TEFEKKÜR

Evlerde saksılarda canlı çiçekler insana ünsiyet verir, sınırlı, dar da olsa bahçe güzelliği sunar. Tefekküre, huzura sebep olur, insanı dört duvar arasındaki daracık mekandan alıp başka âlemlere götürür. Bütün yönleriyle, çiçekleri, yaprakları ve kökleriyle, renk, koku, desen ve en önemlisi canlılıklarıyla insanı hayran bırakan mucizedirler. Yüce Yaratıcının küçükten büyüğe bütün eserlerinde O’nun benzersiz kudretini, yüce isim ve sıfatlarını gösteren yansımalar vardır. Bu itibarla tefekkür, müminin hayranlığını ve imanını artırır. Bendeniz oldum olası bu canlı çiçeklere meftunum. Bir de yapay çiçekler vardır ki bunlarda hiç bir güzellik yoktur. Bir nevi sihirdir, başarısız bir taklittir, sahtedir. Onlardan hiç haz etmiyorum. Cansız ve sahte olduğu için ünsiyet ve haz vermez, aksine ürküntü verir. Bu pandemi musibeti hayat alanımızı daralttığı, evlerde bizi bir nevi tutuklu durumuna koyduğu için kâinat kitabını, daha genişçe okuma imkânımız kısıtlanmıştır. Bu asrın çirkin, mimsiz medeniyeti, sosyal hayatın çıkmazları ve çeşitli imkânsızlıklar, doğal alanlara, kırlara gezintilere çıkıp her tarafa serpilmiş, özenle sergilenmiş ilahî san'at eserlerini seyir ve tefekkür etmekten mahrum bırakmıştır. Gezinti ve tefekkür alanımız çoğu zaman evdeki saksı bitkileriyle sınırlı kalmıştır. Saksılardaki bitkileri hayranlıkla seyreder, tefekkür ederim. Saksıda biberiye denilen bir biber bitkisi de bulunuyor, bir arkadaşım fidesini hediye etmişti. Kış soğuğundan korumak için güzün soğuklar başladığından beri evin içindedir. Bir ağaç gibi büyümüş boy atmış, görüntüsüyle, çiçekleri ve yapraklarıyla güzellik sunuyor. Sık sık bembeyaz çiçeklerle doluyor, ancak bir-iki gün içinde çiçekler biber olmadan kuruyup dökülüyor, bir süre sonra tekrar çiçek veriyor. Keyif verici güzel manzarası var ancak çiçeklerin meyve olmadan dökülmesi düşündürücüdür. Bu küçücük bitkide ne büyük dersler bulunduğunu gördüm. Çiçek denince akla arı gelir, çünkü çiçeğin tozlaşmasını sağlayan arıdır. Nasıl ki şairler gülü bülbülle özdeşleştirmiştir, çiçek de arısız düşünülmez. Arı yoksa çiçekler kuruyup dökülür, meyve olmaz, ürün elde edilmez. Her işini hikmetle yapan, eserlerinde hikmetler bulunan Hakîm isminin sahibi Yüce Allah, her çiçekte arının rızkı olan bir damlacık tatlı şerbet yaratmıştır. Arıyı da ona müştak ve o rızkın kokusunu çok uzaklardan bile alabilen hassas mizancıklarla donatmıştır. Şu hikmete bakın ki, arı çiçeğe konar, hem kendi rızkını alır, hem bu işlemi yaparken ayakları ve kanatlarıyla çiçeğin tozlaşmasını, yani meyve olacak tarzda döllenmesini sağlar, hem de insan için şifa olan muhteşem ve enfes balı imal etmek üzere polen ve şerbeti peteğine taşır. Çiçeğe bir konmasıyla bütün bunlar gerçekleşir. Arısız çiçeklerin döllenmesi olmayacağı, onun için çiçeklerin meyve olmadan kuruyup düştüğü anlaşılıyor. Arıların bal dışında da ne kadar mucizevi, insan ve hayvan için hayati varlıklar olduklarını düşündüm. Arılar olmadan hiçbir ürün elde edilemeyeceği için, insan ve hayvanların için hayatın sönmesi anlamına gelir. Bunu akla getirmek bile ürkütücüdür. Arının bu konumuna, insanlık için hayati önemine dikkat çekmek üzere arı anlamında Nahl ismi Kur’an’da bir surenin adı olmuştur. Peygamber (ASV): “Yeryüzünden kaldırılacak olan ilk nimet baldır” buyurmuştur. (Suyuti, Cem’ul-Cevami’, I/9937, Hadis no: 7949; Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, I/64, no: 66 ) Balın bir gün ortadan kalkacağına, bununla bağlantılı olarak diğer nimetlerin de kaldırılacağına işaret etmiştir. Zamanımızdaki sahte balın yaygınlaşması, hakiki balın çok özel durumlar dışında nerdeyse yok olması, hadisin işareti kapsamında olduğunu düşündürmektedir. Ünlü bilim insanı Einstein’ın, “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanlığın sadece dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan ve insan da olmaz.” sözü, hadisi destekler mahiyettedir. Demek ki, arının balından ziyade bitkileri döllendirme işlemi, insan ve hayvan için hayati öneme sahiptir. Çiçeklerini döken saksıdaki bu küçücük fide, arının olmayışının insanlık için ne büyük bir felaket olacağının da kanıtıdır. Sanat harikası arıdaki ilahî hikmetleri tefekkür edip fark etmek inanın, ürettiği baldan daha lezzetlidir. Bu ilahî sanatın tefekküründe bir ışık sunan Bediüzzaman’ın arıyla ilgili şu sözlerine kulak verelim: “Evet, balarısı, fıtratça ve vazifece öyle bir mucize-i kudrettir ki, koca Sure-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. Çünkü o küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat âzâları tahrip etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek, nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve muvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar. İşte, bu üç cihetle mucizeli bu san’at-ı İlâhiyenin ve bu fiil-i Rabbâniyenin bütün zemin yüzünde, hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihatası, bedahetle vahdeti ispat eder.” (Şualar)