DAVASINI HEVASINA FEDA EDENLER
Hesabiliğin hasbiliğe tercih edildiği, önceleri dava deyip yola çıkanların, hevalarının davalarına galebe çaldığı; arkadaşlarını yarı yolda bırakanların çoğaldığı, sevgi ve hürmetlerin çoğunun madde ve menfaate dayalı olduğu, dünyevileşme tutkusunun ahiret hayatını ve hesap gününü unutturduğu, zalimin mazlumu ezdiği, nemelazımcılığın havada uçuştuğu bir zaman diliminde yaşamakta ve dava ile heva arasında tercih yapmakla imtihan olduğumuz bir süreçten geçtik/geçmekteyiz.
Dün dava adamı olduğunu her platformda dile getirenlerin bir çoğu, yıllar sonra; davalarını hevalarına tercih etmekle, kulluk sınavını çok kötü verdiklerine şahit olduk. Bundan yirmi yıl önce başka bir şehirde iş ortağı olan iki Müslüman, çevrelerinin gıpta ettikleri kişilerdi. Anne baba bir kardeşten ziyade samimi bir bağları vardı. Aradan yıllar geçti, para pul ve gayrimenkulleri çoğalınca; ortağın biri ayrılmayı talep etti. Araba dükkân ve taşınmaz malların tüm tapu ve benzeri şeylerin hepsi, ayrılmak isteyenin adına olunca; aralarında sorunlar başladı.
Neyse uzatmayalım, anlaşmazlıkları alimlere kadar gitti lakin; tapuların adında olduğu kişi bir türlü sulha yanaşmadı. Mahkemelik falan da oldular galiba neyse ki ayrıldılar. Bildiğim kadarıyla on beş yıldan bu yana hala görüşmüyor ve konuşmuyorlar. İşte dünyalık ve menfaat bu kadar kötü bir şey. Yeri geldiğinde dava mava anlamaz, tek çırpıda davadan vaz geçip hevasini yani menfaatinie tercih etmekten çekinmeyeler vardır.
Birlikte islâmî davayı yürütmek adına, vakıf kurup, aylarca aidat ödeyen, çocuklarının modern cağın cenderesinde erimemeleri için çalışıp çırpınan; davam deyip başka bir şey demeyen, tabir caizse dört duvar arasında sigara dumanları gölgesinde devlet kurup devlet yıkan, ama zoru ve korkuyu gördüklerinde; doksan derecelik bir dönüşle dava arkadaşlarım dediği kimseleri yarı yolda bırakan, dahası bağış için vermiş oldukları aidatlarını mark dolar bazında geri isteyen ve bir çoğunun çevre ve camia değiştirip eski arkadaşlarından selâm kelamı kesenlere şahit olduk.
Biz ne, Mekkenin kızgın kumlarında işkenceye maruz kalan Hz. Bilal gibi davası uğurunda yalnızca Ahad diyebilenlerden olabildik; ne de Hz. Mus'ab gibi da davası uğrunda dünya malını ellerinin tersiyle itebilecek bir nesil yetiştirebildik. Son tahlilde olanlara bakıldığında, özellikle ülkemizde 28 Şubat 1997 de Müslümanların çoğunun nasıl eksen kaymasına uğradıkları görüldü. Son yirmi yıldan bu yana da, özellikle çoğunun daha önceleri dava adamı olduğunu her vesileyle dile getirmekten çekinmeyenlerin; makam mevki ve parayı bulduklarında nasılda çark ettiklerini gördük.
Dava ve Heva arasında tercih yapmakta kalanların bir çoğunun, Davayı bırakıp modern bir yaşam tarzını savunur hale geldiklerine şahit olduk. Politik oluşumları daha önceleri küfürle itham ettikleri hâlde, eksen kaymasından sonra aynı çatıların altında mücadele verip savurulan nice kimseleri gördük. Hasıl-ı kelam; Tevhidi Dava şuurunu temelden kavrayamayan, yürüdüğü yolun dikenli ve engellerle dolu olabileceğine inanmadan yola çıkanlar; mevsimlik heyecanlarına yenik düşen zavallılardır. Yâni dün, dava diye dertleri olanların birçoğunun bu gün; dünya, makam, mevki, servet, siyasî kariyer diye bir gayeleri oluştu. Rabbim! Bizi son nefesimize kadar; islâmî dava şuurundan ayırmasın. Selâm ve dua ile.