri ya da Ali Şeriati’ nin “öze Dönüşü” ve daha birçok mütefekkir ve eser; genel olarak değişimi ele almıştır.
Değişim kavramı, İslam dünyasında hep var olagelmiştir…
‘Çağa göre değişim’, ‘çağ değişiyor’, ‘zamana ayak uydurmak’ gibi muğlak anlayışlara göre bir değişim, yönsüzdür ve bataklıktır.
İnsan ve toplumun; iyiye, şükre, kulluğa, bilgiye, olumluya, fıtrata, iman ve salih amele yönelik bir değişimi esastır ve değerlidir. Hangi çağda ve zamanda olursa olsun; şükredenlerin değişim yönü; ilkeleri/değişmezleridir.
Şunu kesinlikle söylemek mümkün ki; kişi değişmeden; insan/toplum/dünya değişmez.
Her değişim talebi, öncelikle kendimizi değiştirmeye yönelik olmalıdır. Önce kendimizi değiştirmeden; ne ailemizi, ne de toplumumuzu değiştirme önerisi ve çabası anlam kazanabilir. Bu yüzden toplumda önemli değişikler sağlayan elçilerin, önderlerin; topluma, bizzat kendilerinin öncülük ettiklerini ve örnek olduklarını görmekteyiz. Onlar değişimi; önce kendi hayatlarına yansıtmış ve topluma örnek olmuşlardır.
Değişim, insanı/toplumları güçlü kılar. Onların, potansiyellerini fark etmelerini ve doğru kullanmalarını sağlar. Olumlu yönde değişim gösteren toplumlar büyük başarılara imza atarlar. İnsanlığın barış ve selameti, adaletin tesisi için, insanın; özüne/fıtrata yönelik bir değişime ihtiyacı olduğu her geçen gün kendisini daha iyi hissettirmektedir.
Değişimimizin anahtarı; Kuran’ dır. Tüm ayetlerin anlamı ondadır. Kainat ayetinin, insan ayetinin, tabiat ayetinin, güneş ayetinin, ay ayetinin velhasıl tüm ayetlerin doğru anlama oturması ve zihnimizi basit ve yararsız olandan arındırıp, sağlıklı bir duruşa sahip olmamızın yolu; Kuran’a tabi olmaktan geçer.
Rabbin terbiye edeceği bir değişimi talep etmek; erdemlerin en büyüğüdür. Değişime yönelik tüm çağrılarımızın öncelikle kendimize olduğu bilinciyle belirtmek gerekir ki; Geldiğimiz ve döneceğimiz yöne doğru değişmeliyiz.
Eğer değişmezsek; küresel zorba sistemi tanıyamayız, değişmezsek; gündemimizi, önceliklerimizi doğru belirleyemeyiz, değişmezsek; güzel ve barış dolu bir gelecekten bahsedemeyiz, bağımsızlıktan, adaletten, hayattan, çocuklara güzel bir dünya bırakmaktan bahsedemeyiz…
Değişmeliyiz ve önce zihnimizi; sahte olan her ilah ve Rab’ dan arındırmalıyız.
Önce alan temizliği yapmalıyız.
Üzerimizdeki tahakkümü, ipoteği, vesayeti, proje ve algı operasyonlarını doğru tespit etmeye yönelik basiret geliştirmeliyiz.
Önce zincirlerimizin farkına varmalıyız.
Başımızı nereye çevirirlerse çevirsinler; gözlerimizi küresel zincirlerden ayırmamalıyız.
Açlığı, tahakkümü, adaletsizliği, kuşatmaları, mazlum coğrafyalardaki küresel istikbarın üslerini, bankalarını, vesayeti, terörü, talanı, savaşları, soykırımları, orantısız saldırıları, yaptırımları, kaybolan çocukları, yurtsuzlaştırılanları, ötekileri, ötekileştirilenleri, itilip kakılanları, mazlumları, müstazafları, yol yordam bilmeyenleri, küresel ifsad projelerini, işgalleri, ırkçılığı, Emperyalizmi, Liberalizmi, Sekülerizmi, Kapitalizmi Demokrasiyi, sadece ezenlerin insan sayıldığı; insan kaynaklı insan haklarını ve küresel hegemonyanın diğer tüm işlerini ve aygıtlarını, örgüt ve organizasyonlarını, kurum ve kuruluşlarını, sömürü düzenlerini her zaman gündemimizde tutmalıyız. Bunlar zincirlerimizdir.
Neyi kaybettiğimizin ve kaybettiğimizi nerede ve nasıl bulacağımızın idrakine varabilecek bir dönüşüm ve değişime; bir bilinç ve duruşa; bir direnç ve eyleme ihtiyacımız var.
Bizi; özümüze döndürecek; özgünlüğümüzün ve özgürlüğümüzün yollarını açacak bir muştuya ihtiyacımız var.
Bize inen Kur’an’ ın ağırlığını hissetmeye, irkilmeye ihtiyacımız var.
Ne denli bizden görünürse görünsün; nedenli bize benzeyenlerce icra edliyor ise edilsin; bizden olmayan; Allah' ın razı olmayacağı planları ve tertipleri keskin şekilde tanıma, tespit etme, tavır alma ve bizden olan ulülemre itaate götürecek bir basirete ihtiyacız var.
Bizim; eski hikayemize, kaldığımız yerden devam etmeye, ümmet olma şuuruna yeniden sarılmaya ve zafere inanmaya, Allah’ a tevekkül etmeye ihtiyacımız var.
Zincirlerimizin farkına varmadıkça; kanatlarımızı hissedemeyiz.
Küresel sömürü sistemini ve bu sistemde yerimizin/bize verilen rolün ne olduğunu doğru anlayıp algılamadan, zincirlerimizi hissedemeyiz. Biz ıslah edicileriz diyenlerin birer sahtekar olduklarını bilmedikçe, kralın çıplak olduğunu fark edemeyiz. Kendimizden görünenlerin gerçek mahiyetini bilmeden değişemeyiz.
Çağımızın sahte ilahlarının başında kendimizden görünenlerin olduğunu bilmeden, odamızdaki file/gerçek gündemimize odaklanamayız.
Dünyayı sömüren ve inleten küresel sistemi ve baronlarını ve onların içimizdeki temsilcilerine ve üslerine karşı bir bilinç ve duruş sergilemedikçe değişemeyiz.
Değişime direndikçe; zulme direnemeyiz.
Biz değişmeden, değişime kendimizden başlamadan; insanlığın, toplumun, dünyanın ve şartlarımızın değişmesini bekleyemeyiz.
Öyle ise büyük laflar etmek yerine; daha büyük bir laf edelim ve bir çağrıda bulunalım:
Gelin kendimizi değiştirelim!