İNSAN İLTİFATA SUSUZ

Cuma namazı şirin bir camide. Hızanoğlu camiinde. Hutbenin konusunu unuttum. Kılmak için kılmak, aradan çıkarmak için kılmak, üzerindeki ağır bir yükü atmak için kılmak... Yolda eski bir nurcu dostla karşılaştım. O hala eski yerde. Gıpta ettim. Okumaya, düşünmeye, değişmeye, büyümeye lanet olsun dedim. Neden bütün bunlar beni buldu, o eski dost gibi kalamadım? Tezatlar, inkisarlar, çatışmalar, huzursuzluk, gerginlik, tedirginlik. Keşke o dost gibi kalsaydım ve öylece yaşlanıp ölseydim! Kitaplar yazıyorsun, bazı insanlar aydınlanıyor belki. Ama kendin karanlıklardasın, karanlıklarda kalıyorsun. Yine kandil havası, yine sıkıntı. Ferdi Tayfur öldü. Yıldızlar da ölüyor, şöhretler de ölüyor. Benim adamım Müslüm Baba idi. Çok daha diplere iniyordu. Lise yıllarında dinlerken kendime zarar vermekten korkardım. Müslüm Baba gerçek bir iptila. "Arabeskin ilahı" diyebilirim. Daha doğrusu arabeskin kutbu. Orhan, Ferdi onun yanında çocuk gibi. Celal Şengör ile Dücane Cündioğlu'nun programını dinledim. Konular güzel, sohbet tatlı, malumat çok, netice yok. Şengör çok doğal. Bir bilim adamı olarak bugüne kadar tanrının varlığı hakkında en ufak bilimsel bir kanıt bulamadım diyor. Zihninin içini çok merak ediyorum. Bu kadar zeki bir kafadan böyle bir söz nasıl çıkar? Dücane ortada. Her zaman olduğu gibi. Tanrı olabilir de olmayabilir de diyor. Agnostik olduğunu kabul etmeyen bir agnostik. Her sahici zekanın geleceği yer burası. Emin olamamak, kesin konuşmamak. Eminlik ve kesinlik cahillerin işi. Beş yüz bine yakın izlenme var. Yorumlar takdir, tebrik ve alkışlarla dolu. Bunların çoğu da moderatör Fatih Altaylı'ya. Program fena değildi, keyifli de değildi. Konuştular, güldüler, içtiler, dağıldılar. İki saat boyunca. Neyi çözdüler? Hiçbir şeyi. Neyi hallettiler? Hiçbir şeyi. Zaten hiçbir şeyi çözmemek, hiçbir şeyi halletmemek için oradaydılar. Aslında entelektüellik denen şey budur: hiçbir şeyi çözmemek, hiçbir şeyi halletmemek.

*

Ali Şeriati söyle diyor: “Kişi yoksul olunca iyilikleri bile aşağılanır. Oysa güçlü olan ve altını olan kimselerin kötülükleri sanat olarak görülür. Saçmalıkları önemli sözlermişçesine dinlenir. Yersiz, tiksindirici geğirmeleri felsefe, bilim, din olarak anlaşılır.” Adam özel hastaneler sahibi sağlık bakanı oluyor, özel oteller sahibi kültür turizm bakanı oluyor, özel okullar sahibi milli eğitim bakanı oluyor, şirketler sahibi belediye başkanı oluyor, emlak zengini Amerika başkanı oluyor, para sahibi devletlere faizle borç veriyor. İhale alan bir fakir gördünüz mü hiç? Veya kanaat önderi olan, cemaat lideri, parti lideri, sendika başkanı, şeyh, milletvekili, belediye başkanı? Göremezsiniz. Her şeyi yapan fakirler ama hiçbir şeye sahip olmayan fakirler. Dinler, ideolojiler buna bir çare bulamadı. Dinler cennet vaadiyle sabır tavsiye etti, ideolojiler devrim hayaliyle uyuşturdu. Das Kapital yazıldı, Komünist Manifesto yazıldı, ihtilaller oldu, devrimler oldu ama sonuç değişmedi. Hatta bir bakıma daha kötü oldu. Sovyet Rusya'daki yoksullar Çar dönemini mumla arar hale geldi. Tarihte adalet yoktur. Paranın çok şeye kadir olduğunu biliyordum ama bu kadar kadir olduğunu bilmiyordum.

*

Birkaç gün önce kıymetli hocam İsmail Özcan'dan gelen bir mesaj geldi. Gün boyu içimde bir sıkıntı vardı. Bu mesajı okuyunca bütün sıkıntım dağıldı. İnsan gerçekten iltifata susuz. Hocama kalben teşekkür ediyorum: “Sayın Şahin Doğan, Bilmek Azaptır’ı bitirdim. Bilmek Azaptır, senin kişisel duygularını, düşüncelerini en yoğun ve sansürsüz şekilde ifade ettiğin kitabın. Dil ve ifade olabileceği kadar güzel. Çok açık, çok akıcı. O yüzden çok kolay okunuyor. Sen çok iyi bir denemecisin. Bir deneme yazarı olarak seninle aşık atabilecek yaşayan Türk yazarı ben şahsen göremiyorum. Bir iki yerde hedefinin iyi bir yazar olmak olduğunu, ama olup olamayacağını bilmediğini söylüyorsun. Ezelî Mağluplar, Korona Gülükleri, Düşünen Düşer ve son kitabın Bilmek Azaptır senin çok iyi bir yazar olduğun hususunda hiçbir tereddüde yer bırakmıyor. Yaşına göre çok okumuşsun. Türkiye’nin ve dünyanın en önemli roman ve hikayelerini, kültür ve düşünce kitaplarını bilinçle hatim etmişsin. Senin yaşındaki çok az, çok sayılı insan senin okuduğun kadar okumuştur. Türkiye’nin ve dünyanın kültür ve edebiyat hayatındaki gelişmelere çok büyük bir vukufun var. Bir insan söz konusu dünyada ancak senin kadar güzeran edebilir! Bu nedenle de senin kitaplarını okuyanların daha önce bilmedikleri, duymadıkları çok ilginç şeyler öğreneceğinden hiç şüphe etmiyorum.  Kitapta öne sürdüğün görüş ve düşüncelere büyük ölçüde katılıyorum. Birçoğu benim de görüşlerim ve düşüncelerim. Katılmadığım, itiraz ettiğim, çelişkili bulduğum görüş ve düşüncelerin de var. O kadar da olacak. Ben her insanın samimi olarak düşündüğü şeyleri sansürsüz paylaşabilmesinden yanayım. Gerçeklerin, neyin ne olduğunun ancak o zaman ortaya çıkabileceğine inanıyorum. Bu yüzden az sayıda da olsa senin uç fikirlerini kınamıyorum, mahkûm etmiyorum, düşünce özgürlüğünün bir gereği olarak görüyorum.  Okuma özürlü toplumumuzun çok sayılı okuyucusuna güzel bir kitap okuma zevki tattırdığın, yeni bilgiler kazandırdığın için seni hem tebrik ediyor hem de sana teşekkür ediyorum. Selam ve muhabbetle.”