KİBİR VE SAPKINLIK
Toplumun elit kesiminde ortaya çıkan dinsizlik akımı anız yangını gibi yavaş yavaş tüm toplumu sarmaya başlamış görünüyor. Bu durum, toplumun iman selameti için çırpınan hassas yürekleri tedirgin ediyor. Küfür hastalığının unsurlarından ve en önemli belirtilerinden olan kibir hiç olmadığı kadar yayılmıştır.
Günümüzde her şey çok değişti, akılalmaz terslikler iç içe girdi. Ateist ilahiyatçılar, dinsizlere arka çıkan Seydalar, şeyhler, bilimden tamamen uzak bilim insanları, bir de sıradan halk içine inen kibir abideleri.. Eskiden yüzyılda bir-iki fıravun olur, görkemli saraylarda bulunurdu. Şimdi ise firavun halka indi, çarşıda pazarda, trafikte kibrinden yanına yaklaşılmayan, gerçekte hiçbir özelliği olmayan firavunlara rastlıyoruz. Şairin, “ Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” dediği gibi.
Kibir küfrün, inat da kibrin alametidir. Fedakârlık, hoşgörü, hatasını kabul etme, güven gibi İslam ahlakının yerini kibir ve inat almıştır.
Geçen gün yolda giderken zikzak çizerek oraya buraya giren, trafiğin yoğunluğuna aldırmadan tehlike saçan bir lüks araç gördüm. Belalı olduğunu düşündüm. Eğer bir kişi onunla inatlaşsaydı, kaza kaçınılmaz olurdu. Neyse ki herkes ondan sakındı ve uzak durmaya çalıştı da bir facia yaşanmadı. Belalı olmanın, tehlike saçmanın nedeni de kibirdir. İnad etmek, inatlaşma da kibirli şeytanın özelliğidir. Örneğin, Nisa 117. Ayette, “şeytanın inatçı olduğu” vurgulanmıştır.
Ne yazık ki inatlaşıp, belalı olarak tehlike saçanlar az değildir. Trafikte, çarşılarda, marketlerde küçük ve boy boy firavunlar görüyoruz.
Kibir sevimsizdir, gerçekte iticidir. Çocukların sevimliliği, kibre henüz bulaşmamış olduklarındandır.
Kibir, nefsin temel özelliği olan ve “enaniyet” tabir edilen benlik duygusundan beslenen bir histir. Gerçekte benlik, insanın hayatını sürdürmesi için kendini düşünmesi ve gerekli hayati levazımatı tedarik etmesi amacıyla verilmiştir. Ancak vahyin, vahye bağlı aklın ve kalbin kontrolü altında tutulmadığı zaman, her şeyi yalnız kendine isteyen başkalarına hak tanımayan bir canavara dönüşür. Zaten dinin amacı, benliği kontrol altında tutarak bu barbarlığı önlemek, başkalarının da kendisi gibi hakları bulunduğunu düşündürmektir.
Kibir, kendini büyük, başkalarını küçük görme anlayışı şeklinde ortaya çıkar. İnsandaki en tehlikeli duygu “kibir”dir. Sağlam ve gerçek inancı zedelediği gibi, başkalarına zarar vermeye yol açan şeytani bir duygudur. İtikadi açıdan bütün sapkınlıklar, sapık fikir ve düşünceler yine kibirden beslenir. Bunun içindir ki peygamber (ASV), “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse Cennete giremez” buyurmuştur. (Müslim, İman, 147.)
Şeytanlığın mayası kibirdir, şeytanlaşan insanlar da kibirle o duruma düşerler. Her türlü alçaklığın, her nevi aşağılığın nedeni kibirdir. Zulmün, firavunluğun, kökeni kibirdir. Kibir, nefsini putlaştırmanın, Rububiyet vehmine kapılmanın çekirdeğidir. Büyüklerimiz, kibirlenenler için, "lâ tetekebber, Allahu Ekber! (Büyüklenme, Allah en büyüktür)" diyerek kibirlenmenin, Allah’ın büyüklüğüne karşı bir saygısızlık olduğuna dikkat çekmişlerdir.
Toplumun ilgi odağında bulunan parasal zenginlik, ilim, makam, mevki, gibi şöhretler, kibir damarını tahrik eden unsurlardır. Bunlardan herhangi bir şöhrete ulaşan kimsenin kibir damarı depreşir ve eğer önü alınmazsa çeşitli sapkınlıklara götüren yolun kapısını açmış olur.
Kibir, gerçek mahiyeti örten bir nevi sarhoşluktur. Buna müptela olan kimse, gerçek düşünceyi kaybeder, kendini gerçek dışı, hayali bir şahıs olarak görmeye başlar. Bunun zirve noktası Firavun gibi “rablık” iddia etmesidir.
Kibrin en tehlikelisi dini ilimden kaynaklanan kibirdir. Toplumca üstün tutulan ilmi kariyer, kişinin enaniyetini okşayarak bu tür bir kibrin ortaya çıkmasına sebep olur. Oysa âlim olan, “her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır” (Yusuf, 76) ayetine sarılıp tevazuu elden bırakmaması gerekir. Ancak ilimden kaynaklanan kibir, “ben her şeyi herkesten daha iyi bilirim” havasına kaptırır ve birçok sapık düşünceler oluşturur. Zararı kendisiyle sınırlı kalmayıp ortaya koyduğu sapkın fikirler toplumda birçok insanın yanlışlara düşmesine, uhrevi hayatının kararmasına yol açar. Onun için en tehlikeli kibir ilim sahibinin kibridir. İmam Gazali, “Âlimin afeti kendini büyük görmesidir” sözüyle âlimdeki kibrin bir afet olduğuna dikkat çekmiştir. Bediüzzaman, “İnsanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu’dur. Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür. (Mektubat, s.477.) sözüyle kibri ve onu yok eden tevazuu özetlemiştir.
Elde ettiği ilmî kariyerden dolayı kibre kapılan şahıs, ilminin kaynağı olan hocalarına ve âlimlere karşı saygı ve sevgisini de yitirir. Bu, ayrıca büyük bir nankörlüktür. Hâlbuki onların sayesinde o kariyere ulaşmıştır. Kibrin ve şeytanın kışkırtmasıyla hocalarından daha üstün olduğunu göstermek için onların fikirlerine muhalefet etmeye, yeni iddialar ortaya atmaya başlar. Bunun sonucunda da dinin temel ilkelerine zarar verici düşünceler geliştirir. Hadis dahi olmayan ve delil sayılmayan en zayıf bir görüş bulsa, kuvvetli bir delil bulmuş gibi ona sarılır; ancak ortaya attığı fikri çürütücü en sahih hadise bile “uydurma” diyerek karşı çıkar. 1400 yıldır tüm ümmetin icma ettiği şiâr olmuş ve İslam kültürü durumuna gelmiş konulara bile muhalefet ederek, tüm ümmetin, binlerce âlimin yanlışlık içinde olduğunu söylemekten çekinmez. Bir kısım dinin zaruretlerini inkâra bile kalkışır. Bu korkunç kibir, peygamber (ASV)’ın büyüklüğünü içine sindiremeyecek kadar aşırı bir sapıklığı doğurur. İşte kibir, böylesine vahim bir fitnenin kaynağıdır. Dine hizmeti esas alan samimi ve hakkaniyetli ilahiyatçıları tenzih ederiz ama günümüzde bu tür sapkın fikirleri savunan ve din düşmanlarının elini güçlendirmeye çalışan ilahiyatçılar da vardır.
Eskiden İslam’a ve Müslümanlar’a düşmanlık için Yahudilerin ortaya attığı aşağılık fikirler, ne yazık ki günümüzde kendini âlim zanneden kibirli ve sapkın bir kısım ilahiyatçılar tarafından savunulmaktadır.
Unutulmamalıdır ki Din-i Mübin-i İslam, mübarek bir denizdir, içinde leş barındırmaz; içine leş düşse de er-geç kıyaya atar ve içinden çıkarır. Tarih boyunca leş misali nice sapkın düşünceli herifleri içinden atıp çıkarmıştır. İlahî koruma altında olan Allah’ın dinini tahrif etmeye hiç kimsenin gücü yetmez. “İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez, gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz; gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.” (Bediüzzaman)