KAYBETTİĞİMİZ HASSASİYETLERİMİZİN FARKINDA MIYIZ?
“Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah her hangi bir toplumun başına bir kötülük (bela musibet) gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.” (Ra’d/11)
İslam âlemi olarak, özellikle son çeyrek yüz yılda; Modern çağın dünyevi sunumları karşısında, eziklik kompleksine kapılmakla kademe kademe, İslami kimliğimizden uzaklaştığımızın farkında mıyız? Aile yapımızdan yaşantımıza, adab-ı muaşeretten ahlaki durumumuza, taziye ve düğün merasimlerimizden gündelik işlerimize varıncaya kadar; İslami kıstaslarımıza ne kadar bağlı,ne kadar uzaklaştığımızı gözden geçiriyor muyuz?
Dünyanın aldatıcı debdebesi ve tul-i emel humması taarruzuna karşı, kendimizi, ailemizi ve çevremizi ne kadar uyarmakta ne kadar korumaya çalışmaktayız? Aile içi huzursuzluklarımızın, boşanma oranlarında her gün biraz daha artışın olmasının, çatışma ve şiddetin tırmanmasının; bela ve musibetlerin üstümüze üstümüze günden güne ziyadelik kazanmasının temelinde, İslami hassasiyetlerimizden taviz verdiğimizin birer sonucu olduğunu neden kabul etmiyoruz hala?
Eften püften bahanelerle, bin bir dereden su getirerek, azgın nefislerimizi temize çıkarabilmek için, en zayıf delilleri nasmış gibi kabul ederek, kendimizi ateşe attığımızın farkında mıyız? İsrafın, saçıp savurganlığın, dünyevileşme hastalığının, içtimai ve dayanışma vazifemizi terk ettiğimizin; akraba, dost ve yarenlik gibi toplumun temel taşlarını teşkil eden unsurları yıktığımızdan dolayı, başımızın dert, bela ve mihnetlerden Azad olmadığını neden anlamak istemiyoruz?
Evlerimizin mefruşat ve düzeneklerini iki de bir değiştirip milyonların çöpe gidip heder olduğu, ama öte yandan bir lokma ekmek bulamayan milyonların var olduğu bir dünyada; hangi insani ve İslami hayattan bahsedebiliriz ki? Yıllar önce, çocukluğunda öğrencim olan bir genç anlatmıştı: “Babamla bir eve giderken, merdivenleri tırmanan babam; yahu şu mermerlere bak, firavunun sarayı gibi olmuş diye ev sahibini kınamıştı… Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, bizde yeni evimizi yaparken merdivenlerimizi mermerle döşediğimizde ben babama: “Baba şimdi biz kimiz diye geçmişte o komşumuz için sarf ettiği sözünü hatırlatmıştım.
Tabi asıl mesele merdivenlerin mermerlerledöşenip dönenmeme meselesi değil, Asıl olan mesele, gün geçtikçe dünyevileşmemiz, dünyevileştikçe de Dini hassasiyetlerimizden uzaklaşmaya başlamamızdır… Bu uzaklaşma hastalığı bizi öylesine kadrajına almıştı ki, biz; nasıl bir canavarın kucağında, nasıl bir yırtıcının pençelerinde can çekiştiğimizi bile fark etmedik/etmiyoruz! Şimdi gelinen noktaya baktığımızda, ardımızda sayısız yıkıntı ve enkaz bıraktığımızınfotoğraflarını görmekteyiz… Başları ve altları açık evlenme çağındaki gencecik kızlarımızın, ciladan boyadan orijinal kaportaları görünmeyen kadınlarımızın, namazın semtine uğramayı akıllarının ucundan geçirmeyip kız peşinden koşan sayısız genç evlatlarımızın; dini kıstasları birilerini memnun etmek için makaslayan makam aşığı olan sözde bir kısım !..limlerimizin (!), açık saçık kadınların arasında oturup onlarla koyu sohbete dalmaktan besi görmeyen aydınlarımızın (!), düğün salonlarında saatlerce kadın erkek karışık bir vaziyette, dans ve şamatada sınırı aşan insanlarımızın (!) hangi İslami, insani ve ahlaki hassasiyetlerinden bahsedelim Allah aşkına?
Kendimize gelmezsek, Allah’ın ve Resulü’nün emir ve nehiyleri doğrultusunda yaşamımızı düzene sokmazsak, değil şu ağızlarımıza torba geçiren Korona virüsü; daha büyük felaketlerin bizi beklediğinden şüphe yoktur? Toplam ağırlığının bir gram olduğu Korona Virüsünün, dünyadaki sekiz milyar insanı dize getirip; tüm ekonomik, sosyal ve siyasal hayatı nasıl felce uğrattığından neden ibret almıyoruz… Çal oynasın, vur patlasın sarhoşluğunun vermiş olduğu vurdum duymazlık hastalığı,ve gaflet perdeleri gözlerimizi hakikate karşı ne zamana kadar kapalı tutacaktır acaba? Bizden önce yaşamış olan, birçok kavmin helak olup dünya sahnesinden yok olup izleri bile kalmayan; ama isimleri sadece kötülükleriyle anılan insanların boyladığı akıbetlerden neden ders çıkarmıyoruz? Hassasiyetlerimizi kaybettikçe, batıyoruz! Battıkça yok oluyor ve hayatı sadece bu dünya hayatından ibaret olarak bilen ve inanan karanlık kitlelerin zifiri karanlıklarında onlarla birlikte kaybolup gideceğiz…
Bundan daha birkaç yıl öncesine kadar, işlenen mekruhlardan bile taviz vermeyenler; şu sıralara, haramlarla yatıp kalkmaları neyin habercisidir biliyor muyuz? Düğün merasimlerinde, kadınlı erkekli ortamlarda, gelin ve damadın mahremiyet kurallarına kulak asmadan; gâvur tarzı olan dansa dalmalarını, saatlerce zil zurna oynayıp kendinden geçmelerini; hangi dinin gerekleri olarak görülmelidir acaba? Kendimize gelelim beyler kendimize! Kendimize gelmezsek, büyük belalar ve büyük felaketler kapılarımızı daha sert çalabilir Allah muhafaza! Ailelerimize, kadınlarımıza, erkek ve kız çocuklarımıza sahip çıkalım. Onların İslam dışı yaşantılarına gözlerimizi kapatmayalım.
Yarın mahşer meydanında onların, birer hasım olarak karşımıza çıkacaklarını unutmayalım. Üç günlük dünya hayatının cazibesi, bizi özümüzden, aidiyetimizden ve İslami kimliğimizden uzaklaştırmasın! Hakkın hatırı ile halkın hatırı konusunda tercih yapmakla baş başa kaldığımızda; “hakkın hatırı alidir hiçbir hatıra feda edilmez” inanç ve azimle hakkın hatırını tutalım. Zira, hakkın hatırını halkın hatırından üstün tutanlar izzetli olurken, halkın hatırını hakkın hatırına tercih edenler ise zillete duçar olmaya mahkum olurlar! Hâsıl-ı Kelam hülasa-i meram: “Ya kaybettiğimiz İslami hassasiyetlerimize yeniden sarılıp Kur’an ve Sünnette göre yaşayıp kurtulacağız. Ya da vurdumduymazlıklarımızın karanlık dehlizinde yok olup gideceğiz. Bunun üçüncü bir yolu yoktur… Kurtuluşumuz için tek seçeneğimiz vardır: “Hakkı üstün tutup ve hakkın emirlerine göre yaşamak!” Gerisi laf-ü güzaftır! Hakkın yanında, hakkın emrinde kalalım hep birlikte efendim! 24 Ağustos 2020.