HAYATI ÖLÜMDEN KURTARMAK
“Düşüncede, sözde ve harekette birbirine tamamıyla zıt iki ruhu vardır. Biri hayat bahşeder, diğeri ölüm getirir.Bu iki ruh, her adamda, her millette birbiriyle kapışır.Bu ikisi ilk insandan başlayarak ta kıyamete kadar çarpışıp durur. İnsanlar dinlesinler ve anlasınlar, çünkü aydınlık ve karanlık arasında yapacakları tercihe bağlıdır onların her iki dünyadaki kaderleri... Hayatı, gücü kötüye kullanmada arayan, iktidarı para kazanmak için arzulayan var ya... İşte onlardır bu dünyanın tahripçileri... Onlar ruhlarını da mahveder, dünyayı da tahrip ederler. Ne var ki kötülükle ele geçirilen bir krallık yok olur...” Böyle buyurmuştu Zerdüşt. Yazımıza Zerdüşt’ten uzunca bir alıntı ile başlamamızın sebebi; hayat ve ölüm arasında yaşadıklarımızı ölümün elinden kurtarma isteğimizdir. Yaşamak hayat ve ölüm arasında bir zaman ama daha da önemlisi hayat ve ölüm arasında bir yol bir mücadele birisi olunca diğerinin olmadığı bir durumu ifade eder.
Hayat denilen öğretmen her gün yeni şeyler öğretiyor bize. Her birimize, her gün başka yüzüyle açıyor kendini. Bize düşen hayat denilen öğretmenin öğrettiklerine dikkat kesilmek. Yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizle, yaşadıklarımızdan edindiğimiz tecrübelerle geleceği inşa etmek. İşte o zaman hayatı ölümün elinden kurtarabiliriz. O zaman hayat bize hayat sunabilir, o zaman hayatı, hayatlarımızı ve hayatları diriliş iksiri ile diriltebiliriz
Olması gereken bu. Peki, biz ne yapıyoruz, nasıl yaklaşıyoruz. Hayatın kendisi mucize ve biz bu mucizeyi görmezden gelerek yaşıyoruz. Öğrenmek istemiyoruz, yaşamak cesaretini ortaya koyamıyoruz. Hep kötü yönden yaklaşıyor, kötülük bulaşıyor her yanımıza, olumsuzluklarla dolduruyoruz her anımızı. Yaşamayı arzuladığımız hayat ile yaşadığımız arasındaki uçurum açılıyor. Bizim hayal ettiğimiz dünya bu değil... Bu hayat bizim hayatımız değil; doğru ama bu hayat bizim tercihimiz. Hayatı öldürüyoruz, yaşam çarkının dişlilerinin arasında eziliyoruz, dişlilerinin arasında ezilen biziz, gariptir ki çarkların arasında gönüllü bir vida olmayı kabul ederek çarkı son sürat çevirende biziz... Mutsuz oluyoruz. Huzursuz oluyoruz. Boşluk duygusu sarıyor yüreğimizi. Hayatı ölüme terk ediyoruz...
Güzelliği öteliyoruz, iyiliği, hayattan lezzet almayı öteliyoruz. Zevk-i selimi öteliyoruz, Kalb-i selimi, akl-ı selimi, huzuru, ahengi öteliyoruz. Hayatı öteliyoruz, ölüm buluyor hayat, ölüme bulanıyor, ölüme bulaştırıyoruz hayatı, ölümün eline terk ediyoruz... Sahi nereye gidiyoruz. Aşkın bir hayatın bize sunduğu güzellikleri görmezden geliyoruz. Yoruluyoruz, ruhlarımız yara alıyor. Uzaklaşıyoruz; gönlümüzden uzaklaşıyoruz,kalbimizden uzaklaşıyoruz, kendimizden uzaklaşıyoruz. Âleme sığmıyoruz, dünya milyarlarca insanı içine almışken insan bir dünya ile yetinmiyor. Hep daha fazlasını istiyor, istemenin cazibesinden kurtulamıyor. Tüketiyoruz; yaşamı tüketiyoruz, zamanı tüketiyoruz,hali tüketiyoruz, düşünceyi tüketiyoruz, anı tüketiyoruz… Elimizdin değdiği her şeyi öldürüyoruz; yokluğa,boşluğa,huzursuzluğa, mutsuzluğa mahkûmediyoruz.
Ne diyoruz; hayatı ölümün elinden kurtarmaktan bahsediyoruz, ölümün hayatın elinden bir şey alamadığı durumu arzuluyoruz. Nasıl yapacağız bunu? Değer katmalıyız hayatımıza, anlamlandırmalıyız, anı keşfetmeliyiz, hayatımızın manevi kalitesini yükseltmeliyiz. Gürültünün, uğultunun, çirkinliğin, kötülüğün içinden güzelliğe, iyiliğe bir yol bulmalıyız. Hayatla bağ kurmalıyız, kendimizle bağ kurmalıyız. Yaşamak; hayat ve ölüm arasında, yaşamak varlık ile yokluk arasında, yaşamak karanlık ile aydınlık arasında hayata yol bulabilmektir. Hayatı;ölümün, yokluğun, karanlığın, kötülüğün elinden kurtarabilmektir. İşte o zaman ölüm bile ölüm olmaktan çıkacak hayat olacaktır, dirilişe dönüşecektir, varlığa ulaşacaktır… Hayy’ata varacaktır.