DÜŞMAN HER YERDE AYNIYMIŞ MEĞER

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Bilakis Onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız.” (Bakara/154) “Yeni Zelanda’da Cuma namazı esnasındaki saldırıda, Şehid olan 49 Müslüman kardeşimizin aziz anısına!” Dün Bedir ve Uhud’ a gelen düşmanla, Çanakkale surlarına işgal için gelip dayanan düşman aynıymış be kardeş. Tek farkları, aralarında biraz zamanın olması… Filistin’de, Eritre’de, Moro’da; Bosna ve Kosova’da, bizi kırmaya gelenler de hep aynıymış meğer… Önce içimize sindiler, bize yeni yeni ithal isimleri buldular, sonra da bizi bölmek için aramızda telden sınırlar çektiler, dost gibi göründüler; amansız bir düşman gibi saldırdılar… Yüzleri maskeli, elleri silahlı ve kalpleri kinle doluydu… Öfkeleri gözlerinden okunuyor, garaz ve kinleri salya sümük şom ağızlarından akıyordu… Dişlerini bileyi, hep saldırı ve fırsat anlarını kolluyorlardı… Evet, maziden kopup gelen bir kindi bu, hezimette gark olan atalarının intikamını almanın kiniydi bu… Değişmedi düşmanın düşmanlığı ve hiçbir zaman da değişmeyecek… Bir kere bölmüş ve bizi birbirimizden koparmışlardı ya, işte onun için şimdi çobansız sürüye saldıran aç kurtlar misali; bize her yerde ölüm sunuyor düşman… Arakan’da Açe’de, Doğu Türkistan ve Gazze’de vurulanların tek ortak bir ölümü vardır: Müslüman olmak… Evet, vuruluyoruz, sürülüyoruz, hor ve hakir ediliyoruz; aç bırakılıyor ve dünyada yaşamamaya zorlanıyoruz. Çünkü tek bir nedeni var: Müslüman olmamız ve Ümmet olmayışımız!... Ne hazin değil mi? Cuma Camisinde vurulanlar, sadece insanlar değildi; vurulan Ümmet ve İnsanlıktı… Yan, hayatta kalmışsa insanlık tabi. 49 ruhun Rahmana kavuşması, ne ilk ne de son olacağını biliyoruz. Çünkü düşman yarın bir başka yerde çıkaracak burnunu! Biz böyle dağınık kaldığımız müddetçe; düşmanın cesareti hiçbir zaman kırılmayacaktır. Düşman dün Afrika’da koşturmuştu atlarını, bu günde Avusturalya kıtasında koşturdu… Nedeni nedir bilir misin be kardeş? Ümmetin bölünmüşlüğü… Evet, Yeni Zelanda da; Cuma namazı esansında iki farklı yerde yapılan eş zamanlı saldırıda; Camideki Müslümanları katleden caniler cesaretlerini, Ümmetin başsız yani Halifesiz olmalarından almaktadırlar… Dün, neredesin ya Ömer diyenin feryadına karşılık veren bir Ömer’i vardı bu Ümmetin. Ama Ümmet bu gün, Ömer’ini kaybetmiş durumda! Çünkü Ümmet, düşmanın ayak oyunlarına aldanıp kendi Ömerlerinin canına kıydı asılar önce… Şimdi dövünmek ve nedamet vakti olsa da, Ümmetin çocuklarının çoğu hala, düşman gibi inanıyor, düşman gibi giyiniyor, düşman gibi yaşıyor ve hareket etmekte… “Hatırlar mısınız Arap baharı rüzgârının estiği zamanları? Evet, işte o yürekleri yakan rüzgâr ve yalancı bahar; yeni işgal ve talan girişimlerinin kapısını açmıştı Allah ve Peygamber düşmanlarına… Irak’ta Fatmalar, Mısır’da Esmalar, kurşunlara hedef olurken; Suriye’de Aylan bebeğin, kaçış yolunda kıyıya vurulmuştu masum bedeni. Ve Libya’da Ömer Muhtarın torunları, birbirilerine düşerken; düşman talan, tecavüz, işgal, sömürme ve parçalama politikalarını devreye koymakla bayram ediyor şimdi. Evet, Filistin de yetmiş yıldan fazladır kan akmakta, Mısır’da Firavunların nesli hiç tükenmedi; Suriye’de dün altmış bin Hama’lı Müslümanın katili baba Hafız; bu günde Milyonlarcasının katili olan oğul Beşar Esat katili… Ne değişti ki? Koca bir hiç. Ümmet hala dağınık ve başsız, İslam coğrafyasında hala küfrün kanunları dayatılmakta Müslümanlara. Laiklik, Demokrasi gibi saçma sapan ideolojiler; insanların güya özgürlük sığınakları (!) olmuş… Düşman her yerde aynıdır, be kardeş! Kara kıtanın kara bahtlı insanları bu gün açlık ve sefaletle boğuşurken, AB, ABD, Avrupa insan hakları mahkemesi, uluslararası af örgütleri falan; hepsinin ortak bir yanları ve yalanları vardır: “İslam’a ve Müslümanlara zarar vermek.” Tedrici, planlı ve bir o kadar da acımasız. Evet, dün Selanik’ten Yıldız Sarayına yürüyen İttihatçı jön Türkler nasıl ki düşmanın oyununa gelmiş ve Abdülhamid-i Sani’yi tahtan halledip İslam coğrafyasının parçalanmasına sebep oldular be kardeş? İşte bu gün de batının batıl ideoloji ve kanunlarını Müslümanlara dayatmaya çalışanlarla, Ümmetin bir araya gelmemesi için çırpınıp duranlar arasında hiçbir fark yoktur ve aynı kaynaktan beslenenlerdir. Dün Ezanı susturmaya çalışanlarla, bu gün susturmaya gayret gösterenler de aynı membaın suyundan içenler değil mi? Her vesileyle şu hakikati söylüyor ve söylemeye de devam edeceğiz: İslam âlemi ve Müslümanlar olarak; Kur’an ve Sünnet-in hükümlerini, hayatımızın tüm alanları başta olmak üzere, devlet ve siyaset mekanizmalarına taşımadığımız müddetçe; dağınıklığımız, düşmana yenik düşmemiz, talan ve işgallere uğramamız sürüp gidecektir. Bir an önce kendimize gelmemiz lazım. Yoksa iflah olmamız mümkün olmayacaktır. Ya Allaha hakkıyla kul, Hz. Muhammed (s.a.v)’e Ümmet olup yaşayacağız; ya da bu zillet her seferinde farklı bir mekânda, farklı bir ülkede gelip kapımızı çalmaya devam edecektir… Selam ve dua ile. 18 Mart 2019.