TAM DÖRT YIL OLDU…

Rahmetli babamAhmet Yılmaz Hoca, 6 Ekim 2015 tarihinde vefat etti. Dört tam yıl geçmiş. Oysa henüz birkaç gün geçmiş gibi gelir bana... O’nun özlemi içimizden hiç ayrılmadı. Evde oturduğu yer, konuşmaları, nükteleri, şakaları, çocuklarla diyalogları hep çok taze olarak hafızalarımızdadır. Küçük kızım, o’nunmutlaka geleceğini söyler durur. Babam şeker hastalığına bağlı böbrek yetmezliğinden dolayı hayatının son yedi yılını diyaliz ünitesine bağlı olarak geçirdi. Çok büyük sıkıntılar yaşadı. Zira böbreklerinin çalışmamasından dolayı sıvı tüketmemesi gerekliliğinden dolayı günde ancak bir bardak su içmesi uygun görülüyordu. O da doktorların bütün dediklerini harfiyen uygular ve asla tavsiye edilen su ve diğer yiyecek miktarını ihlal etmezdi. Yanında mümkün mertebe su, çay gibi şeyler içmemeye çalıştığımızda ise bu davranışımıza kızar ve rahat olmamızı isterdi. ”Siz içtiğinizde sanki ben içiyorum” derdi. Gün aşırı bir şekilde ve her defasında dört buçuk saat süren diyalizden sonra eve çok bitkin bir şekilde gelirdi. Birkaç saat ses kısıklığı ve aşırı halsizlik yaşardı. Bu durumda bizim üzülmememiz için dahi gayet iyi olduğunu söyler, adeta o bizleri teselli ederdi. Hastalığından hiçbir zaman şikâyet etmedi. Hatta o, bunun kendisini daha da güçlendirdiğini söyleyebilecek kadar cesur bir tutum sergileyebiliyordu. Diyaliz sıkıntısının yanı sıra, son zamanlarda Böbreğinin idrar üretmemesi sorununa bağlı olarak prostat ve idrar yollarında da birkaç kez ciddi sıkıntılar ve müdahaleler yaşadı. Çok acılar çektiği halde bunu hayra yorar ve şöyle derdi: “Bıçak, kılıç, balta ve kama gibi kesici aletler demirden yapılır. Ancak demir zatında yumuşak bir maddedir. Demirden yapılan bir aletin kesebilmesi için ateşe sokulup çıkarılması ve suya batırılması gerekiyor. Ayrıca bu ameliyenin defalarca tekrarlanması icap eder. Demir ateşe sokulup sonra çıkarılıp suya konuldukça sertleşir ve çelik-Polat haline gelir. Tıpkı bunun gibi, bir müminin başına bir musibet geldikçe, eğer mümin o belaya sabrederse, ateşe sokulup çıkarılan sonra da suya konulan demir gibi çelikleşir. Müminler için musibetler demirin ateşe sokulması ve suya konulması mesafesindedir.” Kur’an-ı Kerim okumaya büyük bir önem verirdi. Yanında Kur’an okuduğumuzda ihlal ettiğimiz tecvid kaidelerini mutlaka hatırlatır, Kur’an mutlaka tecvidli okunmasının gerekliliğini ve Tecvid ilminin önemini anlatırdı. Bundan dolayıdır ki, mezarını ziyaret ettiğimde Kur’an-ı Kerim’i sanki huzurundaymışım ve beni dinliyor gibi gayet dikkatli okumaya çalışırım. Babam, âlim bir adamdı. İlmi ile her zaman insanlara yardımcı oldu. Hiçbir zaman maddi bir tasarruf, endişe ve hesap içerisinde olmadı. Bir ilçe Müftüsü olarak görev yaptığı sırada, o İlçede bulunan bir avukat arkadaşı ile yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatmıştı. “Bir gün avukat arkadaşım Müftülüğe geldi. Arap alfabesi ile yazılı olan bir eski tapu davası olduğunu ve bu tapunun tercüme edilmesi gerektiğini söyledi. Ben hemen istediğini yaptım ve tapuyu Türkçe olarak tercüme ettim. Bir süre sonra avukat arkadaşım müsaade istedi ve kalktı. Müsafaha için elimi uzattığımda onun bana bir miktar para uzattığını gördüm. Şaşırdım. Bunun üzerine “-Hayırdır, ne parası bu?” diye sordum. Avukat: “-Hocam, bu yaptığınız tercüme parasıdır. Tapuyu tercüme ettiniz ya…” Ben gayet ciddi ve biraz da kızarak parasını cebine koymasını, tercümeyi parayla yapmadığımı ve böyle bir şeyden para almamın mümkün olmayacağını söyledim. Bunun üzerine avukat arkadaşım son derece şaşırmış bir halde ve gayet içinden gelen bir sesle “-Neden? Hocam Neden para almıyorsunuz?” diye sordu Ben de bunun üzerine: “-Her şey para ile yapılmaz. Para almayışım, dünyada parasız bazı hizmetleri yapanların da var olduğunu göstermek isteğimdendir…”dedim. Avukat mahzun bir şekilde ayrıldı. Birkaç gün sonra bürosuna uğradığımda, bürosunun girişinde yer alan ve gayet büyük harflerle yazılmış olan “DANIŞMA ÜCRETLİDİR” levhasının kaldırıldığını gördüm... Babam, Âlim oluşu ve genel kültür birikiminin ileri düzeyde oluşu ile de hoşsohbet bir adamdı. O’nu tanıyanlar konuları tahlil edişi ve meselelere yaklaşımı açısından son derece zevkli geçen sohbetlerini saatlerce dinlemekten yorulmazlardı. Mesela bir gün bir sohbet meclisinde bir hocanın “insanın iradesi ve yaptıklarından sorumlu oluşu” hakkındaki sorduğu soruya verdiği cevap aklımda yer etmişti. Şöyle cevap verdi Rahmetli Babam: “Kelam ilminde, Allah’ın iradesine külli irade, Kulun iradesine de cüz’i irade denir. İnsan, Allah’ın iradesi dairesinde kendi cüzi iradesiyle hareket eder. Kul cüz’i iradesiyle Allah’ın iradesini değiştiremez ve ona engel olamaz. Bu hakikati şöyle bir misal ile açıklayabiliriz: Bir değirmen taşının hızla döndüğünü ne dönen değirmen taşının üzerinde bir karıncanın sağa sola hareket ettiğini düşünün. Dönmekte olan değirmen taşının üzerindeki karıncanın hareketi, değirmen taşının hareketini değiştiremediği ve engel olamadığı gibi, değirmenin dönmesi de karıncanın hareketine engel değildir ve karıncayı hareket etmeye icbar etmez. Aynen bu misal gibi, dünya küresi Allah’ın külli iradesiyle bir değirmen taşı gibi dönmektedir, insan da dünya üzerinde kendi cüz’i iradesi ile hareke t edip istediği yere gidip gelmektedir. İnsanın yeryüzünde sağa sola hareketi, dünyanın hareketini değiştiremediği ve etkilemediği gibi, insanın cüz’i iradesi Allah’ın külli iradesini etkilememektedir ve Allah’ın külli iradesi de insanı kendi iradesini kullanmaya icbar etmemektedir. Yani insan, kendi hür iradesiyle hareket ettiği için davranışlarından sorumlu tutulmaktadır” Babamın vefatı bizim için büyük bir kayıp oldu. Dört yıl geçmiş olmasına rağmen acımız hiç dinmedi. Allah Babama rahmet eylesin. İnşallah Resulullah(a.s.)’a komşu olmuştur… Afiyetle kalın