PERİKLES'TEN BUGÜNE DÜNYA
Atina ve çevresi, Sparta, yapılan savaşlar, kurulan düzenler, geçirilen evreler batının tarihi ve tabiatı hakkında önemli yer arz eder. Bilgelik, acımasızlık, kölelik, gladyatörlük, sınıflılık, kan dökme/vahşet törenleri, askeri dehalar, cesaret, eğitim, başarılar, savaşlar, mükemmellik, şehirlilik, temsiliyet/demokrası, sekülerlik, tanrılar/din, sanat, hukuk ve felsefe…
Tüm bu kargaşaya rağmen huzuru hep arayan ruhlar.
Tüm bu kargaşaya rağmen, erdem arayışları ve ilklere sadakat.
Bugün, en az Sokrates’in savunması kadar önemli olan ve pek gündeme gelmeyen bir konuşmadan bahsetmek istiyorum. Perikles'in cenaze konuşmasından. Bakalım neler bulacağız. Yaklaşık yirmi beş asır önce yapılmış bu konuşmada, günümüze dair veya günümüzde de geçerli/önemli sayılabilecek bazı izlere/ilkelere rastlayabilecek miyiz? Demokrasi’nin ana ilkelerine yeni bir bakış kazanabilecek; bugünkü Demokrasi’nin geldiği noktayı değerlendirme imkanı bulabilecek miyiz?
Adanma, erdem, yurdunu, insanını savunma ve cesaret gibi kavramların o günkü toplumda yeri neydi? Sanırım bu ve daha fazla sorunun cevabını bulmak; günümüzle bazı kıyaslamalar yapmak mümkün olacaktır.
“Thucydides İ. Ö. 455 yılı civarında doğmuş ve Atina-Sparta savaşından sonra, 400’de ölmüştür. Babası Olorus, Trakya’da madenleri olan zengin bir ailedendi; ayrıca, Perikles’in çatıştığı Sparta-yanlısı “tutucu” aristokratik partinin önderi, büyük Atinalı komutan ve devlet adamı Kimon’un da hısmı olduğu sanılmaktadır.
Yazarın ölümünden sonra 8 kitaba ayrılan Peloponnesos Savaşının Tarihi, Thukydides’i bilimsel ve nesnel tarihçiliğin kurucusu olarak tanıtmıştır. Nitekim Perikles’in burada aktaracağımız, savaşın ilk yılının sonundaki söylevini de, Thucydides’in sadakatle yansıttığı kabul edilmektedir. Metin içerisindeki vurgular bize aittir.
Perikles İ. Ö. 495’te Atina’nın soylu bir ailesinde dünyaya gelmiştir. Annesi, anayasada büyük demokratik reformlar yapan Kleisthenes’in yeğeniydi. Perikles genç yaşında demokratik partinin önderi olarak siyasete girdiği zaman, aristokrasinin geleneksel kalesi olan Areiospagos adlı yukarı meclis, zaten yetkilerinden çoğunu beşyüzler kuruluna, halk meclis ve mahkemelerine kaptırmış bulunuyordu.
O da demokratik programı daha ileri götürmüş, orduyu profesyonelleştirmiş, bütün jüri ve meclis üyelerini kur’ayla seçilen ücretli devlet memurları haline getirmiştir. Eski erdem anlayışlarını değiştirmiş, toplumsal hizmetleri geliştirmiştir. Perikles’in devleti, yoksulların tiyatro paralarını bile öder olmuştur.
Güzel sanatlara yardım etmiş, Akropolis’teki Parthenon onun zamanında dikilmiştir, süslemelerini de dostu heykeltıraş Phidias’a yaptırmıştır. Perikles bunlar için gerekli parayı yayılımcı ve emperyalist bir dış politika güderek, bu arada Delos-Attika birliği hazinesini Atina’ya aktarmakla sağlamıştı. İ. Ö. 450’den itibaren, Perikles’in yönetimindeki yeri öylesine sivrilmişti ki, sonradan Thukydides bu dönem Atinasının sözde bir demokrasi olduğunu, aslında her şeyi bir numaralı yurttaşın yürüttüğünü söyleyecekti.
Atina’ya “Altın Çağı”nı yaşatan Perikles’in ömrünün son yılları, bir yandan Atina’nın başarılarını kıskanan Sparta’nın tehdidi, bir yandan da halkın bağnazlığı yüzünden çeşitli sıkıntılar içinde geçmiştir. Sonunda Peloponnesosluların Atina’ya karşı açtıktan savaşın üçüncü yılında başgösteren veba salgını Perikles’i de ölüme sürüklemiştir. (İ. Ö. 429).
Gene o kış içinde Atinalılar dedelerinden kalma bir geleneğe uyarak bu savaşta ilk ölenlerin gömme törenlerini bütün halkın katılmasıyla yaptılar.
Tabutlar şehrin hemen dışındaki en güzel yerlerden birinde bulunan devlet mezarlığına gömülür.
Burası, Marathon savaşındakiler ayrılacak olursa, savaşta ölenlerin hepsinin gömüldüğü yerdir. Marathon’da düşenlerin kahramanlığını eşsiz buldukları için onların mezarını orada yaptılar. Mezarlar toprakla örtüldükten sonra şehir halkının seçtiği bir kimse uygun sözlerle savaşta can verenleri över. Söz söyleyecek olanın akıllı bir adam olmakla birlikte, herkes tarafından çok sayılması gerekir. Söz söyleme vakti gelince mümkün olduğu kadar çok kimsenin sesini işitebilmesi için mezarlığın önünde kurulmuş olan yüksek bir kürsüye çıkan
Perikles şunları söyledi:
“Şimdiye kadar burada söz söylemiş olanların çoğu gömme töreni geleneğine bir söylev katanı överler, savaşta ölenler anılışı için böyle bir söz söylemenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatırlardı. Ben ise yiğit erler olduklarına başardıkları işlerle herkesi inandıranlara bu gömme töreni için yapılmış olduklarını gördüğümüz hazırlıklar gibi gene işle saygılarımızı göstermenin yeteceğini, birçok kimselerin yiğitliklerinin anlatılması işinin iyi yahut kötü konuşulabilecek olan bir tek kişinin elinde bırakılmasının tehlikeli olduğunu düşünüyordum. Çünkü sözlerinin doğruluğuna başkalarını iyice inandırmanın güç olduğu yerde uygun, ölçülü söz söylemek güçleşir...
Zira insanlar başkaları için söylenen övmelere, duydukları şeyleri kendilerinin de yapabileceklerini sandıkları yere kadar dayanırlar. Kendilerinin varabilecekleri yeri aşan övme karşısında kıskançlık hemen kendini gösterir de inanmazlar. Bizden öncekiler böyle olmasını istediklerinden ben de bu yasaya uyarak hepinizin istedikleri ve düşündüklerine uygun sözler bulmaya çalışacağım.
Başka ulusların yasalarına bakarak kurulmamış olan bir idare şeklimiz var; başkalarını taklit etmek şöyle dursun, biz kendimiz başkalarına örnek oluyoruz. İdare şeklimizin adı demokratia’dır.
Bu ad ona bir kaç kişiye değil, bütün yurttaşlara dayandığı için verilmiştir. Yasalarımız kişisel işlerde herkese aynı hakkı veriyor; devlet işlerinde herkesin alabileceği yer şu veya bu soydan oluşuna değil, gösterdiği yüksek yetenekle kazandığı üne göredir.
Yurda iyiliği dokunabilecek bir yurttaşın şerefli bir yer kazanmasına da fakirliği, alçak bir sınıftan oluşu engel değildir. Devlet işlerinde çok serbest düşünüyoruz. Bu serbest düşünüşü günlük uğraşlarımızda da gösteriyor, birbirimizi tenkit için gözetlemiyoruz. Birisi bir kere gönlünün dilediği gibi işlemişse ona kızmadığımız gibi başkalarını cezalandırmayan, fakat can sıkan somurtkan bir yüz de takınmıyoruz.
Özel yaşayışımızda hepimiz dilediğimizi işlediğimiz halde bütün yurttaşları ilgilendiren işlerde kötü bir şey yapmak korkusuyla çok sıkı davranıyor, baştakilerin, yasaların, bilhassa haksızlığa uğrayanları korumak için konulmuş olan, yazılı olmadıkları halde onları ayakları altına alanlara herkesin pek doğru ve yerinde bulduğu kötü bir ad kazandıran yasaların buyruklarından dışarı çıkmaktan çok çekiniyoruz.
Savaş işlerindeki tedbirlerimizin esaslarında da şu noktalarda düşmanlarımızdan ayrılıyoruz: şehrimizi herkes için açık tutuyoruz; düşmanlarımızdan biri gizlenilmemiş bir şeyi görür de faydalanır korkusuyla görmesine, öğrenmesine engel olmak için hiçbir yabancıyı hiç bir zaman şehrimizden kovmuş değiliz. Biz en büyük yardımı düşmanı şaşırtmak için yapılan hazırlıklar, tertiplerden değil, dövüşmeye karşı gönüllü ve hazır oluşumuzdan bekliyoruz. Gençlik eğitiminde onların hedefi ağır meşakkatli bir yaşayış ile daha çocuk iken bir erkek gibi olmaktır.
Güçlüklerle karşılaşınca da durmadan dinlenmeden kendilerini sıkan, zorlayanlardan yüreklilikte daha geri kalmıyoruz.
Bu ve daha başka hususlarda Atina hayranlığa değer. İsrafa kaçmadan güzel şeyi, gevşeklik vermeyecek derecede bilgiyle uğraşmayı seviyoruz. Zenginliği gürültülü sözlerle öğünmek için değil, bir iş başarabilmek için bir fırsat biliyoruz. Atina’da bir kimse için fakirlikten kurtulmaya çalışmamak utandırıcıdır.
Bizde aynı adamlar hem kendi işlerine hem de devlet işlerine bakarlar; bu, şu, öteki başka bir işle uğraştığı halde bütün yurttaşları ilgilendiren meselelerdeki bilgi ve anlayışları kıt değildir. Yalnız biz Atinalılar devlet işlerine karışmayanlara kendi işi gücü ile uğraşan ses siz bir yurttaş değil, hiç bir işe yaramayan biri gözüyle bakıyoruz...
İyilik etmekten anladığımız da, birçoklarınınkinden büsbütün başkadır. İyilik görerek değil, iyilik ederek dost kazanıyoruz. İyilik edenin durumu daha sağlamdır...
Yalnız biz sağlayacağımız yararı göz önünde tutarak değil, fikir ve ruh asilliğimizin bir kanıtı olarak hiç korkmadan başkalarına iyilik ediyoruz.
Kısaca söylersem, Atina şehri Helen dünyasının bir okuludur.
Gücümüzü birçok tanıtlarla, tanıklarla ortaya koyduğumuz için şimdi yaşamakta olanlar ve ileride yaşayacaklar bize karşı hayret ve takdir duyacaklar. Bizim ne Homeros’a, ne de başka bir övücüye ihtiyacımız var. Böylece bir övücü sözleriyle kısa bir zaman eğlendirir; fakat gerçek, onun olguları değerlendirişini yıkar atar. Biz bütün denizleri ve karaları yürekliliğimize yol vermeye zorladık; her yanda yenme yahut yenilmemizin hep duran anıtlarını kurduk. Onu ellerinden kaptırmamayı en yüksek bir düşünce ile ödev bilerek böyle bir şehir uğrunda bunlar dövüşüp can verdiler. Daha yaşayan bizlerden her birimizin onun uğrunda her şeyi göze almak isteyeceği tabiidir.
Şehrimizden biraz uzunca konuşmamın nedeni bizim savaşımızla bu söylediklerimizden hiçbiri kendilerinde bulunmayanların savaşmasının bir olmadığını göstermekti. Bunu yaparken ölülerimiz için söyleyeceğim övücü sözlerin temellerini kanıtlarla sağlamlaştırmış oldum. Övücü sözlerimin büyük bir kısmını söylemiş bulunuyorum. Çünkü şehri övmek için saydığım şeylerle onu süsleyen bu ölülerimizin ve onlar gibi yavuz erlerin güzel başarılarıdır.
Bu ölülerimizin hiçbiri zenginliğinden ilerde de faydalanmayı her şeyden üstün tutarak yürekliliğini yitirmediği gibi, fakirse de kaçarsam belki ilerde zengin olurum umuduyla tehlikeden yakasını kurtarmaya çalışmadı. Düşmanları cezalandırmak dileği bütün bunlardan çok daha güçlü idi. Bunu yapmak için kendilerini tehlikeye atmayı çok şerefli bulduklarından her şeyi göze alarak düşmana haddini bildirmeye ve anlatmış olduğum faydaları elde etmeye karar verdiler...
Yurtlarını korurken ölmeyi, yerlerini bırakarak kaçıp canlarını kurtarmaktan daha şerefli saymakla korkak denilmenin utancından kaçındılar.
Onlar üstlerine düşen ödeve canla başla katlandılar ve savaş talihinin birden işe karışması sonunda korku ile değil, en yüksek ün ve şerefle hayattan ayrıldılar.
Bunlar böyle yavuz davranmakla şehrimize yakışan erler olduklarını gösterdiler.
Geri kalanlar savaşın kendileri için daha az tehlikeli olmasını dilemekle birlikte düşmanlara karşı hiç yılmayan bir yürekleri olmasını istemelidirler. Siz yurdu korumanın iyiliklerini söylenecek kuru sözlerden öğrenecek değilsiniz. Pek iyi bildiğiniz şeyler olduğu için birinin kalkıp bunları size uzun uzadıya anlatması gerekmez. Siz şehrin eşsiz gücünü her günkü olan bitenlerde görüyor, onu içten seviyorsunuz.
Yoksulluk içinde yaşayan, kendileri için iyi bir yaşayışa kavuşmak ihtimali olmayan kimselerin, mutluluklarını yitirerek bahtsızlığa düşmek tehlikesine uğrayacak, ayakları kayıp düşünce eskisinden pek başka şartlar içinde yaşayacak olanlardan daha haklı olarak canlarını tehlikeye atabilecekleri doğru değildir. Şeref duygusu olan bir insan için korkak davranmadan doğacak alçalma, yüreklilikle yurdunun zaferini umarak dövüşürken duyulmadan gelen ölümden pek daha acıdır.
Daha çocukları olacak yaşta bulunanlar yeniden çocuğa kavuşmak umuduyla kendilerini avutmalıdırlar...
Çünkü ölmeyen yalnız ündür, ihtiyarlığa, bazılarının dedikleri gibi kazanç değil, sayılmak yakışır.
Ölülerimize karşı söylenmesi değil, yapılması gerekenlere gelince: bir yandan törenle gömerek onlara saygı gösterdik, bir yandan da şehir onların çocuklarına, masrafını yüklenerek yetişinceye kadar bakmayı üzerine alacak ve onların geride bıraktıkları çocuklarına böyle bir döğüş için gözle görülür, elle tutulur bir faydası olan bir zafer çelengi ayıracak. Yüreklilik ve yiğitlikler için ortaya büyük ödüller koyan bir şehrin yurttaşları da en yiğit erlerdir. Şimdi herkes kendine düşen yası bitirip evine dönsün.” Çeviren : Suat Y. Baydur/https://www.hukukpolitik.com.tr/.../periklesin-cenaze-toreni-soylevi...