KENDİ HİKÂYELERİNE GÜLENLER
Tatar Ramazan’ın o çok manidar olan sözüyle başlamak geldi içimden: “Der ki: “Köpeği de hor görmem, çünkü onu da Rabbim yaratmış! Lakin k……leşen iki ayaklı yaratıklara kahroluyorum!”
Evet, hakikaten bundan yıllar önce Şener şen denilen sözde sanatçı herif; kalabalık bir ekiple, Şanlıurfa’mızın güney doğusuna düşen Haraptar köyünde bir filim çevirmişti. Filmin adı: “Züğürt Ağa idi! Aslında züğürt ağa filminin ana konusu dikkatlice seyredildiğin de, ağalık düzeninde; maraba olan köylüler ile çevrede bulunan dindar insanların yerilmesinden başka bir gayesinin olmadığı, kendiliğinden anlaşılmaktadır…
Evet, çünkü Şener Şen ekibiyle gelip; bu bölgenin insanını kendi hikâyelerine güldürmüş,görevini yerine getirmenin mutluluğuyla çekip gitmişti! Yıllarca Şener Şen ve Kemal Sunal filmlerini seyreden, Faşo ağanın akılları ceplerinde olan marabaları; tabir yerindeyse, bir ömür boyu kendilerine güldüklerinden habersiz bir şekilde yaşadılar! Ünlü eser Mağaradakilerin müellifi Cemil Meriç, eserinin girişinde şöyle bir cümleyle başlamaktadır: “Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyen! Çok acıdır ki, yaşadığımız toplumda; hala insanları yaldızlı sözlerle kandıran bir avuç sömürgeci ruhlu yarattıkların el üstünde tutulmasıdır…
Biraz geriye gittiğimizde, 1970li 1980 li yıllarda; özellikle Üniversite gençliğinin; sağ sol hummasına tutulup, birbirlerini acımasızca öldürdüklerini hatırlarız. Neydi gayeleri, köy ağaları gariban köylülere zulmediyor, haklarını gasp ediyor, adaletsiz bir düzenin işlediğini, bu adil olmayan düzene karşı birleşmenin gerekli olduğunu, gerekirse her türlü fiili teşebbüse (misal olarak silahlı eylemler vs.) başvurulabileceğini söylüyorlardı. Zaman geçtikçe, haliyle sağcılığın da solculuğunda seyrinin değiştiği görüldü. Bir müddet sonra, sözde hak savunucularının en tepedeki ağa babalarıyla işbirliği edip, yazmış oldukları hikâyelerin kahramanlarını (!) kendi hikâyelerine güldürdükleri görüldü…
Ama uyutulanlar /uyuyanlar, bir türlü uyanamadılar, uyanamadılar çünkü; hakikati görme, duyma ve dile getirme melekelerini kaybetmişlerdi! Onun için söz konusu kişi ve kimseler için, önemli olan, artık her gün yeni yeni (!) hikâyelerin anlatılmasıydı… Hikâyelerin kim veya kimler tarafından yazıldığının pek önemi yoktu, onların nezdinde. Bir kere beyinleri morfinlenmiş ve hayatlarında, kendi hür iradeleriyle karar verme diye bir dertleri dekalmamıştı…
Şimdi tüm bunları neden anlatıyoruz veya kime anlatıyoruz değil mi? Özellikle bölgemizde, çevre hakkında biraz malumat sahibi olanlar; neyi neden ve kimlere neyi anlatmayaçalıştığımızı bilir ve anlarlar. İnsan canının bir sıra tarlayla eş değer tutulduğu bir toplumda; birilerinin kalkıp da hala Adaletten, insan haklarından, eşitlikten, kardeşlik gibi şeylerden bahsetmeleri; kendilerine gündüz uyur, ve kendi hikayelerine gülen zavallıları çoğaltmaktan başka bir şey değildir.
Mesela siyasete girerken fakir, çıkarken zengin olan insanlar; garip gürebanın akıllarıyla alay etmiyorlar mı? Malumdur ki, bizim kadim irfan geleneğimizde; insanların siyasete zengin girip fakir çıkmaları söz konusudur! Peki, yılda bir kere işçilerin maaşlarına birazcık zam yapılacak diye; aylarca komisyonlar, oturumlar, konferanslar tertipleyip; kocaman tartışmalar sonucunda pire büyüklüğünde bir payda karar kılmak ne anlama gelmektedir acaba? Hâlbuki aylarca o kocaman toplantılar için harcadıkları paraların bir kısmını, işçilerin maaşlarına ekleseler yeter ve artardı! Ama hayır! Çünkü hem hikayeler lazım, hem de kendi hikayelerine gülecek olanlar!...
Siz siz olun, hikâye diye sunulan her yazılanı hikâye olarak okuyup almayın... Çünkü, hikaye diye yazılan metinlerin altında nice alay ve sırıtmalar vardır!... Kalın sağlıcakla. 16 Temmuz 2020.