BİR ZAMANLAR SEVK KAĞIDI VARDI...

Bir zamanlar bütün kamu çalışanlarının en büyük hayallerinden biri kendisi veya aile efradından biri hastalandığında o nu istediği hastaneye götürebilmek idi... Evet bu bir hayal idi gerçekten. Zira o zamanlar kamu çalışanları, kendisi veya ailesinden birinin hasta olması durumunda, hemen kalkıp doktora gitme veya hastasını götürebilme lüksüne sahip değildi. Evet şimdi genç çalışanlar bilmez ama o zamanlar hasta olmak bürokratik bu tür sıkıntılarla tam bir işkenceye dönüyordu.(2007 tarihinden önce) Hastayı doktora götürebilmek için birinci işlem, hastaya ait sağlık karnesini bulup cebinize koymak sonra da çalıştığınız kuruma gidip bir "sevk kağıdı" almanız gerekiyordu. Bu sevk kağıdı matbu bir form olup en üst kısımda büyük harflerle "Hastanın Muayene İsteği" yazıyordu. Adınız, soyadınız, kurumunuz, hastanızın adı ve soyadı, sicil numaranız vb. bilgileriniz yer alırdı. Kurumunuzun "Kalem " yazan bölümünden, bu kağıdı almak istediğinizi beyan eder " Kalem" de çoğu zaman "lütfedip" sevk kağıdınızı doldurup size uzatırdı. İşlem bitmemiştir. Bundan sonraki durağınız "en çetin" yer olan Kurum amiri veya görevlendirdiği bir yetkilinin onay vermesi aşaması idi. Özellikle Bazı okulların "kıl müdürleri" sevk kağıdını başka idarecilerin imzalamasını men eder, sadece kendisinin imzalayacağı yönünde tavır koyardı. Bu durumda mutlaka müdürü görmeniz ve sevk kağıdınızı imzalatmanız gerekecekti. Müdür beyin odasına girmeden önce tranşınızı kontrol eder, eğer sakal tıraşınız iki günlük ise eyvah! Mutlaka bir bahane bulmanız gerekecekti. Bu bahane de çoğu zaman "iki gündür su akmıyor" olurdu... Ardından ceketinizi ilikleyip kalbiniz yerinden fırlayacak bir derecede "Müdür" kapısını çalarsınız. Eğer içerden "Gir" diye sert bir ses duymadıysanız eyvahlar olsun. Müdür yerinde yok demekti. Ve o olmadan sevk kağıdınızı kimse imzalamazdı. Peki ne zaman gelir sorusunun tek bir cevabı olurdu: "-Bilmiyoruz, Müdür bey toplantıya gitti..." Bekleyeceksiniz. Bazen yarım, bazen bir, bazen iki saat bazen de daha fazla... Bu arada sizin tahammülünüz de kalmamıştır. Çok kızmanız hiç bir anlam ifade etmemiş, defalarca girdiğiniz" müdür yardımcısının" odasından sadece "Müdür toplantıya gitti" cevabını almış, ve çaresiz beklemeye devam etmişsinizdir. Neyse , Müdürün gelip odasına girmesinden sonra kapıyı çalıp yavaşça içeri süzülür Müdür Beyin keyfi olarak bir kaç dakika, önünde çok önemli bir evrak varmışçasına sizi ayakta bekletmesinden sonra nihayet başını kaldırıp size bakar ve herhangi bir soru sormaya tenezzül dahi etmeden bir baş işaretiyle ne istediğinizi sorardı. O kadar beklemenize rağmen siz, yine de büyük bir saygı ile: "- Müdür bey çocuk geceden beri ateşi düşmedi doktora götüreceğim" demeniz üzerine istisnalar kaideyi bozmaz ama genel olarak, büyük bir suç işlemişsiniz gibi bir tavırla Müdür bey: "-Neyi var?" diye sorardı. Bunun üzerine detayları anlatmaya çalışmasına halen bir anlam verebilmiş değilim. Zira sanki müdür değil de doktor muş gibi "neyi var" sorusuna neden müdürleri muhatap alıp da cevap verilirdi? Bu şimdi bile beynimi tırmalayan bir durum olmuştur. Hasta kim olursa olsun adet olmuştu sanki müdürlerin "neyi var" sorusu... Bir de Eğer müdürünüz "çok kıl" biri ise, sevk kağıdını tam imzalayacağı zaman sağlık karnesini sorar mutlaka... Karneyi evde unuttu iseniz ya da tarihi geçti ise işte bir sorun daha. Dışarıda kırk derece ateşiyle çocuğunuz ve hasta çocuğun kucağında olduğu eşiniz saatlerdir bekliyor olsa dahi... Karne krizi de çözüldüyse, büyük bir heyecanla "teşekkür" edip ayrılıyorsunuz kurumunuzdan. Artık çocuğunuzu doktora götürebileceksiniz. Ancak istediğiniz doktora değil, Kurumunuzun bir dispanseri varsa başka yere götüremezsiniz. Kurumunuzun dispanseri yok ise, Birinci basamak sağlık kurumu olan "sağlık ocağı" dışında hiç bir yere götüremezdiniz. Tabi,"Hiç bir yer"den kasıt, resmi muayene kurumlarıdır. Hastanızı, çarşıda doktorların özel muayenehanelerine götürebilirdiniz. Ancak o muayenehaneye götürmekle doktor ücreti ve yazacağı ilaç reçete tutarını ödemeye hiç bir devlet memurunun bütçesi yetmezdi . Kurumunuzun dispanseri veya sağlık ocağı doktoru da teşhis edemediyse ancak hastaneye sevk yapardı. Bundan sonrası tam bir cehennem azabı... Sırada beklemeler, laboratuar, tahlil tam bir işkence idi. Ve nihayet gün bitimine doğru yazılan bir reçetenin eczaneden alınıp eve dönülmesi ile kısmen bir nefes almak durumunda kalırdınız ama, bu sefer de ertesi gün yine müdürünüzün "dün hiç gelmedin" tavırları karşısında vereceğiniz cevabı düşünmeye başlardınız... Bu işkence gibi (Sevk kağıdı) uygulamayı kaldıranlardan Allah razı olsun... Afiyette kalın Samburek47@gmail.com