TÜKENMEDEN TÜKETMEK

İnsan bildiğinden şaşmıyor. Dünyayı ve kendini tüketmeye devam ediyor. İnsanların kalkınmaya-ilerlemeye-refaha koşması esasen nefsin emrine girmelerindendir. Oysa aslolan “kanaattir”… Dünya için reçete şudur: Tüketim ekonomisine karşı kanaat ekonomisi. Kanaat hâkim olursa insanoğlu ne doğal kaynakları böyle vahşice tüketir, ne de kendini harap eder. Kalkınma-ilerleme- zenginlik-refah denilen seraptan kurtulur. (Mustafa Kutlu; Vitrinde Olmak) Kapitalist sistemin ekonomik insan (homo ekonomicus) anlayışı, insan varlığını ekonominin zindanına sıkıştırmış ve ekonomik ilişkilerinin dışında insanı yok saymıştır. Bu anlayışa göre; İnsanın, ancak tükettiği kadar insan olması bağlamında, sürekli tüketen bir varlık olarak sistemin teminatı olmak gibi bir görevi vardır. Bugün ülkemizde iktisat ile diğer sosyal ve siyasal bilimlerde okutulan iktisada giriş dersinin başlangıcında beyinlere dikte edilen; insanın sınırsız ihtiyaçlarının, dünyadaki sınırlı kaynaklarla karşılanması şeklindeki ekonomi tanımı aslında tamda bu amacın gerçekleştirilmesine hizmet etmeyi amaçlar. Karşımızda duran ekonomik insanın; sınırsız, doyumsuz, sürekli olarak artan ve hiçbir zaman bitmeyen ihtiyaçları vardır. Dünyadaki kaynaklar bu ihtiyaçları karşılayamamaktadır. Böyle midir gerçekten? Bugün ihtiyaçlarımızın ne kadarı gerçekten ihtiyaç olarak değerlendirilebilir, buradan yola çıkarak bu konuda zihinlerimizin bir arınmaya ihtiyacı olduğunu ifade edebiliriz. Esas olan hakiki ihtiyaçlarımızın tespitidir. Çünkü yaradanın bize sunduğu kaynaklar, ihtiyaçların karşılanmasına yeterlidir. Öyleyse üzerinde durulması gereken husus; varlık sebebi tüketim olan yaşam tarzından uzaklaşmaktır. Tüketim çağı, tüketim ekonomisi gibi kavramlarla adlandırılan yapı, insanı öyle bir hale getirdi ki; tüketen insan, aslında tüketirken tükendiğinin, harcarken harcandığının farkında olmadan bir hayat sürmek durumunda kalıyor. Çünkü çok hızlı bir şekilde tüketiyor. Modern tüketim anlayışı insanın tükettikleri üzerinde düşünmeye bile fırsat vermiyor. Zira tüketilmesi gereken yeni tüketim unsurları da insan tarafından tüketilmeyi bekliyor. Siz yeter ki isteyin her isteğiniz karşılanacaktır, dahası siz istemeseniz bile, ihtiyacınız olmazsa bile size tüketmeniz gereken 'ihtiyaçlar' bulunacaktır. Yeter ki karşılığında tüketim ekonomisinin bezirgânlarına aktarabileceğiniz bir kar olsun. Sadece yiyip içtiklerimiz, giydiklerimiz, evlerimiz, evlerimizin içindekiler, kullandığımız teknolojik alet ve gereçler mi tükettiklerimiz? Saygıyı, sevgiyi, dostluğu, güzellikleri, zamanı, değerleri de, tükettiklerimiz bağlamında tüketiyoruz. “Hepimizi tüketim nesnesi haline getirmek istiyorlar.” Sadece yeme- içme, giyim kuşam konularında değil; insan olmanın basit ve ince özelliklerini de hızla tüketmemizi arzu ediyorlar. Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü hızla tüketiyor. Ahlakı tüketmek, utanmayı tüketmek, derdi olan insanları tüketmek vs. İsrafta hayır yok, hayırda da israf olmaz anlayışını, bu senin mi, diye soranlara, “emanetçisiyim” cevabını veren bilgece tavrı, hazza dayalı tüketim anlayışının yerine mutmain olma ve istifade etmeye dayalı hayat tarzını alış veriş merkezlerinde kaybettik herhalde! Ve böylece kanaatkâr toplumdan tüketim toplumuna geçiş yaptık. Modern hayatın tüketim kültürü insanı yaralıyor, yabancılaştırıyor, yalnızlaştırıyor yok ediyor. Tükettiklerimiz ve sahip olduklarımız tarafından kuşatılmışlığın huzursuzluğunda kalplerimizin boğulmasıdır yaşadığımız. Varlığını tüketim ve sahip oldukları üzerinden ispatlamaya çalışan, insanları oturduğu eve, bindiği arabaya, banka hesaplarının limitine, tükettiklerinin parasal değerine göre değerlendiren anlayış, bencil, kibirli, ahlak ve fedakârlık yoksunu, sadece güce, paraya, makama değer veren bir insan tipi oluşturuyor. Tüketmek ve sahip olmak odaklı bu anlayış; insanı insanın umudu olmaktan çıkarıp, insanı insanın kurdu haline getiriyor. Tükettiklerimizi, bizi tüketen unsurlar olmaktan çıkarmamız lazım. Geç olmadan tükettiklerimizin bizi baş başa bıraktığı, tükenişimizin farkına varmalıyız. Gözü aç insanı, gözü tok insana çevirmenin yollarını aramalıyız. İnsanın istek ve ihtiyaçlarını sürekli çoğaltan modern anlayışın bizi getirdiği noktada “Yoksulluk İçimizde” diyerek, kanaat ekonomisini oluşturmamız gerekiyor. Tüketim anlayışının; tüketen, çıkmaza sürükleyen yanlarından kurtulabilmemiz ancak bu yolla mümkün olabilecek. Çünkü kadim nasihattir: Kanaat tükenmez bir hazinedir. Mesele çok şeye sahip olmak ya da daha ok tüketmek değil, daha az şeye ihtiyaç duyabilmektir.