MOLLA ABDURRAHMAN KAYA
(D.T:1939. Ö.T:13 Ağustos 2020)
Yazıya geçmeden önce, bir şeyi itiraf etmem lazım ki; bu itiraf hemen hemen hepimizin farkında olup olmadan içinde bulunduğumuz acı bir durum ve gerçeğimizdir: O da şudur: “Hayattayken değerli insanlarımızın kıymetini yeterince takdir etmiyor, onlara gereken hürmet ve alakayı göstermiyor, olmaları gereken mevkide olmaları için çaba sarf etmiyoruz! Neden? Ne acı!
Evet, 2019 yılının son aylarından başlayıp, bu günlere gelinceye kadar, dünya sathında insanların; gözle görülmeyen ve kendisine Korona virüsü denilen zerrecik bir mikroba yenik düştüğüne şahitlik etmekteyiz. Kimi insanlarımız Korona virüsün sebep olduğu hastalıktan, kimi insanlarımızı da değişik sebeplerle kaybetmekteyiz. Ölüm hayatımızın tek gerçeği ve gözümüzün akı ile karası kadar bitişik amenna!
Buna bir şey diyen yok, lakin; ifade etmeye çalıştığımız şey, neden güzel ve erdemli insanlarımız hayattayken hep garip yaşayıp ve garip ölüyorlar...? Daha düne kadar yakın bir zamanda, Abdülaziz Kutluay hocamız ahirete irtihal eyledi. (Ruhu şad mekanı cennet olsun) Ve onun gibi daha nice isimsiz kahraman!... Her nedense bizler toplum olarak, değerli insanlarımızıkaybettikten sonra; artlarından onlardan bahseder ve onların güzel yanlarını saymaya başlarız?!. Belki de bu gerçeklik, bizim yeryüzünde hakkın şahidleri olarak; asli olan vazifemizin bir gereğidir. Fakat gönül isterdi ki, ölmeden önce birbirimizin kadr-u kıymetini bilip ve birbirimize sahip çıkabilmemizdi.
Neyse lafı fazla uzatmadan, asıl mevzuya geçeyim. 13 Ağustos 2020’de ebedi âleme göç eden Molla Abdurrahman Kaya Hoca’dan biraz bahsedelim. 1992 senesinin bir ikindi vakti, mevsimlerden güz! On ikiler mahallesi Ahmediyye camisinin minaresinden davudi bir ezan sesi yankılanır gök kubbesinin altında! Kirada oturduğumuz ev camiye komşu olduğu için, mümkün mertebe vakit namazlarımızı cemaatle eda etmeye gayret ederdik. Ezan bitip ikindi namazımızı cemaatle eda ettikten sonra cemaat dağılınca, geride ben ve biri genç diğeri biraz yaşlı üç kişi kaldık. Ezanı okuyup namazı kıldıran yaşlı İmam ile o genç o kadar birbirlerine benziyorlardı ki, ben âcizane onları baba oğul zannettim.
Çünkü o zamanlar köyden Şehir’e geleli daha iki yıl olduğu için çevrede pek kimseyi tanımazdık. Neyse ki, Namazı kıldıran yaşlı adam elinde asası ve kendine has güzel ve naif üslubuyla hatır alıp ayrılınca; ben yanımdaki gence bu sizin babanız değil miydi dediğimde o genç bana: “hayır kardeşim, ben bu caminin tayin olmuş yeni imamıyım dedi. Peki ya o giden adam dediğimde bana: o, buranın fahri imamı yani diyanetten emekli olmuş, caminin imamı olmadığı için, Müftülük onu geçici olarak görevlendirmişti. Bu iki insandan biri Molla Abdurrahman Kaya (merhum) Hoca, diğer de Araştırmacı yazar ve fakih Mustafa Çelik Hoca idi.
İşte Molla Abdurrahman Hocaylayolumuz ilk olarak böylece Ahmediye camisinde kesişmişti. Aradan iki üç yıl geçtikten sonra, kaderin cilvesi olsa gerek; ben ve amcazadem bir arsa arayışındayken, ayaklarımız bizi (o zaman yeşil ova mahallesi sonra Osmanlı ve şimdiki ismi Selçuklu) olan mahalleye götürdü! Dağın eteğinde mütevazı bir ev, vakit yine ikindi ve evin doğuya bakan tarafının gölgesinde oturan zarif ve naif bir adam! Yanına yanaşıp selam verince,bize hemen oturmamızı ve çay içmemizi söyledi. Oturup hal hatırımızı sorduktan sonra, ne aradığımızı, kimlerden olduğumuzu sormuş, bizde olanları kendisine anlatmıştık. Bize bir arsa lazım dediğimizde, o; işte şu bize bitişik olan arsa satılıktır demişti! Neyse ki üçümüz Muradiye mahallesinde kendisine sofi Halil (merhum) denilen bir adamın evine gidip arsayı aldık.
Sonrası malum! Esat Akgöl’ün belediye başkanı olduğu yıllar… Şiir:Aynı mahallede her gün, belediye zabıtaları polisler ve kepçe dolaşırdı sokak sokak/ Kaçak yapı ve hazine malıdır deyip garip gurebanın evini başlarına yıkarak! Ne zor yıllar, ne zor zamanlardı! Mahallede bir caminin olması şarttır diyen Abdurrahman hoca, şimdiki haliyle kadrolu olan Ebu Zerr-i Gifari Camisinin temellerini attı… Tabi ki mahalleli olan birçok kimsenin emeği vardı camide, lakin önü çeken, belediyeye daima gidip gelen, laf ve azar yiyen Molla Abdurrahman hoca idi! Öyle ki, o; oturduğu evinden ziyade mesaisinin çoğunu Cami yapımına hasretmişti. Biz aldığımız arsa üzerinde küçük bir ev yaparken, parasızlıktan yaptığımız ev inşaat haliyle bir yıl üstü açık kalmıştı. Ben âcizane, bazen “Belediye evimi yıksa seni bilirim diye” Molla Abdurrahman hocaya takılırdım. O da: yahu niye beni bilirsin ki, benim ne günahım var derdi! Sonra evi kapattık ve tam sekiz yıl, aramızda sadece kırk santimetre yani bitişik olarak; fiili olarak komşuluğumuz oldu. Ta yıl 2002 olup, evimizi satana kadar.
Evimizi sattık satmasına lakin, Kaya ailesiyle gönül bağımız; yakın akraba ve dost ilişkisi bağlamında devam edip bu günlere kadar geldi. Molla Abdurrahman Hoca, Camii inşaatı için, çalmadık kapı bırakmadı, gitmediği yer hemen hemen kalmadı. Nahoş şeylerle itham edildi, kendisine iftiralar atıldı ama o; azmini kırmadı, ye’se düşmedi, pes etmedi; bütün zorluk, iftira karalama ve ithamlara rağmen, inandığı yolda devam edip Camii’n ibadete hazır hale gelmesine vesile oldu! Ruhu şad olsun. Şayet bu gün Ebu Zerr-i Ğifari camisinde ezanlar yükselip namaz kılınıyorsa; bunda en büyük payın Molla Abdurrahman’a ait olduğu unutulmasın! Zira, o; hademe-i hayrat, fedakar ve cefaya katlanabilecek yapıya sahip değerli bir insandı. Bir ortamda Abdurrahman hocadan konuşulurken, onun hakkında olumsuz şeyler diyenlere; bir kişiyi en iyi ailesi ve yakın komşusu bilir, ben de en yakın komşusuyum ve bu söylenenlerin hiçbiri Abdurrahman hocada yoktur. Söylenenlerin tümü asılsız ve iftiradır demiştik!
Evet, o en büyük oğlu olan Muhammedi’ni genç yaşta kaybettiğinde, “babalık yüreği bu acıyı fazla kaldıramamış olsa gerek; o durmak yorulmak nedir bilmeyen Molla Abdurrahman hoca,günden güne erimiş, yorulmuş,acı ve kederini içine hapsetmiş ve tabir caizse garipliğiyle baş başa uzlete çekilir olmuştu adeta… Birkaç yıl önce muhterem eşi Rabia teyze’ de bu fani dünyadan göç edince; can yoldaşını kaybetmenin vermiş olduğu acıyla epey yıpranmış artık ebedi menzilin yolunu gözetlemiş olmuştu sanki. Hastalandı yataklara düştü, en son; Rabia teyze vefat etmeden önce ziyaretlerine gitmiş ve helallik almıştık birbirimizden! Molla Abdurrahman Hoca ile ilgili belki daha çok şey anlatmam mümkün fakat; bu gün onu bu mütevazı köşede anmamın sebebi, ona ve ailesine karşı olan vefa borcumu ödememden başka bir şey değildir… Molla Abdurrahman kısaca kimdir: “Nura ’dan doğma Mehmet’ ten olma, 1939 doğumlu, resmi vazifesinin çoğunu Yeni köyde yapıp diyanetten emekli olan; emekli olduktan sonra, başta Ahmediye camisi ve Kab köyü olmak üzere farklı yerlerde fahri görevlerde bulunan, ve en son olarak Selçuklu mahallesinde temelden inşa ettirdiği Ebu Zerr-i Ğifari Camisinde yıllarca fahri görev yapan Abdurrahman hoca, Arapça ve İslami ilmi olup 12 çocuk babasıdır…
Evet, Molla Abdurrahman hoca da her fani gibi, 13 Ağustos 2020 Perşembe günü, dünyadaki süresi dolunca; ayrıldı aramızdan… Abdurrahman dede köyü mezarlığına defnedilen Abdurrahman hocamıza, Allah’tan rahmet kederli ailesi ve çocuklarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Ruhuna El-Fatiha. Bir iki yudum şiir: “Şehri ışıkları ne çabuk sönüyor bir bir,
Kim bilir bize sıra ne zaman gelir?
İyi insanlar bir bir ayrılıyorlar aramızdan,
Unutmayın ki zaman eksilmiyor sıramızdan!
Ahir-i zamandır Âlimler ve ilim göç edince,
Kim bilir nasıl bir nesil kalır arkamızdan? (Mizari Nusret Yılmaz)