MODERN ÇAĞDA BİLGİSİZLERİN BİLGELİĞİ
Her çağ, kendi adamını yetiştirir mi, sorusunun cevabı; biraz zor olsa da, aslında; “her dönemin siyasi muktedir sınıfının yetiştirdiği dâhileri (!) vardır demek, belik de en doğru cevap olsa gerek… Çağdaşlık, Uygarlık, Medeni asır gibi kavramların arkasına sığınıp; ama hakikatten uzak olan bir kısım zümreler, çok yüksekokullarda okuyup, büyük makamlarda (!) etki ve yetki sahibi olsalar da, gerçek manada bilgi sahibi olmadıkları gibi, bilge nesiller yetiştirmeleri de imkân dışı bir şeydir. Çünkü hakikat diye bir gerçek vardır ve, bilgide sermayeleri cehalet olanların; yaşadıkları dönemlerin siyasi nüfuza sahip ve egemenleri tarafından bilge kabul edilseler bile, bilginin bilgisizliğinden asla kurtulamazlar. Mesela her şeyi madde planında değerlendiren materyalistler, yaşadıkları dönemin insan ve toplumları üzerinde biraz etki bırakmış oldukları kabul edilmekle birlikte; daha sonraki dönemlerde, onların ısrarla savundukları tezlerini çürüten hakiki manada bilge adamların zuhuruyla,menfi saçmalıkları da tarihin çöplüğüne atılıp kaybolmuştur/kaybolmaktadır!... Demek ki, gerçeğin/gerçeklerin üzerini örtmeye çalışanlar, bunu uzun zaman gizlemeye çalışsalar da zamanı geldiğinde, kardelen misali haksızlığını karşısına dikilir! Çünkü her şey saklı kalsa da, hakikat asla saklı kalmaz/saklanamaz! Yaşadığımız toplum ve/toplumlarda, elleri biraz kalem tutan, dilleri biraz kelam edebilen Müslüman bazı çevrelerin; sözüm ona maziye gömülmüş bir kısım ateist, materyalist ve inkârcıları hala rahmet ve minnetle anmaları; aslında bu onların hakiki bilgi ve ilimden ne kadar yoksun ve uzakta olduklarının açık bir göstergesidir. Demek ki asıl mesele, ellerin kalem tutması, dillerin kelam etmesinden ibaret değildir. Asıl mesele, olay ve hadiseleri, eşyayı ve olup biten her şeyi; hakikatin terazisinde tarttıktan sonra kim neyi hak etmişse ona göre hakkının teslim edilmesi olayıdır. Öyleyse bilgelik, çok kitap okumak veya birkaç tane Üniversiteyi bitirmekle sınırlı bir olay da değildir! Olsaydı şayet bu gün, tezleri çürütülen Darwin ve onun gibi evrim teorisyenlerinin de birer bilge olarak kabul edilmeleri gerekirdi… Hâlbuki Darwin daha hayattayken bile kendisinin yanıldığını itiraf etmesine rağmen, onun ardına düşen hedefleri meçhul tilmizleri; insanları onun yalan teorileriyle bir müddet daha uğraştırıp meşgul etmişlerdir. Çağdaş insanın her şeyi anlamış olduğu inancı, onun yetersizliğinin en büyük göstergesidir. Diyor bilge Kral Aliya Izzetbegoviç! Onun bilgeliği, bilgisinin ve fark etmediği, daha doğru bir ifadeyle, bilgi olarak gördüğü bilgisizliğinin toplamından ibarettir. En büyük sır karşısında dahi kendinden emin ve kibirli davranmaktadır. O, muammayı görememektedir, bilgisizliğinin ve ön yargılarının devasa boyutu tam da burada ortaya çıkmaktadır. Orta Avrupa’daki kırlangıçlar Sonbaharda Afrika’nın uzak diyarlarına doğru uçamaya başlar. İlkbaharda dönerler ve yuvalarını bıraktıkları aynı çatıya konarlar. Bu uzun yolculuğa çıkmaları gerektiğini ve ne zaman çıkmaları gerektiğini nasıl bilirler? Dönüşte milyon nüfusluk bir şehirde binlerce ev arasından kendi yuvalarının bulunduğu çatıyı nasıl bulabilirler? Bu soruya bizim kibirli cahilimiz kolaylıkla cevap verir: “Çok basit, onları içgüdüleri yönlendirir. Yahut söz konusu doğal seçilimdir. Kışın daha sıcak diyarlara göçmesi gerektiğini “anlamış” olan kırlangıç türü hayatta kalmıştır. Bunu anlamamış olan türler yok olmuştur. Doğal koşullarla sürekli mücadele halinde gelişen bu kuş türü, zamanla hayatta kalmak istiyorsa göç etmeleri gerektiğini anlamıştır. Onların göç güdüsü binlerce neslin bilgisi birikiminin bir sonucudur, vs. Talihsizlik bu bomboş cevapta değildir. Kişinin soruya bir cevap verdiğini sanması, yani, araştırmanın ve hakikate ulaşmanın ilk koşulu olan gizemi saf dışı etmiş olması, asıl talihsizliktir. Yalan bir cevap, sahte bir ilaç kadar tehlikelidir. O, iyileştirmez ancak bizim gayretimizin önüne set çeker, sahte bir inanç uyandırır. (Aliya Izzetbegoviç. Doğu Batı Arasında İslam/ sh:70) Evet, talihsizlik ki ne talihsizlik! Sorulan soruya verilen cevap, muhatabı susturmaya yetse bile; meşru ve makul bir cevap olmadığı müddetçe, havada asılı kalmaya mahkûmdur. İçgüdülülerin, sorulan soruya verdikleri kaçamaklı cevap gibi. Hâlbuki sorulan soruya verdikleri cevap; kendilerini dahi tatmin etmemektedir. Fakat EGO’larını putlaştıranlar, bildiklerinin gayrısından başka her hangi bir bilgi ve ilime itibar etmediklerinden dolayı; kör inatlarında ısrar edip dururlar. Aslında yukarıdan iktibasen vermiş olduğumuz açıklayıcı bilgiler üzerine; çok da konuşmak gerekmez. Çünkü insanların halet-i ruhiye diye bir yanları vardır. Kim neye nasıl ve niçin inanıyorsa; yapıp ettikleri her iş ve hareketleri de o inanca göre düzenlenmektedir. Ta ki, hakikatin inkişafına vakıf olana dek, bu hal böyle devam edip gider!... Son olarak, modern çağda hakikat dışı olan bilgiyi bilgi,bilgini de bilge (gerçek bilgeler başımızın tacıdırlar) zannedenlerin; bilgelik denizinde yüzüp iş gördükleri bir devirdeyiz!...