CUMA VAAZINI DİNLERKEN
Ramazan aheste adımlarla ilerliyor. Havalar çok güzel. Ne sıcak ne soğuk, tam kıvamında. Bunaltıcı yaz ramazanlarına kıyasla çok enfes. Tam otuz dört yıl önce ilkokul dördüncü sınıfayken bu mevsimde oruç tuttuğumu hatırlıyorum. Sahurlar keyifli, iftarlar keyifli, mukabeleler keyifli. Tek bir noksanı var: camilerce teravihlerin kılınmayışı. Suudi Arabistan misali sekiz veya on rek’at olarak kılınmasına müsaade edilebilirdi. Yatsı namazı zaten kılınabiliyor. Ardından sekiz rek’atlık bir teravihin kimseye zararı olmazdı. Kaldı ki birinci haftadan sonra cemaat üçte iki azalıyor. Neyse hikmet-i hükümetin bir bildiği vardır diyelim ve geçelim.
Cuma vaazını dinledim. Hocanın munis bir hitabeti vardı. Cemaatin seviyesine göre konuşuyordu. Ramazanın faziletlerinden, mukabelelerden, teravihlerden, sahurlardan, itikaflardan, şeytanların zincire vurulmasından uzun uzun bahsetti. Dikkatimi celbeden bir şey vardı dedikleri arasında: (Mealen) “Muhterem cemaat teravihler camide kılınmıyor diye sakın camiye küsmeyin. Size şunu haber vereyim ki teravihleri evde tek başına kılmak peygamber efendimizin sünnetidir. Sonradan halifeler içtihat yapıp camide cemaatle kılınmasına ön ayak olmuşlar. Asıl sünnet evde tek başına kılmaktır. Onun için şu an yaptığımız sünnetin ta kendisidir, üzülmeyin…”
Yani Diyanet bu kararı ile bir sünnetin aslına rücu etmesine vesile olmuştu. Hocanın söylediklerinin yanlış olduğunu iddia edebilecek hiçbir alim yok bence. Hakikat bu minval üzere ise bundan sonra ülke olarak ramazanda teravihleri neden evde kılmayalım? Asıl sünnet bu ise bunun tersini yapmak uygun düşer mi? Aslında şu an elimizdeki mevcut tüm dini ritüeller bir içtihattan, bir yorumdan ibaret. Başka bir örnek mukabele okuma geleneği. Kuran tarihinde 'arza meselesi' denir buna. Hz. Cebrail ile peygamberimizin karşılıklı olarak Kuran okuması. Bazı rivayetlerde bunun bir veya iki defa vuku bulduğu söylenir.
Günümüzde camilerde hafızlar eşliğinde okunan mukabele uygulaması peygamberimiz döneminde ve sonraki halifeler döneminde yoktu. Bilenen tek şey ramazan ayında bol bol Kuran okumanın faziletli olduğu. Ama bu sadece yüzünden okumak değil, anlama merkezli bir okumadır. Bir şey gelenek haline geldikten sonra aslı ne olursa olsun o gelenek aslın yerine geçer. Aslı hatırlatanlara şüpheci ve fitneci bir gözle bakılır genellikle. İmam Gazali Kuran okumaktan muradın anlayarak ve üzerinde derince düşünerek okumak olduğunu, anlamadan sadece yüzünden okumanın buna dahil olmadığını söyler.
Geçen bir mukabelede hafız okumaya başlamadan önce surenin ismini, kısaca muhtevasını ve surenin içinden çarpıcı bazı ayetlerin mealini verdikten sonra okumaya başladı. Baktım cemaatin bazı müdavimlerinde somurtkan yüzler ve sevimsiz homurtular yükseliyor. Çünkü hafız az da olsa geleneğin dışına çıkıyordu ve asla rucu etmeye çalışıyordu. Aslında artık bir hizb okunduktan sonra onun meali verilmeli, sonra diğer hizbe geçilmeli. Bence Diyanet bunda kararlı olursa cemaatten çıt çıkmaz. Ritüeller insanları bir arada tutmak için önemli ama düşünen zekaları buna ikna etmek çok zor. İnternet sayesinde hiçbir şey saklanamıyor, her şey görünür vaziyette.
Her ilahiyatçı ve her cemaat ayrı bir din anlatıyor ve her birinin müşterileri ayrı. Bazen anlatılan bu dinler birbirine taban tabana zıt. Bir İhsan Eliaçık’ın anlattığı din ile bir Nihat Hatipoğlu’nun anlattığı din birbirine düşman iki din. Birliği ve sükûneti temin etmek için bir yorumu sahih ve makul kabul etmek, diğerlerini görünmez yapmak eski zamanlarda mümkündü ama günümüzde mümkün değil. Emeviler’den Osmanlı’ya ve son dönem
Cumhuriyet’e kadar yapılan şey birincisi idi. Belki günümüzde mevcut iktidar da bunu yapmak istiyor ama dijital dünya pek müsaade etmiyor buna. Akıllar soru sormaya devam ettikçe dinler kendilerini güncellemek zorunda kalacak. Bu işin başka çıkar yolu yok gibi.