EDEBİYAT ÖLDÜ!
“Bir zamanlar edebiyatıngücüne, bir şeyleri değiştirebileceğine kuvvetle inanırdım. Yıllarım, buinancın te’siri altında palazlanıp gelişen bir tutkunun peşinden koşmaklageçti. Edebiyat, günbegün kirlenen, saflıktan uzaklaşan bir dünyada temiz veuyanık kalmanın, vicdani ve ahlaki çürümeye karşı durmanın güçlü kalelerindenbiriydi. Kendiliğinden korunaklı, temiz bir alan da oluşturuyordu bu kale,orada yaşayanlar için. Edebiyatı savunmak, yaşanabilir bir dünyayı savunmakdemekti. Doğrusu bu ya, 'söz'ün geçmişten beri taşıya geldiği itibar ve önümüzeserdiği büyük birikim, insanı böyle muhayyel bir gücün varlığına inanmaya iknaediyordu. Bir avunma mıydı bu, sâfiyâne bir inanış yahut büsbütün aldanışmıydı?
Kabul edelim, artık'söz', azgın bir çağın ve derisi kalınlaşmış insan türünün vicdanınaişleyemiyor. Bugünün insanı, edebiyata karşı açıktan hıyanet değilse bile münafıkçabir tavır içinde. Okumayı sevdiğini söyleyip edebiyatı küçümsüyor. Edebiyatdergilerini alıp okumuyor; yaşatmak için görünür bir çaba harcamıyor. İyiromanlardan, öykülerden, gerçek şiirden habersiz. Ömrünü edebiyata vermiş,köşesinde sessiz yaşayan gerçek yazarlara ve kitaplarına sırtını dönmüş.Şımarık, çokbilmiş, hoyrat bir mirasyedi tavrıyla, sahih olan her şeye burunkıvırıyor. Çoksatar yazarların önünde uzun imza kuyrukları oluştururken,edebiyatın insanı çağırdığı o sahih hayatı aşındırdığının farkında değil. Bütünbunlar yaşanırken ortalıkta 'okur' diye gezinen kitlenin büyük çoğunluğunun 'edebiyat münafığı' olduğunu söylemekhaksızlık mıdır?
Soğuk ve yağmurlu biraralık akşamında, günümüzün iki usta yazarıyla oturup uzun uzun, gücünü ve etkisiniyitiren edebiyattan söz açıyoruz. Adını koymadan bu 'münafıkça' tavırdanyakınarak... Şüphe yok, Türk edebiyatı güçlü bir roman ve öykü damarına sahip.Avrupa'nın çok ilerisinde canlı bir şiir ortamımız var. Fakat has edebiyatın sesi, hiçbir zaman yükselmiyor.Batı'nın üçüncü sınıf romanları, büyük ve önemli bir edebiyat olayı sayılarakyüzergezer okurun iştahına sunuluyor. Böylece düşünen, anlayan, sorgulayanokurun yerini, 'kitap tüketen'canlılar alıyor. Okuma serüvenine ihtiyaçlar ve dilden alınacak lezzetleryerine hangi besini ne kadar 'tüketeceğimizi' salık veren beslenme uzmanlarıgibi, hangi kitapları 'tüketeceğimizi' belirleyen 'yayın gurmeleri' karar veriyor. Bu da muhalif, sorgulayıcı, ahlakibir tavır oluşturmaya çalışan gerçek edebiyatın üstünü adamakıllı örtüyor.Öyleyse nedir? Edebiyat bir eğlencedir!
Doğrusu bu... Peki, ozaman edebiyat ne işe yarıyor? Söylemesi zor; ama edebiyat bugün 'güçsüzlerindili'dir büyük ölçüde. Kaybetmişlerin, başka bir dünya hülyası kuranların,vicdanı kanayanların sığındıkları kuşatılmış bir kale... Öyleyse neden hâlâyazıyoruz, neden romanlar, öyküler, şiirler yayımlıyoruz?
Geçende benden yaşçabüyük bir okurum, 'Gazetede yazınızı görmeyince üzülüyorum.' deyiverdi. Hiçbirriya emaresi yoktu sesinde. Belki dedim, işte bu ihlaslı okur için yazıyoruz.Yaptığımız, ruh kardeşlerimizle konuşmaktan, varlığımızı birbirimizehissettirmekten ibaret. Karanlık bir ormanda kaybolmuş çocuklar gibi yitikkardeşlerimizi sesimize çağırıyor;korkularımızdan sıyrılmaya çalışıyoruz.Böylece zamanın barbarlığını ve içimizdeki sonsuz melali unutuyor, orada birsüreliğine mesut oluyoruz.
"Bilmiyorlar ki”diyordu Ahmet Haşim, Yahya Kemal'eyazdığı bir mektupta, "Dostluğumuzun cinsi, onların anlayacağı bir nevidendeğildir. Havada, ziyada, suda ve semada aynı şeyleri sevmiş olmanın yapacağıdostluğu bilmiyorlar!" Bugün, bunca münafıklık karşısında hâlâ 'söz'e imaneden insanların yaptığı, 'aynı şeyleri sevmiş olma'nın dostluğuyla dünyanın biryerlerine dağılmış hakiki kardeşlerini aramaktır. Edebiyat, onların ortakdilidir yalnızca…”
Böyle hayıflanıyorduhayli dertli genç bir edebiyatçımız.Çok acı da olsa katılmamak ve tümünegönülden amenna! dememekmümkün değil ama neden daha açık konuşarak bu durumunadını koymuyoruz ki: Edebiyat öldü.