ŞAHSİYETLER, OLAYLAR VE HAKİKATLER – 3
ATASOY MÜFTÜOĞLU/BİLİNÇ İNŞACISI
İhtiyar delikanlı. Mücahit. Umudunu, duruşunu ve cehdini hiç kaybetmemiş. 80 yaşında. Vakti kuşanmış. Yaşayan, hisseden, heyecanlı ama tutarlı; basiretli ama hamasetten uzak; eleştiren ve dik duran ama üslup ve incelik sahibi bir uyarıcı. İslam’ ın, Nebilerin çağrısını kendisine çağrı edinmiş bir mümin, bir tebliğci. İlerlemiş yaşına rağmen genç bir ruha, genç bir umuda sahip, neyin ne olduğunu; neyin ne olabileceğini bilen/bilebilen bir sükunet sahibi.
Atasoy Müftüoğlu, bilinç işçisi bir Müslüman şahsiyet. Ak saçlı bilge. Entelektüel, aydın, öğretmen. İçimizden biri. İçimizden herhangi biriyle/herkesle oturup kalkan, çay içen, hediyeleşen, sohbet eden bir toplum büyüğü. Bu sıfatları öylesine çoğaltmak mümkün ki…
Hayatı; sayısı hayli kabarık kitap, yazı, konferans ve en önemlisi insan ile geçen bereketli bir çınar. Hala okuyor, hala yazıyor, hala konuşuyor, hala eleştiriyor, hala yol gösteriyor; kendine has üslubuyla. Rabbim kendisine uzun ömürler nasip etsin.
Daha önce de şimdi de İslamcı kisvesine sahip ama yerlerde sürüklenen/itibarsızlaşmış olmalarına rağmen; kendisini bu kirlenmeden uzak bir noktada konumlandırabilmiş ve İslamcı kimliğine halel getirmemeyi başarmış bir mütefekkir.
Ümmeti ve gelenekten kopmayan ama hurafelerden uzak bir islami anlayışı ve yorumu benimsemiş, yüzeyselliği ve hamaseti terk etmenin önemi ve gereğini her fırsatta dile getirmiş, bunu kendi yaşantısında göstermiş bir dava adamı.
Kendine has kırıcı olmayan ama sarsıcı eleştiri tekniğiyle örnek olmuş, konformizmi ve teslimiyetçiliği aşağılamış; İslam’ ın izzetine dikkat çekmiş, hem İslam toplumları hem de batı dünyasının tarihi ve bugününe dair tutarlı okumalar, tespitler yapmış; İslam ve Müslümanların tekrar tarih sahnesine dönmesi gereğine ve ümmetin sorunlarının çözüm yollarına dair önemli önermeler, yöntemler önerebilme özgüven, yeterlilik ve cesaretine sahip bir münevver ama devrimci olmayı da başarabilmiş bir mücahit. Atasoy Müftüoğlu’ nun tarihin bir dönemiyle birlikte anlatılması gerekir. Onu bir yazı ya da bir kitapla tanıtmak haksızlık olacaktır çünkü yetersiz olacak. O bir çizgi, bir mektep.
İslam toplumlarındaki ılımlı İslam projeleri ve temsilcilerini ilk gören, ilk tanıyan ve ilk günden tavrını açıkça sergileyen, bölgedeki direnişi ve direniş hareketlerini mahkum etmeyi reddeden, Kudüs ve Filistin davası konusunda durulması gereken yeri bilen oydu…
Hep bir bilinç inşa etmekten bahseder ve zihinlerimizi özgürleştirmenin nasıl olacağına dikkat çeker. Hayatımızın ve toplumlarımızın, zihinlerimizin hangi kuşatmalar altında olduğunu göstermeye çalışır bize. Neyi kaybettiğimizi, neyi nasıl bulabileceğimizi söyler. Derdimizi, başımıza neyin geldiğini görmemizi, gözlerimizi açmamızı ve çözüm yollarını gösterir… En konuşulan ve önemsenen eseri “Vakti Kuşanmak” adlı kitabı. “Bir insan için, bir toplum için her gün, yeni bir imkandır. Her vakit, bir kevserdir. Bir vakte doğan, bir servete doğuyor demektir. Bütün vakitler, vakti verenin tasarrufundadır. vakte girmek, vakte açılmak ve vaktin bilincini taşımak, ancak vaktin yegane sahibini tanımakla mümkündür.”
Başka kitapları da var elbet.
Talip Özçelik, Atasoy Ağabey/Ak Saçlı Bilge başlıklı yazısında kitapları ve hayatını adeta harmanlayarak özgün bir çalışma ortaya koymuş:
““Kalplerde ve gönüllerde yegane tasarruf sahibi Allah'tır. Allah kullarının kalbini sevdiği kuluna meylettirir.”
Atasoy Müftüoğlu’nu ilk gördüğüm andan itibaren ona duyduğum sevgi ve saygının yukarıda zikr- ettiğim cümle ile alakalı olduğunu düşünmüşümdür. Sanıyorum 1983 yılında tanıştık. Atasoy ağabeyi yakından tanıdıkça ve her dinleyişimden sonra ona olan saygım hep artarak devam edegelmiştir.
Ağabeyimizden öğrendiklerimi saymak, ona olan sevgimi ve hürmetimi anlatmak; sahip olduğum kelime muktesebatımın azlığı ve edebi uslübumun sebebiyle onu kendi kelime ve cümleleri ile anlatmayı tercih ettim.
Kalabalıklar içindeki yalnızlığını, farklılığını firakla anlatmaya başladı. Sıradan insanlardan da, sıradan Müslümanlardan da olmadığı için “firak” kaçınılmazdı. Onun için firak bir uzlet, inziva değil, kelimenin tam anlamıyla bir savaşçı duyarlılığıyla “vakti kuşanmak” demekti. Çünkü kuşanmak hem bir düzenliliği ve sorumluluk almayı, hem de hazırlığı içinde bulundurur. Vakti kuşandığını düşündüğü veya bunu hatırlatmak istediği dost ve tanıdıkları için hayatı boyunca “aziz vakitler içinde olasınız” duasını hiç dilinden düşürmedi.
Bu bilinçle; hakkın batıldan ayrı olduğunu, ikisinin birbirine karıştırılmamasını, bundan dolayı bütün günlerimizin bu bilinçle “Furkan günleri” olması gerektiğini anlattı.
“Göklerin ve yerin dili” ile, Varlık Alemi’nin, insanın, hayvanın, tüm yaratılmışların dilinin aynı dil olduğunu, bunun da hakikatin dili olduğunu “yeni bir tarih şafağının” bu dille doğacağını ve çevresini aydınlatacağını, “bilinç ışıklarını yakmanın” bu tevhidi bakışla mümkün olacağını her zaman hatırlattı, buna inancı tamdı. “Küresel kuşatma ve küresel ihtiraslar” karşısında dik durmanın akıntıya kapılmamanın sadece insani erdemleri temsil ederek mümkün olduğunu biliyordu.
Her zaman ve her yerde sahici ilişkilere, gerçek dostluklara, sahici ilgilere ve düşüncelere vurgu yaparak “düşsel ufuklardan gerçek ufuklara” geçmemiz gerektiğini, ufuksuzluğumuzun ya da yanlış ufuklara bakmanın ne anlama geldiğini hiç bıkmadan söyledi.
Bu hassasiyet ve bilinç davranışlara yansıdığında ancak “onurumuzla yaşamak elimizdedir” buyurdu. En olumsuz şartlarda bile dik durulabileceğini İnsani ve İslami onurumuzu koruyabileceğimizi yaşayarak gösterdi. “Küresel çağda kaybolmak” ne demektir “küresel çağda var olmak” nasıl mümkün olur, bunları evire çevire anlattı. O kadar çok anlattı ki, bu anlattıkları kimilerine göre “aynı şeylerin tekrarı” diye yorumlanarak eleştirildi.
Kimilerinin makam ve mevkie, kimilerinin paraya, kimilerinin ışıltılı kelimelere teslim olup direnmekten, mücadeleden vazgeçtiği bir zamanda “teslimiyetçilik kader değildir” diyen çok az kişiden biri oldu. Kendi kelimelerimizle, kavramlarımızda ayakta durabileceğimizi ve küresel epistemolojik saldırılara göğüs gerebileceğimizi iyi bildiği ve bu konudaki zaaflarımızı gördüğü için “varoluşsal kaygılar” konusunu dile getirdi. Müslümanların varlığı adına ümit ve kaygıyı her zaman birlikte taşıdı. Algılarımızın bizleri nasıl belirlediğini çok iyi bildiği için, algı yönetimi ile nasıl saptırıldığımızı, yanlış yerlere yönlendirildiğimizi gündeme getirip hatalı ve eksik algılarımıza parmak bastı. “Ağır hasarlı algıların” ne demek olduğunu öğretti.
Müslüman coğrafyanın tam kalbinde bulunan ve tarih boyunca İslam kültür medeniyetini temsil eden Müslüman halkların; Arapların, Türklerin, Farsların ve Kürtlerin günümüzde “putlarını kıramayan kabileler” olduğunu, geleneksel ya da çağdaş bu putlarından vazgeçmedikçe hiçbir ümidin olmayacağını anlattı.
Müslüman olmanın bütün insani erdemleri temsil etmek demek olduğunu; ancak dünyanın ve hayatın her geçen gün insansızlaştığını -insansızlaştırıldığını gördüğü için “insansız dünyalar insansız hayatlar” konusuna ve bunun tehlikelerine dikkat çekti.
Geçmişte tarihin tam merkezinde; insanı, medeniyeti, ahlakı ve her türlü güzelliği temsil eden biz Müslümanların bugün “tarihin taşrasında yaşamak” durumunda kaldığımıza işaret etti.
Varlık Alemi’nin adalet ve hakikat ile ayakta durduğu bilinciyle “hakikat bilincinin kaybı” ne demektir, bu bilinç kaybıyla tarihten nasıl çekildik, tarihe yeniden nasıl girebiliriz, sorumluluklarımızı ve İslami görevlerimizi yerine getirmeden ümitvar olmak mümkün müdür? Tüm bu soruları sorarken hem sorumluluklarımızı hatırlattı, hem de “umut ve sorumluluk” arasındaki ilişkinin doğru orantılı olduğunun bilincimize kazıdı.
Her daim aziz vakitler içerisinde olan, vakti kuşanarak herkesi kendine gelmeye çağıran, insani erdemlerin temsilcisi ve evrensel vicdanın sesi olan aziz ağabeyimizi bin can ile selamlıyoruz…” https://hertaraf.com/haber-atasoy-agabey-ak-sacli-bilge--talip-ozcelik-6129
‘Netice itibariyle Atasoy Müftüoğlu da derdimizi, sorunumuzu, durumumuzu doğru yerden bakarak nasıl tespit edileceğini bize göstermiş ancak çözüm konusunda noktasal vuruşlar yapma konusunda aynı oranda bir müktesebat oluşturamamıştır. Bugün için, elimizdekine güvenerek, küresel doktrinler, tahakkümler, uygulamalar ve yürürlüklerle ilgili ‘ bunun böyle olması gerekir, biz böyle olmasını öneriyoruz, bizim de tezimiz, tezimizin/çözümümüzün dayanakları budur ve bu, en güzelidir’ tarzında bir çabayı deklare etmemiştir veya bu konuda bir muğlaklık/boşluk bırakmıştır’ şeklinde bir eleştiride bulunanlara hak vermek mümkün değildir.
Zira Atasoy Müftüoğlu’ nun çabası zor zamanda büyük bir işi başarmak olarak özetlenebilir. Tabir caizse o, göle maya çalmış ve maya Allah’ın izniyle tutmuştur.
Rahatlıkla gözlemlenebilmektedir ki; ona bir şekilde yolu düşmüş, onun üslubunu beğenmiş, onu anlamış ve aynı dilde ortaklaşmış müminlerin sayısı artık umut verici sayıya ulaşmış, onun çabaları oldukça verimli, bereketli olmuştur.
Onun yaptığı/başardığı bu büyük işi herhangi bir şekilde eksik görerek veya eleştirerek bir fayda sağlanacağı umulmamalıdır. Bunu yapmak yerine; onu anlamak ve onun gösterdiği izi yol edinmek daha faydalı bir tutum olacaktır. Yaptığı her işte hatasız ve eksiksiz olan ancak Allah’ tır.