KANAAT, BEREKET VE İSRAF

Arapçada havuz ya da su birikintisi anlamındaki “berk” kökünden gelen “bereket” kelimesi tutumlu olmak, biriktirmek anlamına da gelmektedir. Yöremizde havuz anlamında kullanılan “birk” kelimesinin de “bereket”le aynı kökten olduğunu düşünüyoruz. Terim olarak kullanılan kelimelere kök anlamından farklı anlamlar yüklenmiş olsa da, yine kök anlamıyla bir bağlantısı mutlaka vardır. Hayırların artması anlamında kullanılan “bereket” kavramının kök anlamıyla ilişkisini de göz önünde bulundurduğumuzda, “biriktirmek ve tutumlu olmakla gerçekleşen artış” anlamını taşıdığı görülür. Bu itibarla, bereket, tutumlu olmanın meyvesidir. Tutumlu olmak, İslami literatürde “iktisad” kavramıyla ifade edilmektedir. Bereket, tutumlu olmak ve biriktirmekle gerçekleşir. Tutumluluğun kaynağı da kanattır. Peygamber (ASV): “Kanaat eden iktisad eder, iktisad eden bereket bulur” buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir. Kanaat ise, Allah’ın verdiği sonuca razı olmak demektir. İnsan bir ürün, bir sonuç elde etmek için gayret edip çalışacak, hedeflediği sonuca götüren bütün sebepleri yerine getirecek, sonra da Allah’a ait olan sonucu kabullenip razı olacak ve şükredecektir. Ama söz konusu hedeflenen sonuca götüren yolda ve sebepleri yerine getirmede kanaat olmaz. Yani kul, üzerine düşen işlemlerde kanaat edemez, ancak Allah’a ait olan ve kendi gücünü aşan kısmında kanaat edecektir. İşte hadis-i şerifte ifade edilen kanaat budur. Eğer kendi yapması gereken işlemlerde kanaat etse bu tembellik olur. Oysa hedefe ulaşmada azla yetinmeyip daha çok çalışması gerekir. Bu dünya hayatında Cenab-ı Hak tüm arzulanan sonuçları sebeplere bağlamış ve sebeplere başvurmayı insana görev olarak yüklemiştir. Söz gelimi tarımda iyi ürün elde etmek için, çift sürmek, iyi tohum atmak, gübrelemek, sulamak, ekine zarar veren yabancı otları ayıklamak, çapalamak gibi sebeplere başvurmak gerekir. Öyleyse iyi ürün elde etmek isteyen bir çiftçi bu sebeplerde kanaat edemez ancak tüm sebeplere başvurduktan sonra elde ettiği üründe kanaat etmek durumundadır. Sebeplerde kanaat tembelliği, üründe kanaat ise çalışma şevkini arttırır. İslam’ın teşvik ettiği kanaati anlamayanlar veya yanlış anlayanlar, sebepleri yerine getirme işlemlerinde kanaat etmeyi düşünerek tembelliğe alışmışlardır. Bütün sebepleri yerine getirerek büyük emek sarf eden kimse, elde ettiği üründe kanaat etmekle o ürünün ne kadar değerli olduğunu kavrar. Bu nedenle de israftan kaçınır, har vurup harman savurmaz. Değer bilmek, tutumlu olmaya zorlar. Tutumluluk ise, biriktirmeye yol açar. Bunun sonucunda da bereket meydana gelir. Üründe değil de, çalışmada kanaat etmek, “emeği değersiz görme” kuruntusuna yol açar. Bu da harcamada israfı sonuç verir. İhtiyaç dışı gereksiz tüketim israftır. İsrafın olduğu yerde bereket olmaz. Demek ki israf, bereketi yok eden bir unsurdur. Unutulmamalıdır ki bu dünya hikmet diyarıdır; Cenab-ı Hak her şeyi hikmetlere ve sebeplere bağlamıştır. Bazılarının zannettiği gibi bereket, hiç yoktan olmaz. Elbette Allah, hiç yoktan da vermeye, arttırmaya kadirdir ama dünyada koyduğu kanununa göre, tutumlu olmak ve biriktirmekle bereket olur. Hiç yoktan nimeti arttırarak bereketi koyması mucizedir ve peygamberlere mahsustur. Nitekim peygamber (ASV)’ın kitaplarda anlatılan birçok bereket mucizeleri vardır. Bunlar onun peygamberliğinin delilleridir. Ancak biz kulların elinde bereket, israftan kaçınmak ve tutumlu olmakla gerçekleşir. Peygamber (ASV) her şeyde tutumlu olmayı öğütlemiştir. “Akan bir nehir üzerinde de olsan abdestte suyu israf etme!”“Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye yeter” buyurarak Müslümanları zorunlu bir ihtiyaç olan yemekte dahi iktisat etmeye teşvik etmiştir. İşte bereketin ortaya çıkması bu yolla olur. Küçük tasarruflardan büyük eserler ortaya çıktığı bilinmektedir. Önemli bir olay bu konuya ışık tutmaktadır. Vaktiyle İstanbul’da Keçecizade Hayreddin Efendi adında bir esnaf canı bir şey çektiğinde “sanki yedim!” diyerek parasını bir kenara ayırmış. Yirmi yıl kadar sürdürdüğü bu prensip sonucunda biriken paralarla bir cami yaptırmış ve bu eserine “Sanki Yedim Camii” adını vermiş. Bu prensibiyle, küçük birikimlerin gücünü göstermiştir. Öyleyse zorunlu olanlar dışında, Bediüzzaman tabiriyle Lezaiz (lezzetler) çağırdıkça “sanki yedim” demeliyiz. Nefis bize hâkim olmamalı, biz nefse hâkim olmalıyız.