SUÇU KENDİMİZDE ARAMAK
Muhterem Kardeşlerim…
Sıkıntılar, belalar yakamızı bırakmıyor diye düşünüyorsak, öncelikle bu sıkıntıların gerçek sebebini öğrenmekte fayda vardır. “Önce sıkıntı, bela niye gelir?” onu öğrenmeliyiz.
Efendim;
Bela, insana iki sebepten ileri gelir:
1- Günahsız kimselere, büyük zatlara gelir. Bu da onların derecelerinin yükselmelerine sebep olur. Başka hikmetleri de olabilir. Çünkü Hadis-i Şerifte, “En şiddetli bela, enbiya, evliya ve benzerlerine gelir” buyuruluyor. (Tirmizi)
2- Dertlerin, belaların gelmesine sebep günah işlemek veya lüzumlu sebeplere yapışmakta kusur etmektir. Kur'an-ı Kerimde mealen buyuruluyor ki:
“Size gelen her musibet, kendi ellerinizle işleyip kazandığınız günahlar yüzündendir. Bununla beraber Allah bir çoğunu da affeder, [musibete uğratmaz.]” [Şura 30]
Çoluk çocukta, hayvanda, âmirde, memurda bir huysuzluk görülürse, kabahatin kendimizde olduğunu anlamalıyız. Salihlerden biri buyuruyor ki:
“Eşim huysuzluk edince, yanlış bir iş yaptığımı anlardım. Hemen o işime tevbe edince, eşimin huysuzluğu da giderdi. Böylece tevbemin kabul edildiği meydana çıkardı.”
Demek ki belalar, kendi hatalarımız sebebiyle geliyor. Bizim suçumuz, hatamızı görmemektir.
Üstümüze tatlı sürüyoruz, tatlıya gelen sinekleri suçluyoruz. Kovana çöp sokuyoruz, suçu bize saldıran arılarda buluyoruz. Salihler, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görürdü. Büyük bir zat yolda giderken, bir kadın farkında olmadan pencereden üstüne kül döker. Daha kadın özür dilemeden, “Bu başa kül değil ateş layıktı, ucuz atlattık” der. Kendi ayıplarına bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştıran, kusuru hep başkasında bulan kimse, başına daha büyük bela gelmediğine şükretmelidir.
Allahü Teâlâ hiç kimseye zulmetmez, sebepsiz bela göndermez. Başımıza gelen her sıkıntı kendimizden, günahlarımızdan kaynaklanmaktadır. Belki o işte, suçsuz görünsek de, başka bir iş sebebiyle bu sıkıntıların geldiğini anlamalıyız.
Mevla intikamını kul eli ile alır,
İlmihali bilmeyen bunu kul etti sanır.
Günahlardan tevbe edip, nefsi aşağılayarak terbiyeye çalışmalı. Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“Nefsini zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden dinini aşağılamış olur.” [Ebu Nuaym]
Çünkü nefs Allahü Teâlâ’nın düşmanıdır, hep zararlı iş yapmak ister. Kur’an-ı Kerimde mealen,
“Nefs hep kötülüğü emreder” buyuruluyor. (Yusuf 53)
Şeytanın aldatması zayıftır. Nefsimiz daha tehlikelidir. Hadis-i Şerifte, “İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir” buyuruldu. Dışarıdaki düşman, bu iç düşmanın yardımı ile bize saldırıp, bizi yaralıyor. Nefsin her isteği, Allahü Teâlâ’nın yasak ettiği şeylerdir. Hep, kendi can düşmanı olan şeytana uyar. Nefse uyan kimse de, hep İslamiyet’in dışına çıkar.
Dinin bütün emir ve yasakları nefsi ezmek, taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine uyuldukça nefsin istekleri azalır. Nefs, temizlenmedikçe, üstünlük sevdasından, kendini beğenmekten vazgeçmez. Hadis-i Şerifte buyuruluyor ki:
“Nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler.” [Taberani]
KENDİNİ BEĞENMEK FELAKETTİR
Yukarıdaki yazımızda, kabahati her zaman kendimizde bulmak gerektiğini bildirmiştik. Suçu hep başkalarına yüklersek, kendimizi beğenirsek, başkalarını küçümsersek bunlar bizim felaketimiz olur. Kendimiz övülmeye takdir edilmeye layık biri olsak bile, kendimizi övmemiz çok yanlış olur. Çünkü, “Çirkin olan doğru, kişinin kendini övmesidir” buyurmuşlardır. Övünmek, kibirden gelir. Kur’an-ı Kerimde mealen buyuruluyor ki:
“Allah, kendini beğenip övüneni sevmez.” [Lokman18]
“Allah, büyüklük taslayanları sevmez.” [Nahl 23]
Hadis-i Şerifde de buyuruluyor ki:
“Arkadaşını hakir görmek, kötülük olarak yeter.” [Müslim]
Kendini beğenen nasihat kabul etmez. Hep itiraz eder, öyle değil diyerek kendini haklı, karşısındakini haksız çıkarmaya çalışır. Allah’tan kork şunu yapma dense, hemen itiraz eder.
Bir Hadis-i Şerif meali:
“Allah’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni Allahü Teâlâ sevmez.” [Beyheki]
İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Çünkü böyle söylemek, “Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve bilgiliyim” demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir. Lüzum yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle şeylerde başkasının hatasını söylemek gerekmez.
Hadis-i Şeriflerde buyuruldu ki:
“Din kardeşine itiraz etme.” [Tirmizi]
“İtiraz etmeyene, haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.” [Taberani]
Hakkı, düşman da söylese kabul etmeli. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Doğruyu kabul etmemeye inat denir. İnat, karşısındakini aşağı görmekten ileri gelir.
Fazilettir hatayı hep kabul etmek gerek,
Hakkı kabul için inat etmemek gerek.
İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki:
Bekara suresinin “Kalblerinde hastalık vardır” mealindeki onuncu Âyet-i Kerimesi ile bildirilen hastalık, tedavi edilmedikçe, hakiki iman ele geçmez. Kalbi hasta olanın imanı, imanın suretidir. Nefsini temizleyen hakiki imana kavuşur. Yunus suresinin, “Allah’ın evliyası için korku ve üzüntü yoktur” mealindeki 62. Âyet-i Kerimesindeki müjde, hakiki imana kavuşanlar içindir. (1/46)
Demek ki Allahü Teâlâ’nın dostu olmak ve hakiki imana kavuşmak için kalbdeki hastalıkları yani kötü huyları temizlemek, kendini beğenmemek, suçu kendinde bulmak, itirazcı olmamak, hakkı kim söylerse kabul etmek gerekir.
Allahü Teâlâ cümlemize sabır, sükûnet ve sağ duyuyla hareket etmeyi nasib eylesin. (Amin)