AHVALİMİZ “HÂL”SİZLİĞİMİZDENDİR
“Eskiler bir küçük menkıbe veya hikâye ile koca kitleleri eğitirlerdi.
Ama biz modernler varlığa dair ciltlerce eser yazar,
en derin meselelere dair büyük cümleler kurarız da
çoğunlukla bunun karşılığı olmaz.
İlginç değil mi? Burada Temel mesele hâl ile ilgilidir..."
(Saadettin ACAR; İnsan Makamı)
Yaşadığımız durum, vardığımız yer, konumuz, konumumuz, manzaramız, bulduğumuz dahası bulunduğumuz durum; ahvalimizdir. Ahvalimiz bir sonuç; ahvalimizden memnuniyetimiz ya da memnuniyetsizliğimizin varacağı nokta bizi “hâl” ile buluşturacaktır. Ahvalimizi belirleyen esas unsur; hâlimizdir. Hangi hâl üzere isek o hâle uygun ahval ile karşılaşıyoruz. Neyi arzuluyorsak, ne üzere yaşıyorsak, nasıl bir yaşam arzuluyorsak, hayalimiz neyse onu buluyoruz, ona ulaşıyoruz.
Bu böyledir; Ahvaliniz “hâl”inizdir. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, doğru ya da yanlış, hakikat ya da batıl, aydınlık ya da karanlık; hakikatte hangi hâl üzere iseniz ahvalinizin o hâlden kaynaklandığını bilmek durumundasınız. Manzaramızdan memnun değilsek, ahvalimiz bizi tatmin etmiyorsa esasen sorun “hâl”sizliğimizdir.
“Hâl”lenmek gerek… Unutulmamalıdır ki; istediğimiz hâl üzere olmayışımızın, olamayışımızın, “hâl”den uzaklaşmış oluşumuzun bizi götüreceği yer; karşılaştığımız ahvalimizin de içimize sinmemesi durumu olacaktır. İçimize sinecek bir ahval için, bizi mutlu ve mutmain kılacak bir manzara için yapılması gereken “hâl”lenmek olacaktır. Kendimiz ile hâlleneceğiz, hâlimizi düzelteceğiz, “hâli, vakti yerinde” olanlardan olmaya çabalayacağız. Sadece kendimizle mi elbette değil, insanla hâlleneceğiz. Nedir, insan ünsiyetten gelir; insan bir başka insan ile ilişkisi ile insan olur. İnsanı insana şifa kılacak, insanı insanın derdiyle hemdem kılacak, hemhâl kılacak bir hâl ile insanı insanın kurdu olmaktan uzaklaştırabiliriz, insanı insanın yuvası kılarak, insandan insana şifa olacak bir tavır ile insanı “insan” kılacak bir hâle ulaşmaktır, insanla “hâl”lenmek… İnsanın kendiyle ve bir başka insan tekiyle, ötekiyle ilişkisi, kendine ve ötekine karşı yaklaşım tarzı, duruşu ve dahi eyleyişi hâsılı hâllenişi, onu âlem ile ve son tahlilde Allah ile hâlleşmeye götürecektir... Bir âdem olarak insan; kendiyle âlemle ve Allah ile irtibatı noktasında bir hâl üzere olarak “hâl”sizlikten uzaklaşacaktır.
Evet, dünyaya ne hâlimiz varsa görmeye, her şeyden önce kendi hâlimizi görmeye geldik; hâlimizin bizi güzele ulaştırması gerekiyor. Güzele; yani öze, yani fıtrata, yani hakikate, yani iyiye ve doğruya ulaşabilmek için hâl üzere olabilmek gerekiyor. Bizi tembelleştiren “Hâl”sizlikten kurtulabilmek gerekiyor. Esasen bir çelişki gibi dursa da gerçekte olan hâlimiz bizi ahvalimize götürüyor. Ya da tam tersi her ne söylersek söyleyelim, her ne düşünürsek düşünelim, gerçekte söylediklerimizde ziyade eylediklerimizdir bize sağlıklı sonuçlar sunacak olan...
Ne diyoruz; ahvalimiz, hâlimizin sonucudur. Hâli yaşayarak, hâli kendi hayatımız kılarak, bize dair bir hâl ile yaşayarak ahvalimizi düzeltebiliriz. Değilse bir söz olarak “kâl”den hâle geçemeyeceğiz. Hâl ile konuşmak, hâl ile söylemek, hâl ile yürümek, hâl ile hâllenmek… Mesele hâl ehli olabilmekte, hâl üzere olmayı önceleyebilmekte, ahvali düzeltebilmek için Hâlsizlikten kurtulabilmekte...