HÜZÜNLÜ DÜŞÜNCELER
Tuhup’ta köy evlerinin arka tarafına düşen, yüksek ve sarpkayalardan oluşan bir mekânda oturuyorum. Yazın öğleye yakın bir zamana kadarbu kayaların gölgesi serin bir ferahlık veriyor.
Bir zamanlar burası insanlarla doluydu, cıvıl cıvıldı.Medresemizde okuyan talebeler, öğle vaktine kadar bu kayaların gölgesindederslerini ezberlemek için uğraşıp dururlardı. Her bir talebenin kendine hasbir yeri vardı, orada olta atarak derslerini ezberlemeye çalışırlardı.Ayrıcadağın yukarı kısmından kil kazıp taşıyan köylüler, su taşıyan kadınlar, taştaşıyanlar,biraz ilerdeki köy merasında kuzu ve oğlakları bekleyen çocuklar, bukalabalığı daha da artırıyordu. Hummalı bir çalışma, bir şenlik vardı.
Şimdi ise o eski durumdan bir eser kalmamış. Biraz aşağıda bulunanmezarlıktan farksız bir vaziyet görünüyor. Şimdi özlem duyduğum o eskihatıralar da buralara gömülmüş. Ara sıra öten kaya bülbülünün sesinden veaşağıdaki mağara ağzında bulunan dut ağacının esinti ile buluşma anındakihışırtılardan başka hiçbir ses yok. Bu sessizlik ve kimsesizlik hüzün veriyor.Kaya bülbülünün ötüşleri de beni eski günlere götürüyor, bir özlem hissiuyandırıyor ve hüzünlü düşüncelere sürüklüyor. Sanki o da bu metruk vaziyettendert yanıyor, ağlayıp inliyor. Hatıraların ve o eski canlılığın sindiği kayalarve koca taşlar adına konuşuyor. Hani “dili olsa da konuşsa” denir ya, işte bubülbül, sanki bu dilsiz kayaların dili olmuş.“Sus ey bülbül benim hakkım,senin hakkın değil matem!” diyen Mehmet Akif aklıma geliyor.
Medresenin müderrisi, Seyda’sı muhterem babam başta olmak üzereburada ders veren ve okuyan talebelerin önemli bir kısmı, onları dinlemeyegelen ve sohbetlere katılan köylülerin çoğu bu dünyadan göçtüler. Hayatta olanlarda bu köyün zor şartlarına daha fazla katlanamayıp köyden göçtüler. Buvesileyle, vefat edenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara sıhhat, afiyet veselamet dilerim.
Evet, bu köyde özlem duyduğum tatlı anılarla birlikte, sıkıntılarve çileli bir hayat da vardı. Ancak buna rağmen herkes mutluydu. Siz deyaşlılardan mutlaka buna benzer sözler duymuşsunuzdur. Ancak zaman katlandıkçatatsız, çileli ve sıkıntılı halleri unutturuyor, görünmez bir duruma getiriyor.Tatlı hatıralar ise ne kadar zaman da geçse unutulmuyor, eskimiyor. Zaman camgibi şeffaftır ama katlandıkça, kalınlaştıkça kalın bir duvara dönüşür.Güzellikler ve iyilikler ışık gibidir, zaman denilen o cam, kalın da olsa oışığın görünmesine engel olamıyor. Fakat sıkıntı ve çileler kesiftir, ışıksızdır,onlar görünmez duruma gelebiliyorlar. Onun içindir ki sıkıntılar zamanlaunutulur ama güzel hatıralar unutulmaz. Hatta bir süre birbirlerine darılan,birbirlerine kötülük eden insanlar bile, yıllar sonra o nahoş halleri unutmak,görmezden gelmek isterler.Derin bir pişmanlık hissederler. Çünkü zaman, oolumsuz vaziyetleri önemsizleştirir. Ancak makbul ve değerli olan şudur ki,zamanın önemsizleştirmesine bırakmadan özgür iradeyle kötülükleri yok etmek,iyilikte karar kılmaktır.
İnsanın güzel anıları unutmaması, sürekli özlemle yâd etmesigösteriyor ki, insanı yaratan da hiçbir şeyi unutmaz, zayi etmez ve yok etmez.İnsandaki bu cüz’i duygu, külli olarak Cenab-ı Hak’ta bulunmaktadır. Birçokşeyi unutmayan küçücük insan hafızası, her şeyi kapsayan küllî bir Levh-iMahfuz’a işaret eder.
Kâinatta süregelen fanilik ve değişim kanunu bizim gücümüz veirademiz dışında bizi yaratan güç tarafından uygulanıyor. Bu dünyada tadımlıkolarak verdiği güzellikleri, fanilere daha fazla dalmayalım diye en tatlı noktasındaelimizden alıyor. Bu nedenle O’na güvenip teslim olmaktan başka çare yoktur.
Kul iyiliklere odaklanıp onları ön plana çıkarınca, Yüce Yaratıcıda onun kötülüklerini örter, iyiliğe tebdil eder. Kur’an’ında bunu böyle ilanetmiştir.
Nihayet bu hüzünlü düşüncelerin sonucunda bir ümit ışığı buluporadan ayrıldım.