ÜMMETİNE DÜŞKÜN PEYGAMBER

Kur’an, Peygamber (ASV)’ın ümmetine düşkün olduğunu şöyle bildiriyor: “Andolsun size kendinizden öyle Aziz (onurlu ve saygın) bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız onun aleyhine olur, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe Suresi, 128. Ayet)

Bu ayette “kendinizden” diye çevirdiğimiz kelimenin orijinali “min enfüsiküm” şeklindedir. Peygamber (ASV)’ın “sizden biri” olduğunu belirtiyor. Yaşayışıyla, giyim kuşamıyla ve hatta ümmi (okuryazar olmamasıyla) sizin gibidir, demek istiyor. Peygamber (ASV)’ı hiç görmemiş ama adını duymuş, merak ederek ziyaretine gelmiş olan biri mescid-i Nebevi’ye geldiğinde, “Hanginiz Muhammed?” diye sormak zorunda kalıyordu. Çünkü farklı bir şahıs göremiyordu. Kılık kıyafeti ashabıyla aynıydı, kibri yoktu, makam odası yoktu, tahtı yoktu! Herkes gibi o da hasır üzerinde oturuyordu. Oysa bu zat, göklerin ve yerin efendisiydi. 

Bizansı sallayan, Kisra’yı titreten, Mukavkıs’ın uykusunu kaçıran peygamber (ASV)’a gelen elçiler, kendi krallarınki gibi saray ve taht bekliyorlardı. Ama O’nun ashabından ayırt edilemeyecek kadar aynı yaşayışta olduğunu görünce gözlerine inanamıyorlardı. Birçok yabancının gönlünü fetheden de bu tavır ve yaşayış şekliydi. Yani ümmetinden biriydi, halktan biriydi, herkes onu kendisinden görebiliyordu.

Ayette geçen “size düşkün” olarak çevirdiğimiz kelimenin Arapçası da “harîsün aleyküm” şeklindedir. Türkçede kullanılan “hırslı olmak” tabiriyle aynı kökten olan bu kavram “o size çok hırslıdır, hırs derecesinde size düşkündür” demektir. Bu tabir, öncekinin sebebidir. Yani, o size çok düşkün olduğu için sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır geliyor.

O, ümmetini günahlardan, hatalardan arındırarak cehennemden kurtarmak için azami gayret sarf ediyor, onlara ana-baba şefkatinden daha yüce bir şefkat besliyor. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmalarını istiyor.

Evet, O ümmetine öylesine düşkündür ki, cihadı emretmesi dahi halkını tehlikelere atmak için değil, halkına merhametinden, üzerine titrediğinden, aşağılanmalarına ve ayaklar altına alınmalarına tahammül etmediğindendir. Ümmetinin dünyada da onurlu ve saygın olmasını istiyor. Yaptığı gazvelerdeki konumu bunu açıkça ortaya koymaktadır. Cesareti dost ve düşman herkesçe bilinen Hz. Ali (RA): “Savaşta başımız sıkışınca Resulullaha sığınırdık!” diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.

Resulullahla (ASV) tanışıncaya kadar insanlığın krallardan gördüğü bu değildi. İnsanlar krallardan merhametsizlik, zulüm ve aşağılanma görmüştü. Savaşlar hükümdarların çıkar ve saltanatı uğruna yapılagelmişti. Yeryüzünde zulmün ve taş kalpliliğin taşlaşmış hali olan nice heykeller ve yapılar, insanların yaşadığı merhametsizliklerin en güçlü belgeleridir.

Bu ayetteki ilginçliklerden biri de Allah’ın esma-i Hüsna’sından olan isimlerin peygamber (ASV)’a verilmiş olmasıdır. Ayetin başında peygamber (ASV)’ın “Aziz” olduğu belirtilmiştir. Ayetin sonu da onun müminlere karşı “Raûf” ve “Rahîm” olduğu belirtilmiştir. Sözgelimi Bakara Suresinin 143. Ayetinde ve Hac Suresinin 65. Ayetinde Allah’ın Rauf ve Rahim olduğu bildirilmektedir. Aziz İsminin de Esma-i Hüsna’dan olduğu birçok ayette belirtilmiştir. Allah, peygamberinin Aziz olduğunu, ne kadar saygın ve itibarlı olduğunu kendi Esma-i Hüsna’sından isimlerle yâd ederek ilan etmiştir. En büyük onur, Allah’ın verdiği onurdur. Bu da Allah’ın, ümmetine düşkün olan peygamberine ne kadar düşkün olduğunu apaçık gösterir.

Yukarıdan beri bazı inceliklerini vermeye çalıştığımız ayette peygamber /ASV)’ın altı sıfatının dile getirildiğini görüyoruz. Aziz olduğu, halkın içinden çıkmış halkından biri olduğu, ümmetin sıkıntılarının kendisinin ağırına gittiği, ümmetine düşkün olduğu, müminlere karşı Rauf (çok şefkatli) ve Rahim (çok merhametli) olduğu şeklindedir.

O mübarek zat dünyevi bir taht edinmedi ama ayette bildirilen bu sıfatlarından ötürü ondört asırdan beridir milyarlarca gönüllerden oluşanın tahtı vardır.   

O’nun yolunda olduklarını söyleyenler, ümmetin rehberliğine soyunanlar, kılık kıyafetlerini O’na benzetenler O’nun gibi yaşamak zorundadırlar. Ümmeti sevmede ve halktan biri olmada, herhangi bir dünyevi ayrıcalığa sahip olmamada da O’na benzemek durumundadırlar. Yoksa inandırıcı olamazlar, başarıya da ulaşamazlar.