MUHAFAZAKARLIK NEDİR?
Muhafazakarlık, ‘hıfz’ kökünden gelir. Yani koruma, kollama, saklama, tutma, içine alma. Hafız, hafaza, mahfaza, mahfuz ve muhafaza aynı kökten türeyen başka bazı kelimeler.Nazenin kavramla ilk flört yapan talihlinin İngiliz filozof Edmund Burke olduğu söylenir.
Tanımlar dünyasında…
Bazılarına göre ‘Her şeyi din penceresinden gören, yalnızca dini referans alan kişilerden ibaret bir kimliğin adı.’
Bazılarına göre ‘Milli, manevi değerlere, eserlere, adet ve geleneklere bağlı olan onları korumak, yaşatmak devam ettirmek isteyen kişi.’
Bazılarına göre ‘Bütün skolastik değer ve yargıları korumayı biricik amaç edinen sağ kanat siyasi bir ideolojinin ismi.’
Bir başkasına göre ‘Eski ve yerleşik olanın, geleneksel ve kutsalın modern koşullarda sürekliliğini sağlamaya çalışma.’
Bazılarına göre ‘Bir akım, ideoloji ve cereyan olmaktan çok sadece bir tavır.’
“Her tarif, bir tahriftir” sözü galiba doğru. Görüyorsunuz değil mi? Herkesin tarifi kendince, kendine göre. Aynı zamanda tahrifi de. Tanımlar dünyası da bütün diğer dünyalar gibi sisli, bulanık ve güvensiz.
Pratikler dünyasında…
Muhafazakarlık ile dindarlık genellikle aynı anlamda kullanılır. Muhafazakar denince ilk akla gelen dini değerlere bağlı, mazi ile derin bir mana bağı içinde ve yer yer geçmişi kutsayan geniş halk kitleleridir. Laik kesimin gözünde ise inandığı değerleri görünür kılan yani onları kamusal alana taşımaya çalışan herkes muhafazakardır.
Ancak bazı İslamcı yazarlara göre muhafazakarlık ile gerçek dindarlık arasında dağlar kadar büyük bir fark var. Biri cahiliye dönemine has kadim bir alışkanlık iken diğeri peygamberlere özgü ‘tevhidi’ bir tutum ve tavır.Seyyid Kutup, Mevdudi, Ercüment Özkan, Müftüoğlu bu düşünceye katılan simadan sadece birkaçı.
“Hubut” yazarına sorarsak Peygamberler Tarihi tek kelimeyle bir devrim, bir inkılap tarihidir. Bütün nebiler atılımcı, hamleci ve devrimci. Karşılarındaki pagan topluluk ise tek kelimeyle muhafazakar. Onun için her Müslümana düşen biricik görev ‘kendini devrimci yetiştirmek.’
“Kaldırımlar” şairi aynı değirmeye su taşıyan bir başka kalem. Onun gözünde de her nebi olanca gücüyle bir parça devrimcidir. “İdeolocya Örgüsü” baştan sona bu ütopik hayallerle dolu.
Buna karşılık Seyyid Hüseyin Nasr,Abdülkerim Suruş ve Cabiri gibi bazı tanınmış düşünürlerinde içerisinde yer aldığı bir başka anlayışa göre Peygamberler Tarihini devrim ve inkılaplar tarihi olarak yorumlamak, modern zamanlara has seküler ve apolojik [savunmacı] bir okuma biçimi.Cemil Meriç, ‘Resullerin ve nebilerin hayatlarının anlatıldığı bir kitapta ‘devrim’in ne işi var?’ diye şaşkınlıkla sorar, haklı olarak.
İslami terminolojinin iki anahtar kavramı olan ‘ıslahat ve tecdid’ mefhumlarını bir başına karşılayan ve kucaklayan kelime devrim değil, evrimdir. Her muhafazakar bir parça evrimci olduğuna göre, muhafazakar olarak isimlendirilmek bir eksiklik değil tam tersine üstün bir fazilet, onlara göre.
Biraz da İslamcı kesimin ezber bozan kalemi olarak bilinen “Göz İzi” yazarını dinleyelim: “Muhafazakarlığın en büyük açmazı “şimdi” den kaçıştır. Muhafazakar bilinç, elindekilere sımsıkı sarılır ve yeni olan her şey den rahatsız olur. Çünkü o yenilikleri ve değişikleri algılayacak ve bu algının süratiyle baş edecek bir enerjiden yoksundur. Ah nerde o eski zamanlar..!”
Görüyorsunuz işte pratikler dünyası da tıpkı tanımlar dünyası gibi sisli, bulanık ve güvensiz. Birlikten, bütünlükten, vuzuhtan söz etmek olanaksız. Nereye kaçarsak öznellik ve hususiliğin yalçın kayası çıkıyor karşımıza.Ancak bütün bu öznelliklere rağmen -özellikle Batı Avrupa da- hiç kimsenin görmezden gelemeyeceği bir nesnellik var, o da şu: Her muhafazakar söylem bir parça tutucu, her tutucu söylem bir parça milliyetçi, her milliyetçi söylem ise bir parça kıyıcıdır.