AMEL VE ÂYÎN
Yüce Allah, dünya hayatında insanları iman etmek ve salih amel işlemekle sorumlu tutmuştur. Kur’an ayetlerinde sürekli bu ikiliye dikkat çekilmiş, cehennemden kurtuluşun ve cennete kavuşmanın olmazsa olmazı oldukları vurgulanmaktadır. Bu iki unsur, Allah’ın hoşnut olduğu mükemmel bir kul düzeyine erişmenin ve ahiret saadeti olan ebedi cennetle taltif edilmenin temel şartıdır. Ayrıca iman ve amel, ruh ve beden mesabesindedir, ikisi bir arada bulunmalıdır ki hedef gerçekleşsin. İman ruh, amel de beden gibidir. Ruhsuz beden ölüdür, hiçbir canlılık faaliyeti olmaz. Bedensiz ruh da bedensel yapılan faaliyetlerden yoksundur. Aynı şekilde imansız amel boş ve batıldır, hiçbir fayda getirmez. Amelsiz iman da samimiyetten ciddiyetten yoksundur, cehennemden tamamen kurtarmaz.
Yüce Yaratan’ın varlığına, birliğine inanmak ve O’nu bütün vasıflarıyla layıkıyla tanımak, “iman” kavramıyla ifade edilmiştir. “Allah’ı kalb ile tasdik” imanın en önemli rüknü olmasının yanında, kişinin bu imanı bütün ruhuna, nefsine, düşünce ve manevi duygularına da kabul ettirip sindirmesi imanın kâmil olması için zorunludur. Bunun içindir ki Peygamberimiz (ASV) “İman yetmiş küsur şubedir, hayâ da imandan bir şubedir.” buyurmuştur. (Müslim, İman, 57.)
“İman yetmiş küsur şubedir, en üstün şube Lâ ilaheillallah, en aşağıda olanı da yoldan eziyeti kaldırmaktır”; (Müslim, İman,58); “Kadirşinaslık imandandır”; “iffetlilik, dilin az konuşması, anlamak (kavramak)imandandır” (Darimi, Mukaddime,43) gibi bu konudaki diğer hadislerden anlaşılıyor ki “ yetmiş küsur” ile kastedilen, insanın manevi yapısını oluşturan ruh, kalp ve nefisinin işlevleri olan hasse ve duygulardır. Bunların hepsine Allah kabul ettirilse iman-ı kâmil gerçekleşir. Yoksa imanda mükemmellik olmaz, zayıflık ve eksiklik olur.
Amel ise Alah’ın emirlerine itaat ve yasaklarından kaçınmakla gerçekleşen eylemlerdir; imanın gücü ve teşvikiyle yapılan bedensel faaliyetlerdir. İşte bu faaliyetlerin İmana bağlı olarak onun gücüyle yapılıp yapılmadığını ortaya koyan unsura da “niyet” denir. Başka bir deyişle, amelin imanın etkisiyle mi yoksa başka etkenlerle mi yapıldığını niyet belirler. Niyeti de ancak Allah bilir, başkası sadece zan ve tahmin eder, bu da yanlıştır.
Bir de “amel” kavramıyla bazen karıştırılan “âyîn” kelimesi vardır. Amel ile âyîni birbirinden ayrı tutmak lazımdır. Amel Müslümanların inançları doğrultusunda yaptıkları veya yapmaları gereken fiillerdir, âyîn ise gayrimüslimlerin yapmış oldukları dinsel tören ve ritüellerdir. Memleketimizde bu kavram daha çok Hıristiyan ve Yahudilerin dinsel törenleri için kullanılır. Ancak âyîn kavramı sadece kilisede veya sinagogda yapılan törenlerden ibaret değildir. Hiristiyan ve Yahudierin dinsel kökenli ve toplulukça gerçekleştirilen tüm tören ve adetlerini de kapsamaktadır. Batı dillerinde âyînlerin gerçekleştirilme tarzı için, “kutsal âdet” anlamına gelen Latince kökenli ritüel tabiri kullanılır. Âyinlerin birtakım özellikleri vardır: Temelde dinsel inançlara dayanır; genellikle toplu halde ve törenlerle gerçekleştirilir; mûsıki ve özel hareket tarzları da âyînin temel unsurlarındandır.
Bir Müslüman bu ritüellere veya âyînlere "niyetim iyidir" diyerek katılamaz. Yani ameller niyetlere göredir, ayinler değil. Peygamberimiz (asv) "Ameller niyetlere göredir" ( Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1.) buyurmuş, "ayinler niyetlere göredir" dememiştir. Sosyal hayatın tesiriyle, etkileşim, özenti ve taklit sonucu Müslümanlar arasında yayılan Hıristiyan ve Yahudilerin dinî kökenli adetleri, “amel” olarak nitelendirilse de âyîn kapsamındadır. Müslümanların bunlardan da, yani “âyîn kökenli amellerden” uzak durmaları dinimizin emridir. Onun içindir ki Hadis-i Şerifte, “Kim, bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (Ebu Davud, Libas, 5.) buyrulmuştur. Örneğin, doğum günü partileri, türbelerde mum yakmak, törenle müzikli, ilahili dua törenleri düzenlemek âyîn kökenli amellerdir. Müslümanlara yasaklanan gayrimüslimlerin insani, ilmî, teknik veya doğal yönlerine benzemek değil, âyînlerini amel edinerek benzemektir.
Kur'an'da müminlerden istenen, iman ve salih amel ikilisidir. Amelin salih olması da ihlâsla olur. İhlas, yalnız emr-i İlahî ve rıza-yı iİahîyi gözetmektir. Eğer dünyevi bir çıkar veya ucub (kendini beğenmişlik), kibir, üstünlük taslama gibi nefsanî bir saika yahut riya (gösteriş) gibi toplum beğenisini de hesaba almak ameli işlemeye sebep edilse İhlas zedelenir ve o amel salih olmaz. İhlâsı sağlayan en önemli unsur da niyettir.
Yahudi ve Hıristiyanları taklit etmek, onlara benzemeye çalışmak açık ve kesin delillerle yasaklandığı için ne niyetle yapılırsa yapılsın salih amel değildir. Demek ki yasaklanan hususlarda niyet aranmaz. Başka bir deyişle niyetin iyi oluşu yasağı meşrulaştırmaz, hükmünü değiştirmez. Kötülükler için iyi niyet diye bir şey söz konusu değildir. İyi niyetle kötülük iyi olmaz. Ama iyilik, kötü niyetle yapılsa kötülük olur. Örneğin nafile ibadet, sevap kazandıran iyi bir ameldir; fakat Allah için değil de insanların beğenisini kazanma niyetiyle yapılsa, iyi amel olmaktan çıkar, sevap değil günah kazandırır.
Kötülük, bir yayılgandır; iyiyi, güzeli, temizi yok eder, kendi hükmüne alır. Bir kazan suya bir damla necaset düşerse, bütün kazanı necis eder. Kötü niyet, matematikte çarpma işlemindeki sıfırın tüm sayıları yuttuğu gibi tüm iyilikleri yutar. Bu itibarla kötü niyet de iyi amelleri de kötüye çeviren ruhani bir necasettir.