VURAN VURANA DÜNYA DÖNMÜŞ VİRANA
Alanım olmadığı halde, bugün sizinle bazı konuları, gördüğüm ve analiz ettiğim kadarıyla paylaşmaya gayret edeceğim. Efendim, İslam toplumlarında; tarih boyunca, herhangi bir işi yapmaya kalkışan kişi veya kişiler, şayet o iş konusunda ehliyet sahibi değil idiyseler; devlet onları o işten hemen alıkoyar ve uzaklaştırırdı.
Hz. Ömer (r.a) efendimiz, Medine pazarlarında dolaşır ve yaptıkları işin fıkhını bilmeyenleri azarlayıp pazardan uzaklaştırırdı. Nedeni ise hem başkalarının hakkına girecekleri için hem de helal haram konusunda malumat sahibi olmadıklarından dolayı. Şimdi bakıyoruz, parayı bulan istediği her işe parmağını sokmaya çalışıyor.
Serbest piyasa olunca, isteyen istediği fiyatta elindeki ister zaruri gıda maddeleri olsun ister hayvani yemler olsun; yeter ki piyasada az olsun fahiş fiyattan satmaktan ne imtina eder, nede Allah'tan korkup vicdanını muhafaza etmekte. Bu nasıl bir devirdir ki, insanlar bu kadar acımasız, zalim, gaddar ve merhametsiz olmuşlar.
Geçen sene 150 TL. olan 18 Lt’lik mutfak yağı şimdi 300 TL. Yarın kaç TL. Olacak Onu Allah bilir. Yine Geçen sene BİM denilen. Markette, 18 veya 20 TL. 2 kg. Kavanozda Zeytin, şimdi 36 TL. Olmuş. Fahiş tırmanışa bakar mısınız? Yeryüzünde yaşayan insanlar, şayet birbirlerine merhamet etmezlerse, bela ve musibetlerin ardı arkası da kesilmez.
Ekonomistlerin dediklerine bakılırsa, her şey güllük gülistanlık, sıkıntı yok, herkes bolluk içinde. Hayatın içinden olaya bakıldığı zaman, onların tam tersi bir durumla karşılaşıyoruz. Bu nasıl bir çelişki, bu nasıl bir garabet? Konu buraya gelmişken, sizinle bir anımı paylaşmak istiyorum. Yıl 1989, biz köyden Şanlıurfa ya yeni taşınmıştık. Cuma günü ben, merhum babam ve yakın bir arabamla cuma namazına gittik. Namaz çıkışında, bizim ev yol üstünde olduğu için, akrabamı öğlen yemeğine buyur edip birlikte içeri girdik.
Merhum babam, rahmetli anneme: (o zaman ikisi de hayatta ve dinç idiler) hanım bugün filan adamı cuma da gördüm. Çıkışta kendisiyle musaffama ettim. Elleri maşallah pamuk gibiydi deyince, evimizdeki akrabam hazır cevap biri olduğu için, hemen cevabı yetiştirdi. Tabi Elleri pamuk gibi yumuşak olacak, adam benim gibi gidip inşaatlarda kürek kullanmış mı ki elleri nasır tutsun. Adam sabah evden çıkıp dilenir, akşam bol bir kazançla evine gelir der demez; hepimiz birden gülmeye başladık. Meğer ki, babamın, elleri pamuk gibi yumuşaktı dediği adamın mesleği dilencilik imiş. Yani sözün özeti, ter dökmeden kazanç elde etmeye çalışanlar zalim oldukları kadar, merhamet duygularını da kaybederler.
Şimdi piyasaya bakıyorsunuz, vuran vurana; garibanın cebini çevirmişler virana fırsatçıların servetlerine servet kattıklarını görmekteyiz. Belediyeler reklam ve gösteriş mesaisinden başka, meşgul oldukları işleri neredeyse yok. Denetim yok, kontrol yok, takip yok. Fakat garip gurebayla uğraşmak, onların ekmek teknelerini ellerinden alıp, rantçıları memnun etmek deseniz tavan yapmış.
İki gün önce, Eyyübi’ye Araştırma Hastanesinde bir akrabamı ziyarete giderken, orada gördüğüm bir manzara inanın kanımı dondurdu desem yeridir. Gölgede otururken, karşıyı seyrediyordum. Baktım ki, yaşlı takkeli fistanlı bir amca, hızlı hızlı yürüyor. Onun önünde de, elinde simit dolusu bir poşetle başka bir kişi (adam demeye dilim varmıyor çünkü); dikkatlice baktığımda, o kişinin kemerine takılı küçük bir telsiz olduğunu fark ettim. Meğer ki, o yaşlı amca orada tek tekerlekli tahta bir el arabasının üstünde simit ve su satıyormuş. Şu kendini adam sanan züppe de, herhalde sırtını sert bir duvara dayamış olmalı ki, ihtiyar amcayı hem azarlıyor hem de simitlerini vermiyor.
Yaşlı adam nasıl yalvarıyor, saçlarını yolar gibi ellerini havaya kaldırıyordu. Neyse ki, simitlerini o meymenetsiz heriften aldı ve uzaklaştı. Kafanızı şişirdim değil mi? Şimdi demek istediğim şu: EY belediye başkanları, ey şefler, ey müdürler ve ey zabıta ekipleri size sesleniyorum. Size tahsis edilen o lüks arabaların parası ve maaşlarınızın, halkın vergilerinden ödendiğini unutmayın. Garip gureba ve seyyar satıcılarla uğraşacağınıza, gidin ammenin ortak kullanım alanı olan kaldırımları işgal edenlerle uğraşın. Halkı soyan fırsatçı marketleri denetleyin. Malzemeden çalan balon gibi şişmiş büyük firmaları takip edin.
Sizin vazifeniz, sıradan vatandaşlarla uğraşmak değil, klimaların önünde koltukta oturup emir vermek hiç değil. Sizin asli vazifeniz, insanlara şefkat ve merhametle yaklaşıp hizmet etmektir. Bilesiniz ki, bu dünya kimseye kalmadığına göre, size de kalmaz. Makamlar fanidir, yetkiler de geçicidir. Pamuk şekeri satan çocuklarla uğraşacak kadar pasif duruma düşmeyin. Büyük işlerle uğraşın... Büyük şirketler, marketler zinciri halkın anasını ağlatmışlar, haberiniz var mı? Her gün yeni bir zam ile uyanan insanlar canlarından bezmiş hale geldiler. Kıtlık falan olmadığı halde, pandemi sürecini fırsata çeviren zalimler; zaruri gıda ve giyim eşyalarına yüzde yüz zam yapıp saltanat kurdular. Devletin en üst kademesinden en alt birimine varıncaya kadar; gereksiz işlerle uğraşmak yerine, gelin memleketi, faiz ve haksız kazançla viraneye çeviren para babalarını tespit edip onları layık oldukları yere yollayın.
Daha ne anlatayım, bilmiyorum mı? Durmadan bu memleketteki sıkıntılarını yazsak, bitmeyecek her halde. 20 bin TL. Olan araba şimdi bine fırlamış. Yaşasın ekonomi (!) Parlamenterler aylık 20 30 bin maaş alırken, müdürler şefler 10 bin aylık alırken, simit ve pamuk şekeri satan çocuğun halinden hiç anlar mı? Anlamaz elbette! İnanın fırsat kimin eline geçiyorsa, onun da hemen (istisnaları hariç her zaman) bir haramzade olduğunu görürsünüz. Mesela, şu mahalle Parklarında görevli olan belediye işçilerinden bazıları; görevli oldukları parklara evleri yakın olanlar, belediyenin park için tahsis ettiği suyu evi için kullandıklarını bilmeyen var mı? Peki o suyun faturası? Tabi ki, Uysal vatandaş ödeyecektir. Zehir zıkkım olsun!
Ya bu nasıl bir düzen işleyişi Allah aşkına? Elektrik hakeza, kaçak kullanan kullanana, kabak garibanın başında patlıyor her zaman. DEDAŞ’a kimse ne laf geçirebiliyor ne de güç. Nedir bu devlet mi? Padişahın veziriyle, balıkçılar çarşısında aralarında geçen hikayeyi biliyorsunuz her halde. Neyse yine de hatırlatayım: Vezirin balığın kuyruğunu kokladığını gören Padişah, ne yaparsın vezir balık baştan kokar diye sorduğunda; vezir, efendim baştan çoktan kokmuş da, bir bakayım acaba kuyruğuna kadar varmış mı koku diye kokladım. Galiba mesele anlaşılmıştır. Kalın sağlıcakla efendim.