KENDİNİ BİLMEK HADDİNİ BİLMEKTİR

İnsanoğlu, kendini bildiği oranda; haddini ve hududunu bilme erdemliğine sahip olabilir ancak. Kendini bilmeyen, kendini taşımayan, her ortamda olur olmaz ulu orta konuşsan, gereksiz yere boş boğazlık eden, ukalalık taslayıp lafazanlık eden; bilip bilmediği konulara girip her şeye müdahil olan insan/insanlar; haddini ve hududunu bilmeyen insan/insanlar haline geldiğini göstermektedir. Öncelikle insanın insanlık erdemlerine sahip olabilmesi, onun önce kendini ve haddini bilmesinden geçtiğini bilmesi lazımdır! Bu gerçeklik, belirli bir kesim için değil; genel bir kaide olarak, nev-ibeşerin tümü (Peygamberler hariç) için geçerli bir kuraldır! Kendini bilen, haddini bilir; haddini bilen Rabbini bilir; Rabbini hakkıyla bilen, Kâinat’ın küçültülmüş şekline bürünen “KEMAL BULAN VE KAMİL İNSAN OLMA”vasıflarıyla; “Ahsen-i Takvim” iltifatına mazhar olanlardan olur! Bu gerçek tersinden okunduğu zaman, insan, tüm insani erdemliklerinden inhiraf ettiği zaman; belirsizlikler yolunda şeytanın zebunu, şehevi isteklerinin kurbanı, dünyevi ihtirasların kölesi olmasından yakasını kurtaramaz hale gelir ki, bu da insanın ebedi hüsranı olur!... İnsan-ıkâmil olma yolunda, gayret sarf etmeyenler; ham insan olma yolunda son sürat ilerlemeye mahkûm olacakları gibi; muğlak meselelerle de kendilerini motive edip aldatmaya devam ederler… Modernite’nin, günümüzde zehrini enjekte edip yoldan çıkardığı insanların sayısına; hiçbir devir ve zamanda yetişilmediği kesindir. Bu gün sosyal medya denilen sanal dünyada, insanların bir kısmı/veya ekseriyetinin; bilip bilmediği konularda ahkâm kesip, tabir caizse kendilerini hâkim, diğer bir kısım insanları mahkûm ilan etmeleri, kendini ve haddini bilmemenin ne denli tavanyaptığının bariz bir göstergesinden başka bir şey değildir! Oysa kâmil olan insanlar; ağır taş misalidirler, zira onlar gerekmedikçe yerlerinden kıpırdamaz, boş yere konuşmaz, konuşmaları gerektiği zaman da; ölçülü ve temkinli konuşurlar… İlim ve irfan ehli olan zatların saf dışı tutulduğu günümüzde, meydan; çömez aşamasındaki tilmizlere ve yarım yamalak bilginlere kalmıştır haliyle!... Hal böyle olunca, isteyen istediği gibi konuşmakta, istediği gibi eleştirmekte; istediği meseleler konusunda fikir ve görüş beyan etmektedirler… Aslında bu bir anlamda, taşların bağlanmış olduğu; ve ……in salıverildiği atasözünü hatırlatmaktadır. İşin ehli olmadıkları halde, İslami konularda fikir beyan edenlerden tutun da, tartışılması bile caiz olmayan ilkeleri budamaya cesaret edenlere varıncaya kadar; ülkemizde ve dünya çapında, kendini ve haddini bilmeyen yoğun bir kitlenin varlığı söz konusudur… İmdi, tüm bunları neden anlatmaya çalışıyoruz ki öyle değil mi? Zaten Liberalist düşüncenin önünü ardına kadar bırakan beşeri düzenlerin yasaları; herkesin istediği şekilde yaşamasını istemiyor mu? O zaman, kim ki olursa işe müdahil/ bir bakar ki kapısındadır azil? Vecizeli sözde geçtiği gibi, kim bilir başına neler gelecek? Atasözünde geçtiği gibi: “Kem alatla Kemalata varılmaz.” Yani, sermayesi kem alat (kötü ve mesnetsiz şeyler) olanların, kâmil insan olmaları, had hudut sahibi olmaları mümkün değildir… Evet, haddini bilmeyenlere; hadlerinin bildirileceği ceza gününde,hiçbir kimseden fidyenin kabul edilmeyeceği kesin ve katidir… “Men arefe nefsehu, feked arefe Rabbehu” Kavl-i Şerif’in özü ve özeti şudur: “Nefsini (yaratılış gayesini) bilen, Rabbini bilir. Rabbini bilen, her türlü tasa ve kederden kurtulur!...Yüce Allah, cümlemizi kendini ve haddini bilen Salih kullarından eylesin.Selam ve dua ile.