HÜZÜN VE KEDERİ YUDUMLAYABİLMEK
Hüzün ve keder, insan da iz bırakan; onu sıkan, sabrın son noktasına zorlayan iki önemli etken!...Rabbimiz, hayır olarak gördüğümüz birçok şeyin içinde şer, şer gördüğümüz birçok şeyin için de hayrı gizlemiştir. Bu hakikati kavrayabilmenin yolu ise, basiret, marifet ve kalp gözünün açıklığından geçer. Beşeriz, şaşarız, zaaflarımız ve zayıf taraflarımız vardır. Kimi zaman başımıza, imtihanımız gereği gelen her hangi bir musibetten dolayı zorlanırız dayanamayacak durumlarla karşı karşıya kalabiliriz. Takatimiz kesilir, dayanma gücümüz kalmaz, nerdeyse kulluk sınırını ihlal edecek noktaya varırız; kimi zaman da ihlal ediyoruz…
Peki, hüzün ve kederin arkasındaki sırrı kavrayabiliyor muyuz? Her şeye rağmen, başımıza gelenlerden ders çıkarıp, nefis ve şeytanın bize ilka etmeye çalıştığı kötü zanlarından; Rabbimize sığınabiliyor muyuz? İş işten geçtikten sonra mı yapıyoruz bunları, yoksa daralma aşamasındayken mi? Hangisi bizim için hayırlıdır denilse, tabi ki ikincisi!... Birçok meziyetlerle donatılmış olan insanoğlu, sevmeyi sevilmeyi bildiği kadar; nefrete ve kine de açık bir varlıktır. Bazen ağlar, hemen arkasında da gülmeye başlar… Bir mahalle de yas varken; öbüründe ise şamata alır başını gider!...İşte dünya böyle bir yer ve dünya hayatı da böyle bir şey!...
Böyledir insanoğlu! Böyledir de, yapıp ettiklerinden hep başkasını sorumlu tutmayı sever. Başına bir iş gelsin, başkasından bilir. İşi yaver gitmese, suçu başkalarına atar. Ticaretinde, siyasetinde, iş hayatında vs. başarılı olmazsa;hep başka insanları suçlar durur!... Kendi nefsini kınayacağı yerde, başka insanlara kızar. Sebepleri iki kaşının arasındayken, çok uzaklarda aramaya koyulur. Halbuki, derdi veren yüce Allah, Kul her şeyi O’ndan (c.c) bilip inandıktan sonra; derman ve çarenin de, yine O’nun yanında olduğunu bilir ve daima O’na iltica eder, O’ndan ister, yalnız O’na sığınır!...
Öyleyse dertleri, keder ve hüznü veren Rabbimize tam bir teslimiyetle; (“vardır bir hayrı deyip”)yalvarmalı ve hep O’nun kapısını çalmalı, O’na sığınmalıyız… Kul olarak, Marifet ve basiret gözüyle olay ve hadiselere bakmayı başarabildiğimiz zaman,hüzün ve kederleri işte o zaman su içer gibi yudumlar ve onların sıkıntılarından kurtuluruz!... Çünkü Mümin bilir ve inanır ki, O’nun (c.c) izni olmadan, ağaçtan yaprak yere düşemez. Ne güzel tarif etmiş Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s): “Hz. Mevlana bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar. Oğlu: “Hiç…” der. Hz. Mevlana dışarı çıkar. Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar. Oğlu babasının bu haline bakıp güler. Hz. Mevlana: “Evladım, gördün mü?” der. “Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt,aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün. İşte bütün dertlerin arkasında da Rabbinin olduğunu bil ve ona güven…” diye Oğlunun şahsında; dert ve musibetlerden şikâyet eden tüm insanlara bir güzel nasihat eder…
Dertsiz insan ararsanız, dertlerle donatılıp kalırsınız. Çünkü dünyada dertsiz bir tek insan dahi yoktur. On yaşın üzerindeki çocuklarda dahi, çoğu zaman bu dert kervanına dâhildir… Yanılmıyorsam Yıl2004’ün güz mevsimiydi, Tıp Fakültesinde bir hastamız yatmaktaydı. Ziyaret saatini beklerken bahçede, ayakkabı boyayan iki çocukla biraz hasbihalim olmuştu… Okula gidip gitmediklerini sordum, gittiklerini söylemişlerdi.Büyüyünce ne olmak istediklerini sorunca; birinci çocuğun verdiği cevabı şu an hatırlayamam (notlarımda kayıtlıdır), ama diğerinin verdiği cevaba, oradaki tüm arkadaşlarla birlikte şaşırıp kaldık: “Şöyle dedi: Büyüyünce Avukat olacağım.Neden diye sorunca da; bize hüzün ve kederi tattıran, hakaret ve zulüm edenlerden intikam almak için!... Yanılmıyorsam, çocuğun babası ikinci bir evlilik yapmış ve büyük hanımını çocuklarıyla baş başa bırakıp ayrı yaşamaktaymış da; bu çocuk da birinci eşinden?!
Yaşı on on iki civarında olan bir çocuk bu kadar dertliyse, keder ve hüzün sahibiyse; geride yılları bırakıp, ömürleri inişe veya geri sayıma geçmiş olan insanların ne kadar dertli olacağını varın siz hesap edin… Amentü ilkelerine İman etmiş olan her Müslüman, sabır ve metanet sahibidir. Çünkü bela ve musibetlerin, imtihanın birer gereği olduklarını; en iyi onlar bilirler…Musibetlerin en ağır şekillerine başta Efendimiz (s.a.v) olmak üzere; tüm Peygamberler uğradılar…Onlardan sonra da, kademe kademe; onları takip eden halefleri… Herkese inanç ve dayanma gücüne göre; sabır ve metaneti oranında; başına gelebilecek dert, musibet ve keder verilmektedir… İmtihan dünyasında, dertsiz ve musibetsiz insan olur mu hiç? Fakat ahirete ve ebedi dirilişe İman etmeyenlerin, pek fazla kasavetleri olmaz. Çünkü onlar, ömür atını sadece bu dünyanın işleri yolunda koşturdukları için; hayatlarında musibetleri de yok denecek kadar azdır… Müslüman olarak, her kimin bir derdi varsa; onu sabır kalkanı ve metanet zırhıyla geri tepsin… Sabır ve metanetin ucunda ebedi kurtuluşun olduğunu asla unutmamak gerek!... Önce esbaba tevessül, sonra da Allah’a tevekkül, başka da yolu yoktur! Selam ve dua ile…