SİYONİST İSLAM
İslam’ın yasası Kuran-ı Kerim; Allah’a ve peygambere uyulması, ümmetin birliği ve ulülemre itaati temel ilkelerden sayar. Bu duruma rağmen yine de Müslümanlar, özellikle peygamberin vefatının ardından başlayan ve devam eden süreçlerde; kendi aralarında ihtilaf etmeye başlamış ve halen de bu ihtilaflar devam etmektedir.
Peygamber hayattayken, son sözü söyleyen otorite olduğu için, ihtilaf çıkmıyor, çıksa da hemen gideriliyordu.
Müslümanlar tarih boyunca, birliksiz ve yöneticisiz/başsız kalmayı, büyük bir fesat olarak görmüştür. Bu başsız durum yüz yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bu gün Müslümanların bu durumda olmasının ana nedeni bu başlıksızlık/temsiliyetsizlik ve birliksizliktir.
İslam beldelerinin ulus devlet veya daha farklı gayri İslami yönetim şekilleriyle yönetilmesi, Müslümanların da bu durumdan etkilenmesine neden olmuş ve kendilerini İslam olarak adlandırsalar bile İslamdan çok uzak yaklaşımlar ve kimlik özellikleri ortaya çıkmıştır. Küresel müstekbirler ise bu durumu araç olarak kullanmış ve Müslüman dünyası içinde ihtilaf ve çatışmaları körüklemiştir.
Ne yazık ki bugün Müslümanlar, esas düşmanla savaşmayı bırakıp; kendi aralarında savaşmak durumundalar, daha doğrusu, düşman, Müslümanlarla savaşı Müslümanlar üzerinden yürütmekte; her iki tarafa da Müslümanları yerleştirmektedir.
Çünkü kendini İslam olarak tanıtan ve İslam ve Müslümanlar aleyhine işleyen mekanizmalar ortaya kondu ve bu yönde uzun soluklu projeler uygulandı, çok yönlü çalışmalar yapıldı. Böylece farklı İslam anlayışları ortaya çıktı ve birbirleriyle çatıştırıldı. Bu anlayışların oluşturulmasında temel gaye, İslamı küfürle örtmektir. İşte ılımlı İslam veya Amerikancı İslam, particilik/sistem içi siyaset, Yeşil Kuşak denilen projeler veya Anadolu İslamı, Türk İslam sentezi, radikal/Fundamentalist/köktenci İslam, ya da mezhepsel, cemaatsel farklılıklar/Şiilik/Alevilik/Sünnilik/selefilik/tekfircilik/Vahhabilik, nurculuk, İslam Sosyalizmi, demokratik İslam, tarihselci yaklaşımlar, tasavvuf/batınilik/tarikatlar, Diyanet, laiklik, muhafazakarlık, Emperyalizm, cihad, Reformist İslam/İslamı yeniden yorumlama/güncelleme gibi hususlara doğru yaklaşmak bu açılardan bakıldığında daha bir önem arz etmektedir.
İslam, önüne veya arkasına hiçbir takıyı/sıfatı/ismi kabul etmeyen mükemmel/eksiksiz ve her çağa hitap eden/çağlar üstü/evrensel/cihanşümul sabitleri ve değişmez temel/fıtri değerlere sahip ve tek ilah/ilah olmaya layık olan Allah’ın yasasıdır.
Dolayısıyla bu yazıda ele alacağımız İslami anlayış/ların önüne veya arkasına gelen takıları doğru bulmadığımın, bu tanımlama ve ayrıştırmaları çoğu kez bu projelerin mucitlerince icat edildiğinin ve bu anlayışları irdelerken teknik zorunluluklardan dolayı kullanmak zorunda olduğumuzun bilinmesi önem arz eder.
Peygamberin vefatından sonra, İslam’ın bazı konularda farklı yorumlarının ortaya çıkmasının normal karşılanması gerektiği; Müslümanların bu ihtilafları, bir ayrılık ve savaş sebebi sayamayacağı da temel ilke olarak kabul görmektedir, doğru olan da budur.
Bu yazının hedefi, İslami temsiliyet eksikliğinin/yokluğunun ardından gelen ve doğal kabul edilen yaklaşımları/ihtilaf ve farklılıkları değil; bu zemini kendi emellerin gerçekleştirmek ve küresel sömürünün devamını sağlamak, İslam aleminin ayağa kalkmasını, durumunu fark etmesini engellemeye yönelik proje ve anlayışların mahiyetini bilmek ve farkındalık oluşturmak, bu projelerin oluşturduğu profilleri, yaşam tarzını ortaya sermek, kullanılan algı yönetim tekniklerine ve medyatik etkilere değinmek; dikkatleri asıl düşmana ve asıl düşmanı belirleme ölçütlerine yöneltmektir.
Aslında bir yaklaşım veya tarzın kökeninde Milattan öncesinde izlere rastlamak mümkün ise de; bu yazıda çok yüzeysel ama temel hususlara değiniler yaparak, günümüz dinamiğinden kopmadan büyük resmi ortaya koymakla yetinmeyi amaçlamaktayım.
Peygamberden sonra başlayan süreçleri, Sıffin Savaşı ve Hz Hüseyin’in mücadelesinde, karşı tarafın kimyası ile bugünküler arasındaki benzerlikler de artık bilinmekle beraber yer yer göndermeler gerekmedikçe o dönemlere girmeden ve çoğunlukla son yüzyılda yaşanan değişim, dönüşüm ve yaklaşımlara değinmeye çalışacağım.
Şunu peşinen belirtmekte yarar vardır. İslam tektir. Önüne ve arkasına tamamlayıcı sıfat/isim alamaz, eksiksizdir/mükemmeldir. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’ın yasasıdır. Kendisinden başka din kabul etmez. O’nun sahibi de; kendisinden başka ilah olmayan/kendisinden başka ilah kabul etmeyen Allah’tır.
İslam’ın bazı konularındaki farklı yorum ve yaklaşımlar, Müslümanların birliğini bozmaya götürücü olmayan doğal ihtilafları ifade eder. Bunun dışında gerçekleşen ve fark edemediğimiz, masum veya kendiliğinden/doğal görünümlü projeler konusundaki yaklaşımlar bunun dışındadır. Bu yazıda, günümüzde mücadele ettiğimiz Siyonist İslam’ın (bunu İslam olarak göremeyiz), ılımlı İslam’la başlayan serüvenini daha görünür kılarak, Müslümanların birlik olmasını engelleyen yaklaşımlara karşı mücadeleye ufak bir katkı sunmaya çalışacağım.
“Yeşil Kuşak Projesi
Yeşil Kuşak Projesi, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Jimmy Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski tarafından 1977'de geliştirilen bir projedir.
Yeşil kuşak projesinin amacı, İslam'ı komünizme karşı bir savunma olarak kullanarak, SSCB'nin petrol zengini Basra Körfezi civarında etkinlik sağlamasını engellemekti. SSCB'nin Afganistan işgali sırasında CIA ve Pakistan himayesinde mücahit güçler örgütlendi.Afganistan'da ekilen haşhaşın, eroin olarak dünya piyasasına sürülmesine göz yumuldu ve elde edilen gelirin işgale karşı kullanılması amaçlandı.Karşı saldırı amacıyla Afgan gruplara yoğun silah satışı yapıldı ve Pakistan'daki askeri kamplarda eğitim verildi. Bu gelişmeler Taliban gibi radikal dinci örgütlerin temellerinin atılmasını sağladı ve Ilımlı İslam desteklendi.” https://tr.wikipedia.org/wiki/Ye%C5%9Fil_Ku%C5%9Fak_Projesi
Amerika burada; komünizme karşı mücadele retoriğini kullandı. Bu retorik daha önce de 1969’ da sol grupların; Türkiye’ de 6. Filo askerlerine karşı gerçekleştirdiği eyleme karşı Müslümanların gösterdiği tepki ve yaklaşımlarının da ana kodlarını içerir. Bu kodlar hala bile kullanılmaktadır. Örneğin Suriye’ ye 104 ülke ve bilimum terör örgütleri saldırırken onlarla birlikte hareket etmekte sakınca görmeyen bu anlayış/kodlar, Rusya’ nın ve İran’ın müdahil olması büyük tepkiye neden olmuştur ve görünür hale gelmiştir.
Neyse ki Türkiye, bu siyasetin tuzaklarını fark edip daha olumlu bir dış politikaya doğru ilerlemektedir. ABD baskısı aşıldıkça ve bölgede ABD hakimiyeti geriletildikçe bölge ülkelerinin de bu politik dayatmalardan kurtulacağının işaretleri belirmeye başlıyor. Nitekim Hakan Fidan’ ın Suriye İstihbaratıyla görüştüklerini açıklamaları ve Mevlüt Çavuşoğlu’nun Davos’taki açıklamaları da bunun göstergesi. Böyle devam ederse; gerek Türkiye’nin güvenliği ve gerekse Suriye’nin toprak bütünlüğünün, mevcut konjonktürde birbirleriyle nasıl bağlantılı olduğu daha net ortaya çıkacaktır. Bu da; ABD’ nin de bölge ülkelerini, bunun zıddı politikalara zorlamasını güçleştirecek ve Türkiye’yi, Suriye bataklığında boğma hedefinin de önüne geçilmiş olacaktır.
Mevcut resmi ve gelinen olumlu noktayı net görebilmek adına Mevlüt Çavuşoğlu’ nun Davos’taki konuşması oldukça önemlidir: “Çavuşoğlu, Suriye’de başta Rusya ile farklı taraflarda olduklarını ancak Halep’te olanlardan sonra beraber çalışmaya karar verdiklerini belirterek ‘Suriye’de en başta tamamen farklı taraflardaydık. Hatta Rus uçağını bile düşürdük. Daha sonra özellikle Halep’te gördüğümüz şeyden sonra beraber çalışmaya karar verdik. Daha sonra ‘neden bu işbirliğini tüm Suriye’de yapmıyoruz?’ dedik ve Astana sürecini başlattık, İran’ı da dâhil ettik. Rusya ile bazı konularda farklı fikirlerdeyiz ancak birçok alanda da beraber çalışıyoruz’ dedi.
Yemen’de Suud saldırılarını eleştiren Çavuşoğlu, Suud’a gönderme yaparak şöyle konuştu:
'Birkaç yıl önce bölgedeki birkaç ülke Husileri yenme bahanesiyle Yemen’e saldırdı ancak sonucunda hepimiz bunun bir facia olduğunu ve insani bir felaket olduğunu gördük. Bu ülkelerin Yemen’i bölmeye çalıştığını gördük.'” http://www.islamianaliz.com/h/77304/-cavusoglu-suriye-politikasinin-neden-degistigini-acikladi-suuda-gonderme-yapti
Keşke Rusya da dahil hiçbir yabancı güç İslam topraklarına ayak basmasa ve onların kendi aralarındaki sorunlarına müdahil olmasa, keşke Müslümanlar arası problemlerin çözümünde; Müslümanlardan oluşmuş, dünya ölçeğinde bir barış gücü oluşmuş olsa, keşke Müslümanlar arasındaki sorunların sadece İslam dünyasında yaşananlara zemin hazırlanmasında katkı sağladığının ancak esas sorunun Müslümanlar arasındaki sorunlar olmadığının ve yaşananların/Müslümanlar arasındaki sorunlar olarak adlandırılanların aslında Müslümanlar arasında yaşanan sorunlar olmadığı anlaşılsa.
Keşke büyük resmi; her İslam yurdu yıkılıp viran olmadan görebilsek. Sıranın bize gelip dayanacağı günü beklemeden; birbirimizle, bölgemizle kenetlenebilsek. Bu bilinci kuşanabilsek ve en büyük şeytanın ABD ve onun dünyada kurduğu düzen olduğunun farkına varabilsek. Batının, hala aynı haçlı kodlarla hareket ettiğini, İngiltere'yi İsrail'i ve AB'yi dost olarak algılamanın, İslam'la çelişeceğini fark edebilsek ve keşke zihnimizdeki üslerden sonra evimizdeki/bölgemizdeki en büyük üssün İsrail olduğunun bilincine varsak.
Şimdilik bu kadar diyelim ve devamını, Allah nasip ederse diğer yazılara bırakalım, selam ve dua ile.