MODERN DÜNYADA MÜSLÜMANLAR
Bugün bütün dünyada genel geçer kavramlardan biri olarak önümüzde duran modernizm kavramı hayatın her alanına nüfuz etmiş kavramlardan biridir. Düşünce biçiminden hayat tarzına, ekonomiden hukuka, siyasetten sanata, oturduğumuz evlerimizden şehrimize, insan ilişkilerinden tüketim alışkanlıklarına, yememize içmemize kısacası hayatın her alanında modern hayat anlayışının gereklerini yerine getirmek gibi bir durumu yaşıyoruz.
Hayatlarımızı modernizmin kurgusu doğrultusunda görünürlüğü esas alan bir şekilde yaşıyor, ekonomik hayatımızı piyasa şartlarına göre oluşturuyor, tüketim alışkanlıklarımızı ekonomik adama uyduruyoruz. Kenti kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlıyor, siyasetimizi “reel” şartlar belirliyor, Dünyaya batının inşa ettiği zihinlerimizin ortaya çıkardığı düşünce ile bakıyoruz. İhtiyaçlarımız suni düşüncelerimiz ithal, hayatlarımız ödünç.
Batının kendi anlam değerleri içerisinde kendi ürettikleri argümanlar doğrultusunda “alternatif” üretmeye çalışıyoruz. Oysa yapmamız gerekenin,“biz farklı bir toplumuz, batıya benzemeyiz” düşüncesinden hareketle Müslümanca bir bakışa çevirmemiz gerektiğini unutuyoruz. Müslümanız fakat dünyaya Müslümanca bakmıyoruz. Batı(l) düşüncelerden İslam’ca bir hayat oluşturmak istiyoruz ve maalesef vardığımız nokta hilkat garibesi bir hal oluyor. İstediğimiz hayat tarzı İslam’ca ancak zihinlerimiz seküler. Düşüncemiz seküler. Seküler idraklerimizden Müslümanca bir hayata ulaşamıyoruz. Çünkü Müslümanca bir bakışımız yok, bakışımız olmadığı için, düşüncemiz ve de teklifimiz yok. Esiri olduğumuz seküler düşünce, Müslümanlar olarak karşı karşıya kaldığımız sorunlar karşısında Müslümanca çözümler üretmemizi engelliyor. Seküler düşüncenin kuşatmasında yaşayan Müslümanlar, kendi değerlerinden uzaklaştıkları için acılar sürgit devam ediyor. Bizi değiştiren dünyanın karşısında bize has bir duruşumuzun olmayışı “dünyayı değiştirme” çabamızı sonuçsuz bırakıyor.
Modernizmin hayatımızı çepeçevre kuşattığı bu zaman diliminde nasıl bir yol izleyeceğiz, Müslümanlar olarak modernizm karşısında nasıl bir duruş ortaya koyacağız? Sözün burasında yazımıza esin kaynağı olan ve yazımıza başlık olarak da aldığımız Abdurrahman ARSLAN’ın“Modern Dünyada Müslümanlar” kitabından yapacağımız alıntıyla sorularımıza cevap bulmaya çalışalım. “İslam, ya Müslümanların ellerinde modernitenin -değerler dünyası ile; ilerleme, eşitlik, bireycilik, demokrasi, liberalizm, sivil toplum, kapitalizm ve tüketimin- öngördüğü süreçlere katılarak ona yeni bir “ruh” verecek;ya da kendi “teorik” temellerine yaslanarak içine kapanmadan ve daha önemlisi, anti olmak için “anti” olmadan, öncelikle bir hayat biçimi olarak kendini görünür kılmanın ve korumanın imkân ve çıkış yollarını arayacaktır. Buna rağmen eğerİslam -tabii ki onun anlaşılma ve yaşanma biçimi- söz konusu sürece katılırsa İslam’dan geriye “ne” kalacağı sorusu bugün ciddi bir cevap beklemektedir. (…) Artık biz Müslümanlar olarak bugün önümüze, kendisiyle ilgilenmemizi ve onu içselleştirmemizi mecburiyet olarak koyan bir “dünyada” yaşamaktayız; mesele onun istediği onayı verip vermemekte düğümlenmiş haldedir. Modernite dine ait olan bir varlık alanında kendisi için bir “yer” kazanmak, oluşturmak ve var olmak istemektedir.”
Çıkış yolu, inancımıza, medeniyet tasavvurumuza, Müslüman muhayyilemize uygun kendimize özgü ve özgün değerlerimiz bağlamında bir düşünce üretmemizle mümkün. Çünkü modernizm kendi yarattığı krizden çıkış yolu sunmuyor bize. İrfan ve hikmetle donanmış bir modern dünya eleştirisine ihtiyaç var, modernizmin imha ettiği zihinlerimizi inşa ederek olaya yaklaşmalıyız. Modernizmin iyiliklerini alıyoruz, ya da modernizme alternatifler üretiyoruz türlü yaklaşımlar bizi taklitçiliğin esaretinden kurtaramayacaktır. Her şeyden önce, başka bir yol mümkün diyebilmenin yollarını aramalıyız. Yani işin başı tam da; modernizmin bize sunduğu zihin konforundan feragat etmekten geçiyor.