06 Şubat 2023, saat gecenin 04.17 dakikasını gösterdiğinde, yer yerinden oynadı. Zelzele oldu. Şehirler yerle yeksan oldu, paha biçilemez binalar, iş yerleri, milyonluk arabalar, çelik para kasaları; altmış saniye zarfında tuz buz olup eridi gitti.
On bir şehir, bir o kadar ilçe ve yüzlerce köy, beton molozlarına dönüştü. Binlerce ölü, yüz binlerce yaralı ve bir o kadar da kayıp insanın olduğu, hemen televizyon haberlerine düştü. Ateş düştüğü yeri yakmıştı yakmasına da, Hayati'nin yüreği de yangın yerine dönmüştü... Hayati Şanlıurfa'nın kenar bir mahallesinde oturuyordu, evi epey sağlamış ama bir zayiati yoktu. Peki, ya Hatay, Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adıyaman, Adana, Osmaniye, Nurdağı, İslahiye, Gölbaşı, Malatya ve Şanlıurfa'nın bir kesiminde ölen insanlar ne olacaktı. İlk gün, depremin şoku vardı Hayati'nin üzerinde. Saatler 13.43 ü gösterdiğinde yağmurla birlikte, ikinci deprem zelzele gibi sarsmıştı. Şiddetinin 7.6 olduğunu söylediler uzmanlar? Hayati öğlen namazından çıkmış daha eve varmamıştı. Sallantı o kadar şiddetli idi ki, yer zemini insanların ayakları altında zıplıyor ve insana diz çöktürüyordu adeta.
Hayati telefona sarıldı ve evdekileri aradı. Dışarı çıkın depremin şiddeti korkunç dedi. Herkes Dışarı fırlamıştı. Deprem durdu, ama Hayati'nin sol yanı durmuyordu. Ona ve ailesine bir şey olmamıştı ama, binlerce insan kar ve yağmurun yağdığı bir zamanda, molozların altında, kimi can vermiş kimi de kurtarılmayı bekliyordu, ya da ölümün soğuk yüzünü... Bir şeyler yapmalıyız dedi Hayati. Amcasının oğlu, Selim ve Akif ne gerekiyorsa yapalım diye Hayati'ye yanındayız diye destek verdiler. Hemen işe koyuldular. Su, ekmek, meyve suyu, çocuk bezi. Çocuk maması ve saire ne buldularsa aldılar. Diğer taraftan komşuları da bir şeyler hazırladılar ve iki üç araba eşya kısa bir süre zarfında birikti. Ertesi sabah yola çıktılar. İlk olarak, Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesine doğru yola çıktılar. Aman ya Rabbim, bu da ne böyle? Gölbaşı yerle yeksan olmuş ve meydanda insan yok. Hava buz gibi soğuk, yer yer sarsıntılar devam ediyor. Hayati ağladı, ağladı ağladı... Eşya verecek insan bulamayınca, herhalde hepsi ölmüşler dedi. İçi yandı... Rotayı Adıyaman'a çevirdiler, girişte asker engeliyle karşılaştılar ve girmelerine müsade edilmedi. Hayati arkadaşlarına, köylere gidelim dedi. Rastgele bir köy yoluna girdiler ve gün batmadan önce götürdükleri yardımları dağıtıp bitirdiler. Şanlıurfa ya döndüler akşam.
Ama Hayati'nin İçi yanıyordu. Ya Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, ilçe ve köylerin durumu nasıldı bu soğukta dedi. Ertesi gün yine hazırlık yaptılar. Önce Nurdağı'na oradan İsalhiyye ve derken diğer günde Kahramanmaraşa yardım götürdüler. Hayati gördüğü manzaralar karşısında, dizleri bükülüyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Allah'ım, bize acı, bize merhamet et, biz ettik sen etme diye diye içini döküp ağladı... o gün de öyle geçti. Artık durmak yok dedi kendi kendine. Bu yaralar sarılıncaya kadar, devam kararı aldı Hayati. Vardı en yakın olan derneğe, sizinle gönüllü olarak deprem bölgelerine gelip çalışmak istiyorum dedi. Memnuniyetle dediler.
Ertesi gün rota Hatay dedi Hayati. Hayati ve Hatay, isim olarak biraz da benzerlik arzediyordu sanki. Neyse ertesi sabah, hazırlıklar akşamdan yapıldığı için zaman kaybetmeden iki arabayla yola çıktılar.
Öğlen vakti üzeri, vardılar Hatay'a. Hayati, Hatay da hayat kalmamış dedi... Şehir kocaman bir hayaletler diyârı olmuş. Her tarafta yıkıntı, moloz, karton gibi patlamış sıra sıra binalar; sağa sola savurulmuş gözlerden sakınan pahalı eşyalar ve endişeli insanlar, en can alıcı manzara ise, ölüm kokan sokak ve caddeler...
Hayati ve ekip arkadaşları, önce Şehrin içlerine doğru ilerlediler. Asker engeliyle karşılaştılar, geri döndüler... Esenlik mahallesinin semt pazarına denk geldiler. Her tarafta yıkılmış evler, ve insanların yüzlerinde okunan korku ve endişeler, Hayati'nin yüreğini yangın yerine çevirdi. Semt pazarının saç barakaları yerinde duruyordu. Altında yirmi kadar çadır kurulmuştu. Hayati, oturanlara selâm verdikten sonra; gıda ve hijyen malzemeleri getirdiklerini söyleyince, oturanlardan orta yaşlı olanı ayağa kalktı ve Hayati'ye hoş geldiniz dedi. Ben bu yıkık mahallenin muhtarı Adnan Sönmez dedi. Hayati'de, bizde Şanlıurfa'dan gönüllü olarak depremzedelere yardım getirmişiz dedi...
Muhtar, hele oturun dedi. Hayati, önce yardımları dağıtalım sonra dedi. Dağıttılar tüm yardımları. Öğlen ezanının vakti olmuştu. Ama hayalet şehrinde, ne cami kalmış ne de minare. Muhtar yarı ağlamaklı olarak, Hayati'ye tam on altı gündür ezan sesi işitmedik deyince; Hayati, o zaman Habib-i Nacar-ın toprağında ezanı ben okuyayım dedi.
Hayati öğlen ezanını okudu, bir kaç eski çul ve karton serip; cemaatle öğlen namazını eda ettiler...
Hayati, muhtar Adnan ve diğer depremzedelerle vedalaşmak zamanıdır dedi. Gideceğim ama tekrar dönmek için dedi. Sarıldılar birbirlerine, Hayati gözyaşlarını tutamadı... Hayati vedalaştı vedalaşmasına ama, buruk yüreğini Hatay'da bıraktı. Artık o buruk yürek ne zaman, sevinecekti Allah bilir. Derneğin gönüllü elemanları arabalarına bindiler, harabeye dönmüş olan esenlik mahallesini geride bırakıp ayrıldılar!
Tam Hatay'dan çıkacaklardı ki, bir telefon geldi Hayati'ye! Şanlıurfa'dan bir arkadaşı arıyordu. Abi diyordu, Hatay'da bir tanıdığım hanım kardeşimiz var. Tüm yakınlarını depremden kaybetmiş. Bir küçük kızıyla ortada kalmış. Evi yıkılmış, iş yeri yağmalanmış ve bizden yardım istiyor, bir şeyler yapmalısın dedi.
Hayati telefon eden arkadaşından, depremzede hanımın telefonunu istedi. O da hemen attı telefonunu. Hayati, söz konusu hanımı aradı; isminin Aysel olduğunu ve ağlamaktan zor konuştuğunu duyan Hayati, tamam kardeşim bize yerini söyle de yanına gelelim dedi... yazı devam edecek!