DOSDOĞRU YAŞAMANIN SONUCU
Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Rabbimiz Allah'tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara melekler gelerek; "Korkmayın, üzülmeyin, size vadeliden cennetle sevinin. Biz, Dünya hayatında da ahirette de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah'ın ikramı olarak (cennette) canınızın çektiği ve dilediği her şey sizindir' derler " (Fusilet: 30,32)
Ebu Amr Süfyan ibni Abdullah es-Sekafi (r.a)'den nakledildiğine göre o şöyle demiştir:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana İslam'ı öylesine tanıt ki, onu senden başka hiçbir kişiye sorma ihtiyacı duymayayım," dedim.
Resûlullah (s.a.v) bana: "Allah'a inandım de sonra da dosdoğru ol!" buyurdu. (Müslim, iman.)
Hakikatten, dosdoğru yaşamak; insanı, insanı kâmil yaptığı gibi, yaşadığı toplum içerisinde muarızları olsa da, genellikle saygı ve ihtiram görmesini sağlar... Hem neden muarızları olmasın ki, Asr-ı Saadet gibi bir zaman da yaşayıp ve Efendiler Efendisini dünya gözüyle gördükleri halde; ona ta'n eden, kin besleyen, hatta canına kastedecek derecede nasipsizler yok muydu? İnsan, Rabbine karşı sadık ve samimi olduktan sonra; varsın herkes düşman olsun, kaybedecek bir şeyi yoktur, çünkü o Rabbini bulmuştur.
Peki, Rabbini kaybeden kimseye bütün dünya olsa da; o, ne yi bulabilir ki? Allah'a iman etmeden yaşayan kimsenin, Karun gibi hazineleri, Firavun gibi güç ve saltanatı, Nemrud gibi hükümdarlığı olmuş olsa da, ne kıymeti var. Çünkü sözü edilen kimseler, Allah'ı tanımadıkları için birer birer toprağa düşüp eridiler. Şimdi ne güç, saltanat ve kuvvetleri, ne hazineleri ne de insanları korkutan fermanları kaldı. Sadece, kendilerinden geriye, kötü bir ün ve kendilerini hakir eden zulümlerinden bir miras bıraktılar.
Evet, Allah'ın Resûlü; kendisinden İslam'ı öğretmesini isteyen Sahabeye, önce Allah'a iman etmesini ve ardından da dosdoğru olmasını öğütlemiştir. Nitekim, Rabbimiz; Habibine: "emrolunduğun gibi dosdoğru ol, vahy ederken; Efendimiz (s.a.v) Hud suresi (112) beni ihtiyarlattı diye buyurmuştur. Çünkü dosdoğru olmak hem çok zor, hem de bedel isteyen bir yoldur. İlahi murada göre dosdoğru olmak, Efendimize zor gelmişse; bizim gibi acizlerin durumu nasıl olacaktır acaba?
El-Ahkaf süresinde Rabbimiz: "Rabbimiz Allah'tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne de hüzün. Onlar Cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacaklardır." buyurmakla, dosdoğru yaşayan kullarının yüksek derecelere sahip olmalarından ve cennetteki mevkilerinden haber vermektedir. Evet, kul için; en büyük şeref ve nasib, Allah'a iman edip ve dosdoğru yaşamaya gayret etmektir. İyi ve erdemli bir Müslüman olmanın yolu, dosdoğru olmaktan geçtiğini unutmamak lazımdır. Çünkü, Allah'a Resulü'ne ve Şeriatının bütün hüküm ve prensiplerine inanmadan, Müslüman olunamayacağı kesin olan bir gerçektir.
Öyle bilmem babam hoca idi, dedem müftü idi, onun da babası Şeyh idi; bizim kalbimiz temizdir falan mesnetsiz şeylerle kendilerini avutanaların geçerli hiçbir gerekçeleri yoktur/olamaz da. Önce iman, sonra ikram kural budur. İnsan için, ancak çalıştığının karşılığı vardır, diye buyuruyor Rabbimiz. İyiliğe mükafat, kötülüğe mücazat bu kadar... Kısacası, Müslümanım diyen herkesin; İslamı dosdoğru yaşama zorunluluğu vardır. Hiçbir Müslümanım, istesem şunu yaparım, istesem bunu yapmam diye bir muhayer değildir. Müslüman ise, Müslümanca yaşamak zorundadır... Müslüman olmayanlara sözümüz ise, Allah onlara da hidayet nasip eylesin. Dua ile.