“FARKINDALIĞIN DİLİ”

Farkındalığın dili, Atasoy Müftüoğlu’nun son kitabı. Müftüoğlu; tüm sıkıntılara ve zor şartlara rağmen farkında olmaya çalıştığını, insanların fark etmesi için çabalıyor. İlerleyen yaşına rağmen ve hiç duraksamadan. Gerçi biz genelde üsttekilere sesleniriz ancak tüm suçun başkalarında olmadığı da bir gerçek. “Benimle birlikte aynı düşüncede olanların, toplumsal sorumluluk duyanların, gençliklerini özgürlük ve düşünce mücadelesi ile geçirenlerin çoğu, evlendiklerinde kıyama durdular. Baba olunca rükuya eğildiler. Çocukları ikilenince secdeye kapandılar. Çocuk üç tane olunca zillet, hırs, bencillik ve para biriktirme uçurumuna yuvarlandılar. Halkçılık ve hakçılık düşüncesi yavaş yavaş yüreklerinden silindi, kafalarından uçup gitti. Bankaya borsaya, ticarete, işe güce daldılar. Ev, araba, tezgah, zevk, gezme, tatil vs. derken değiştiler.”/ Ali Şeriati Demek ki; hepimiz, fıtratımız gereği değişime/bozulmaya açığız. Yine fıtratımız gereği başarmaya, savrulmalara rağmen yolda/doğru istikamette kalmaya devam etme yeteneği ve gücümüz de var. O halde, bozulma bir tercihtir. Baskılara/*sisteme/nefse direnme yerine, ona uyma tercihi yaptığımız an, değişim dairesine girmiş oluyoruz. "Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir" dedi (Musa). Şuara Suresi, 28 Aşağıya alıntılar yapacağım site, kitabın geniş bir özetini vermiş takipçileri için. Atasoy Müftüoğlu’nun, her sözünün dikkate değer bir şahsiyet olduğunu düşünüyorum. Türkiye’ de iki elin parmak sayısını geçmeyecek münevver insanlara kulaklarımızı çevirmenin gereğine inanıyorum. Yoksa amacım bir kitap tanıtmak değildir. “Sunuş Tarihi Sorular Sormak Tarihi Cevaplar Vermek Eleştirel düşünceye hayat hakkı tanımayan toplumlarda ve kültürlerde hayati ihtiyaçlar doğduğunda bile, hiçbir yeni değerlendirme ve çözümleme yapılamıyor. (… ) Müslümanların İslami ilke-Sorumluluk alanlarını boşaltarak ikbal alanlarına yönelişi büyük bir hiçliğe savrulmak anlamına geldiği kadar, İslam’ın Müslümanlar eliyle tasfiyesi anlamına da gelir. Tarihi sorular sorular soramayan, tarihi cevaplar veremeyen toplumlarda ve kültürlerde, her zaman propaganda ve hamaset hakikatin önüne geçebiliyor. (…) Hiçbir ideolojik yapı, dil ve söylem ahlaki meşruiyete ihtiyaç duymaz. (…) İslam dünyası ülkelerinde İslami inançlar ve tercihler, devlet aklı ve devlet çıkarları doğrultusunda manipüle ediliyor, edilebiliyor. Devlet aklı istediği zaman hamaset ve popülizmi kamuoyu görüşü hâline getirebiliyor. İslami inançların devlet aklı tarafından devlet ve iktidar çıkarları adına tanımlandığı toplumlarda sorgulama gücü ve bilincine sahip olmayan, sorgulama gücü ve bilincine sahip olmaları istenmeyen kitleler, Amerika ve İsrail himayesi altında bulunan eli kanlı aile-kabile diktatörlükleri örneğinde somut bir şekilde takip edileceği üzere, teslimiyetçi uyum yaklaşımlarına boyun eğiyor. Her tür özgürlüğün, farkındalığın ve bilincin ancak, yüzeylerde ve yüzeysel bir şekilde, yüzergezer bir durumda olduğu bir dönemden geçiyoruz. Her alanda her tür çürüme ve bayağılaşma, sorumsuzluk/kayıtsızlık ve ilkesizlikle başlıyor. Ahlaki bağımsızlığın kaybıyla, eleştirel düşüncenin kaybı aynı anda gerçekleşiyor. Ahlaki bağımsızlık ancak eleştirel onurla sağlanabiliyor. Hangi bağlamda olursa olsun, bencilliklerimiz derinleştikçe insani ve ahlaki yanımız aşınmaya başlıyor. (…) Çok yönlü düşünemeyen, çok yönlü algılayamayan, çok yönlü sorgulayamayanlar ve çözümlemeler yapamayan bir zihin, hiçbir şekilde putları kıramaz, putçuluklarla savaşamaz. (…) Gerçek evrensellik her durumda hakikatin yanında olmayı gerektirirken, ideolojik- politik evrensellik, İslam toplumlarına yönelik yapısal tahakkümü ‘’meşrulaştırmaya’’çalışıyor. İslam dünyası toplumlarında düşünsel, kültürel, entelektüel hayatın, edebiyat hayatının, İslam toplumlarının bütünüyle şeyleştirilmesi karşısında nihai anlamda bir yüzleşmeyi gündemine alamaması kırılgan bir islami bünye oluşturuyor. Birinci Bölüm İslami Sorumluluğun İzinden Giderek Bütün tartışmaları bir yana bırakarak, İslam’ ın ontolojik özgürlüğe yeniden nasıl ulaşabileceğini konuşmamız gerekiyor. (…) Farkındalık ve bilinç kaybının varoluşsal bir kayba neden olduğunu ısrarla hatırlamak, hatırlatmak gerekir. İslam dünyası toplumları ve kültürleri, içe ve geçmişe kapandıkları günden itibaren varoluşsal bütünlük algısını, bilincini ve farkındalığını kaybederek dünyaya ve tarihe yabancılaştılar, anlam ve amaç kaynağının bütünlüğünden uzaklaştılar. (…) Nitelikli bir mücadele, her alanda varoluşsal yoğunluklar ister. (…) İslami farkındalık ve bilinç, ideolojik bağlamda belirlenmeye karşı direnişi zorunlu kılıyor. (…) İçerisinde yaşadığımız belirsizlik çağında hakikatler değil, pragmatizmler belirleyici hâle geliyor. (…) Adaletin ve hukukun ideolojik anlamda yorumlandığı, pragmatik mülahazalarla tanımlandığı bir dünyada, Amerikan ve İsrail sömürgeciliği fütursuzca uygulama alanı bulabiliyor. Siyasal dünyada, Amerikan demokratik diktatörlüğü, Ortadoğu’ da çok kirli ve karanlık ilişkileriyle maruf kabile/aşiret/aile diktatörlükleriyle birlikte çok zalim, çok iğrenç ve utanç verici, tahammül edilemez tarihsel/ siyasal bir gerçeklik oluşturuyor. (…) Günümüzde, Filistin’ in, Gazze’ nin, Kudüs’ ün, İslami anlamda tanımlanması mümkün olmayan konumu, biz Müslümanları ütopik umutlardan gerçek umutlara geçmeye zorlayan büyük bir uyarıdır. (…) Gerçek umutlar için her Müslüman ahlaki temelde, sorumlu ve bilinçli bir fail olarak, siyasal etki üretmek zorundadır. İslam ülkelerinin hâlen içerisinde bulundukları milliyetçi gurur ve ‘’devlet kibri’’ nin, İsrail sömürgeciliği karşısında hiçbir şey ifade etmediğini kaydetmek, hatırlamak gerekir. Populizm, hamaset ve milliyetçilik yoluyla istenildiği zaman, istenilen doğrultuda kontrol edilebilen, yönlendirilebilen toplumlarımız, bilgi / bilinç bütünlüğüne, varoluşsal bağımsızlık ve tamamlanmışlık bilincine sahip olmadıkları için bu konular etrafında can alıcı sorular sormuyor, can alıcı soruşturmalar yapamıyor. (…) Filistin, Afganistan, Irak, Libya, Yemen, Suriye gibi ülkeler, bu ülkelerin tam insan sayılmayan masum halkları, sömürgeciliğe ve emperyalizme hizmet etmek üzere kurgulanan/ tasarlanan dil/ söylem/ kavramlar kullanılarak, ahlaki hiçbir meşruiyete dayanmaksızın, biçimsel bir hukukilik icat etmek suretiyle topyekün yıkıma uğratılarak toplama kamplarına dönüştürüldüler. (…) Masum halkları, bütünüyle mülksüzleştirerek büyük kitleler hâlinde muhacerete mahkum edildiler. (…) Hâkim ve belirleyici gerçekliği sorgulayamıyor, gerçekliğe direnemiyoruz. (…) İslami anlamda düşünmek, evrensellik merkezinde etkinlik / eleştiri ve içerik üreterek başlar. Küreselleşme ve enformasyon çağında, yerli ve milli retoriğiyle İslami ufuk ve kültür sınırlandırılamaz. Evrensellik, bütün insanlığa ait ortak değerleri içeren bir kavramdır. (…) Hangi toplumda olursa olsun, sömürgeci yayılmaya maruz kalan entelektüeller, aydınlar, akademisyenler vb. kendilerini ancak, Batı uygarlığının ontolojik / epistemolojik normlarını kabul etmek suretiyle kanıtlayabiliyor. Hemen her toplumda, egemen kültürel/entelektüel normlar/ çerçeveler / kategoriler / çeviri yoluyla Batı dışı dünyanın bilincine kazandırılıyor. (…) ‘’Taklit’’ e dayalı kültürlerin / toplumların, hiçbir şekilde özgürlükleri, özgün fikirleri / değerleri ve nitelikleri hak edemeyeceklerini unutuyoruz. (…) Maddiliğin barbarlığı sınır tanımıyor. (…) İnsani/ ahlaki yanımız zaafa uğradığı için kabile milliyetçilikleri güç kazanıyor. (…) Propaganda ve manipülasyon gerçeği değil, propaganda yoluyla dayatılan gerçeği görmemizi dayatıyor. Kültürel yetersizlikle, kültürsüzlükle malul bulunan toplumlar her durumda manipülasyona açık olurlar. Bu tür toplumlar gerçeği duymak / öğrenmek / görmek / yerine hamaseti duymak/öğrenmek/görmek isterler.Gerçekler akla hitap ederken, hamaset duygulara hitap eder. İslami aidiyetimizi, tercihlerimizi, konumlarımızı duygusal zeminlerde sürdürdüğümüz için, kapitalist / seküler/ liberal dünya görünüşü, hayat tarzı ile uzlaşabiliyor. (…) Taklit ve öyküleme, düşünme yetisini, özgün düşünce yeteneğini yok eder. Başkalarının aklıyla düşünerek, taklit yoluyla ne bireyler ne de toplumlar kendilerini asla gerçekleştiremezler. İkinci Bölüm Belli Belirsiz Varoluşlar Sahte iyimserliklerle oyalanmaktan vazgeçmeliyiz. (…) Geleneğin yapıları eleştirel düşünceye ve üretkenliğe izin vermiyor. (…) Yeni kuşaklara eski cevapları sunmaya devam ediyoruz. (…) Niceliksel değerlerin önem kazandığı toplumlarda/ toplumlarımızda çıkarsız nitelikler üzerinde yoğunlaşmak mümkün olmuyor. Para ve iktidar sevgisi bütün sevgileri yok ediyor. (…) Çoğu kez, çıkarlar ‘’din’’ diliyle meşrulaştırılabiliyor. Ahlaki yaptırımların geçersiz hâle getirebildiği bir dünyada herkes için her şey mübah sayılabiliyor. Neoliberal bir dünya demek, ahlaki yaptırımların uygulanmasının mümkün olmayacağı bir dünya demek, günümüzde bütün ahlaki kötülükler, neoliberal dünya görüşünün, hayat tarzının himayesi altında gerçekleştirilebiliyor. (…) Bir halkın/ toplumun faziletlerini anlatmakla, o halkın/ toplumun faziletlerini anlatmakla, o halkın/ toplumun diğer halklarından üstün olduğunu anlatmak birbirinden çok farklı şeylerdir. Bugün hiçbir milliyetçilik, insanlığın günümüzde karşı karşıya bulunduğu ortak ve acil sorunlarla ilgili bir çözüm öneremiyor. (…) Zaman şimdiki ‘’an’’ dan ibaret değildir. Geçmişi ‘’şimdi’’ den geçerek geleceğe bağlayan, sürekliliği sağlayan bir dil ve düşünce üzerinde yoğunlaşabilmeliyiz. Şimdiki zaman, içerisinde yaşadığımız için önemlidir. Hiçbir eleştirel değerlendirmeye tabi tutmaksızın, geçmişin mirasını onaylamak, yeni hiçbir şey söyleyememek ve keşfedememek anlamı taşır. (…) Müslümanlar olarak hayatımızı büyük ölçüde sömürgeci aklın belirlediği kurallar içerisinde geçirdiğimiz için İslami hikmetin, irfanın, kültürün ve ahlakın ayırt edici niteliklerini birer birer kaybediyoruz. Bu ayırt edici niteliklerini birer birer kaybediyoruz. Bu ayırt edici nitelikleri kaybettiğimiz için içi boşaltılmış ve dekoraktif hâle getirilmiş bir islami hayatımız var. Bu tür bir dini hayat sebebiyle, maddi anlamda daha çok şeye sahip olabilmek için ahlaki/ manevi/hikemi anlamda daha çok şey kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Topularımız her alanda hissedilebilir, algılanabilir bir şekilde muhafazakâr bir materyalizm önünde dönüşüyor…” http://www.hertaraf.com/ NİJERYA “Mısır'da meydanlarda Esma Biltaci nasıl şehid edildiyse, Nijerya'da da Fatma Dasuki şehid edildi.” http://www.ekrangazetesi.com/ Nijerya’da bu hafta yaşananlar doğru dürüst gündeme bile gelmedi. On’un üzerinde sivil şehid. Onların da Rabiası var bu şehitler arasında ama kimse dönüp bakmadı, tıpkı Yemen’e dönüp bakmadıkları gibi. Ne diyeyim, Allah var, gam yok demekten başka. O görüyor. BRİTANYA İngiltere, Hürmüz Boğazı’nda el konulan tankerin bırakılması için bir arabulucu gönderdiğini duyurdu. Korsanlar da böyle tıpış tıpış yerlerine çivilenebiliyorlar demek. Onları böyle rezil edenlere ne mutlu. Böyle genç ergenler gibi saçlarını rüzgara savuran veya bisiklete binen pozlarıyla bize sevimli gösterilmeye çalışılan ve ataları arasında Osmanlıya ihanet etmiş biri de var diye pay çıkarılmaya çalışılan Başbakanlarının verdiği bir beyanata bakalım. “İngiltere'nin yeni Başbakanı Johnson: Babamın dedesi Türk'tü ama benim Türk yanım zayıf, Tutkulu bir Siyonistim” http://www.ekrangazetesi.com/ “Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.”Furkan:44 ESARETİN DİĞER ADI: LOZAN Türkiye, yaklaşık bir asırdır devam eden esaretin zincirlerinden kurtulmaya çalışırken dikkatli davranmalı. ABD’li yetkililer Türkiye’yi mesken tutmuş, bakanlığın görevlileri gibi günlerce süren mesailer yapmakta, ipleri sıkı tutmaya çalışmaktalar. Bu haydutları Türkiye’den de Allah’ın izniyle, alçaltarak, üsleriyle birlikte kovacağız, söküp atacağız. Bunun yakın zamanda bile çok mümkün olduğuna bütün kalbimle zerrelerimle inanıyorum.