İSLAMOĞLU NİÇİN SAVRULDU?
Önümde henüz kapattığım bir kitap var: "Mustafa İslamoğlu Eleştirisi". Küçük hacimli olmasına rağmen günlerce uğraştırdı; okunması zor olduğundan değil, ihata güçlüğünden. Yazarın çokça yaptığı atıflara kadar uzanma gayreti, kaynak karıştırma arzusu gecikmeye sebep oldu. Zenginleştiren bir gecikme!
Öncelikle Şahin Doğan'ı tebrik ediyorum, mabedin namusunu yalnız başına kurtardığı için. Harim-i ismetimize musallat olmuş azgın bir haramiyi dehlemekte hayli müeddep davranan yazar, kararlılığından asla taviz vermiyor. İslamoğlu’nun cerbeze, mübalağa, hile, desise, iftira, hakaret ve küçümseme ile inşa ettiği şatosunu bilgi, mantık ve muhakeme ile dinamitleyip başına yıkıyor.
Şahin'den öğrendiklerimizin başında Mustafa'nın iflâh olmaz bir bilgi hırsızı olduğu geliyor! Ehlince "intihal" olarak ifade edilen bu fiil, hırsızlığın en şenisidir. Zira, hırsızlık yaparken suç üstü yakaladığınız, açlık baskısı altında fırından ekmek çalmaya çalışan bir köprü altı sakini değil, başında sarığı, sırtında cübbesi ile bir ilim ehlidir!
Sonra Mustafa'nın tezatlar içinde bir mantık ve muhakeme fukarası olduğunu görüyoruz. Bugün ak dediğine yarın fütursuzca kara diyebilen bir ilim erbabının bu bedihi tezatlara nasıl düştüğünü anlamak cidden kabil değil. Şahin'in bolca örneklerini verdiği bu tezatları Mustafa’nın, ehibbasının nazarından nasıl saklayabildiği ise bahsi diğer. Ne var ki, İslamoğlu için "Mustafa İslamoğlu Eleştirisi" bir cihetle yolun sonudur. Bundan sonra o garip fütursuzluğu içinde yalan söyleyemeyecek, iftira atamayacak, hırsızlık yapamayacak, işine geldiği gibi davranarak içine düştüğü tezatların fark edilmeyeceğinden hareket edemeyecektir.
Asıl hazin olanı ise Mustafa'nın doğru bir yerden başlamasına rağmen bu kadar savrulmuş olmasıdır. Bugün Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar hakkında olmadık iftiralarda bulunan, çarpıtmalar yapan, hakaret eden ve suçlu gibi devlete hedef gösteren bu küstah herifin bir zamanlar Bediüzzaman'a hayran olduğunu da Şahin'in küçük hacimli büyük eserinden öğreniyoruz.
Ve anlıyoruz ki, Mustafa'nın dinden çıkabilecek ölçülerde bu denli savrulmasının da tek suçlusu var: Bediüzzaman!.. Maalesef büyük addedilmek uğrunda her cürmü irtikâp edebilecek olan bu şöhret budalası, kendi zaaflarının kurbanı olmuş. En büyük olma iddiasında karşısına dikilen ilmin Everest’i Bediüzzaman karşısında mutlak bir ye'se düşen bu bacaksızın yapacağı tek şey vardır: İnkâr, iftira, yalan ve hakaretle Bediüzzaman'ı gözden düşürmek. Güneşi balçıkla sıvamaya teşebbüs etmekten daha eblehçe bu hamakat Mustafa için bir tercih değil, hazin bir mecburiyettir. Ya en büyük olma iddiasını terk edip Bediüzzaman'ın önünde diz çökecekti ya da bu ahmaklığı irtikâp... Yazık ki, ruhsuzluğu kendisini ikincisine sevk etmiş.
Bir hayıflanma ile bahsi kapatayım: Şahin Doğan'ın yalnız başına muvaffakiyetle yaptığının daha parlak ve daha büyüğünü yapmak, Nur Talebelerinden bir ilim heyetine düşerdi. Yapılmadı... Büyük büyük binalar dikmeyi hizmetin kendisi sanan Nurcuları anlamak halli müşkül mesele. Olsun... Ama hiç değilse Şahin'in kitabından yüz binlerce nüshayı alıp meccanen dağıtma mükellefiyetleri var! Yaparlar mı? Zaman gösterecek...
Alnından öpüyorum Şahin kardeşim! Kitabının tek kusuru, zengin kelime dağarcığına buyur ettiğin uydurukça kelimeler. Biraz daha itina, biraz daha dikkat...
Hüseyin YILMAZ
Not: Hüseyin Yılmaz hocama bu kıymetli yazısından dolayı kalben teşekkür ediyorum.