ŞİMDİ NE YAPMALI?
Mübarek Ramazan ayı ve bayramı geride bıraktık, hamdolsun. Ramazan, bu yıl daha fazla ve daha farklı yönlerde muhasebeler yapmamıza olanak sağladı.
Kısıtlı olmanın ve hastalık riskinin oluşturduğu duygular; daha önce sahip olduklarımızın, sağlığın, imkanlarımızın, doğanın, kurdun kuşun, temiz havanın, sağlığın, serbestliğin, şehrimizin, görüştüklerimizin, yakınlarımızın, hemşerilerimizin, komşularımızın değerinin yeterince farkında olmadığımız gerçeğini de bizlere hatırlatmış ve her Ramazandan farklı katkılar sunmuş ve sabrımızı arttırmıştır diye düşünüyorum.
Hafiflemesine rağmen hala devam eden pandemide hayatını kaybedenlere Allah’ tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dilerim. Halen tedavi gören hastalarımıza da hayırlı şifalar dilerim.
Süreç biterken karşımıza sıkıntılı tablolar elbette ki çıkacaktır. Bu sıkıntıları da inşallah hep birlikte aşacağız.
Bu sıkıntıların ekonomik ağırlıklı olan kısmı için bazı görüş ve önerilerimi bu yazıda ele almaya çalışacağım.
İş ve Üretim
Alışık olmadığımız bir yıl oldu 2020. Alışık olmadığımız çok şeye şahit olduk ve nihayet alışık olmadığımız bir bayramı da geride bıraktık.
Bir pandemiye tanık olduk bu yıl ve süreç devam ediyor.
Özellikle sağlık ve dayanışma anlamında korona sürecinin sonlarına doğru geldiğimiz söylenebilir.
Sağlık Bakanlığı ve fedakar sağlık çalışanları başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin başarılı bir sınav verdiği kanaatindeyim.
Nihayet bayram da bitti ve Korona tedbirleri gevşetilerek, normale geçme aşamaları başlatıldı. Bu yönde yapılan açıklamalar herkesin malumu.
Tehlike bitmemiş ancak kontrol altına alınmıştır. Elbette aynı duyarlılıkla tedbirlere uymaya devam edeceğiz.
Benzer durumdaki diğer ülkeler gibi biz de en çok ekonomik olarak etkilendik. Zaten daha önce de bu yönde sorunlar mevcuttu.
Korona süreci dolayısıyla işini kaybedenlerle artan işsizlik ve pahalılık önümüzde ciddi bir sorun olarak duruyor ve dönüp başka tarafa bakacak durum söz konusu değildir.
Özellikle de genç işsizlik.
Bu sorunu, artık gündem değiştirerek ya da görmezden gelerek öteleme şansımız kalmamış, sıkıntılar artmıştır.
Ülke olarak, süreç öncesine doğru gitmek, turizmi açmak, fabrikaların çalışması gibi geçişler elbette ekonomiyi kısmen de olsa canlandıracak ve zaten yapılacak rutinlerdir ancak durumu değiştirecek sistemsel ve köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu ayan beyan ortadadır.
Uluslararası anlaşmaların imkan verdiği ölçüde ithalatın azaltılıp; ihracatın artırılması, komşularla ticaretin geliştirilmesi gibi pozisyon değişiklikleri de önemli olmakla birlikte, bu imkanların mevcut konjonktürde zorlukları da olabilir.
Ancak acil olmayan yatırımların ertelenmesi, üretim ve istihdam içeren yatırımlara yönelme, kamudan başlayarak ciddi bir tasarruf programı uygulama, vergi ve varlık adaletine yönelik düzenleme, yerel yönetimlerin sürece daha kapsamlı şekilde dahil edilmesi gibi politikalar uygulamanın önünde ise hiç bir engel bulunmamaktadır.
Bu sıkıntılı durumdan kurtulmak için işe; gelir dağılımındaki sistematiği düzelterek, herkese ait olanın tabana dağıtılmasına yönelik sosyal devlet politikalarına geçiş yaparak başlamak mümkün.
Bu dağılım; sadece hizmet ve ödemelerdeki dengesizlikleri gidermeyi değil; vergi ve ücretlerle ilgili kalıcı sistemsel değişiklikleri de içermelidir.
Üretim Seferberliği
Toplum olarak bu süreçten sağlıklı bir şekilde çıkabilmemizin yolu üretimden geçmektedir.
Üretime alıştırılmamış ve devlete bağımlı bir toplum haline getirildiğimiz gerçekliğini değiştirmeye yönelik üretim seferberliği, sadece tarımsal alanda değil; tüm alanlarda ve her sektörde, belli bir makro plan çerçevesinde başlatılmalıdır. Bu, bütün kesimlerinin dayanışarak ortaya koyabilecekleri bir plan olabilir.
Toprağı olmayana toprak, hayvanı olmayana hayvan, makinası olmayana makine vermeli; eli iş tutabilene imkanlar sağlanmalıdır.
Dezavantajlılar
Ve elbette en dezavantajlı kesimler öncelenmeli; geliri olmayanlar, çalışanı/bakanı olmayanlar, işten çıkarılmış olanlar, borçlular, asgari ücretliler, emekliler, mevsimlik işçiler ve tabi ki;
işsizler.
Bu konudaki tespitlerin ciddi ve vicdani bir temelde yapılması önem arz ediyor.
Nitelikli/meslek sahibi/üniversite mezunları ve muhtaç ailelerin eli iş tutabilenleri başta olmak gençlere iş verilebilir; iş verilene kadar belli bir ücret dahilinde staj imkanı tanınabilir.
İhtiyaç sahipleri parasız bırakılmamalıdır. Ama esas öncelik balık tutmayı öğretmek ve balık tutabilenin elinden tutmak olmalı.
Bu sıkıntılı günleri atlatmanın; sağlıklı bir planlama ve sosyal dayanışma, istihdamı önceleyen politikalarla atlatmak dışında bir seçenek bulunmamaktadır. Zira toplum zaten kendi imkanları ile dayanışmakta, infak etmektedir.
Ülke olarak bunu yapabilecek imkanımız var mı? Herkesin çok iyi bildiği gibi; evet tüm bunları yapabilecek imkanımız, paramız, elemanımız var. Mesele buna yanaşıp yanaşmayacağımız.
Aş ve iş
Açlık ve yoksulluk rakamları da açıklandı. Bu rakamlara bakıldığında; bırakın işsiz olanı; bir işi olup çalışanların bile çoğu açlık ve/veya yoksulluk sınırının altında yaşayabilecek bir ücrete tabi. Türk-İş açıkladı, işte rakamlar:
Açlık sınırı: 2 bin 438 lira…
Mayıs ayı araştırma sonuçlarına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2 bin 438, yoksulluk sınırını ise 7 bin 942 lira şeklinde hesapladı.”
Şimdi bir yandan bu rakamlar ve bir yandan da işsizlik, Durum sıkıntılı, acil ve kapsamlı çözümler gerek.
Sonuç olarak ‘aş ve iş’ olarak özetlenebilecek bir sorun var gündemde. Bu sorunu çözmeye yönelik ciddi hareketler görülmedikçe ve bu konuda bir umut belirmedikçe de bu konu hep gündemde olacak galiba.
Rabbim, hepimize kolay getirsin.