DİRENİŞ NEYİ BAŞARDI?

 

 

İsrail ve tüm batı koalisyonu, yani soykırım cephesi, hedeflerinin hiçbirini gerçekleştiremeden bir cepheden, yani Lübnan cephesinden çekiliyor. Yürürlüğe giren ateşkes süreci ciddi bir dönüm noktası oldu. Direniş, İsrail’e güvenmiyor. Bu ateşkesin geçici olacağı varsayımı güçlü. Ancak stratejik anlamda Siyonist cephe için bir yenilgi bu. Evvela bu yenilgiyi onlara yaşatan tüm erlere ve halklara iyilerin ve haysiyetlilerin taraftarları olarak minnet duyarız.

 

Lübnan'daki direniş güçleri, yaklaşık iki ay gibi bir süre düşmanın bir santim bile ilerlemesine izin vermeyerek, düşmanın beyaz bayrak sallamasını sağladı. Uçurumlar kadar bir orantısızlığa rağmen ve tüm en güçlü devletlerin sınırsız desteği ile sahada ki birkaç yüz mücahidin karşısında mağlup olmak, küresel Siyonizm için ciddi bir kırılma; iyiler için ve mazlumlar için ise büyük bir zafer ve umuttur.

 

Düşman, direnişin profesyonel stratejisi ile varoluşsal sarsıntılar yaşadı ve daha da rezil olmamak için bu cephede havlu attı.

 

Temel hatlarını direnişin şekillendirdiği anlaşmanın soykırım cephesine kabul ettirilmesi, bir devlet bile olmayan bir gücün, küresel emperyalist, soykırımcı haydutlar karşısında elde ettiği büyük, çok büyük bir başarıdır.

 

Lübnan tarafında sevinç var ve halkın köylerine, evlerine dönme çağrısı dakikalar içinde karşılık ve yankı bulurken; işgalci haydutlar, ateşkese rağmen işgal ettikleri evlere dönemiyorlar. Bu da apayrı bir zaferdir ve bu korku, Lübnan direnişi var oldukça Telavi’in her noktası dahil olmak üzere tüm Siyonistlerin ve onların bölgedeki uşakları ve batılı efendilerinin yüreğinde hep var olacaktır.

 

Bu ateşkes ile Lübnan ve bölge üzerinde ki hedefler ve hesaplar parçalandı, 2006’da da İsrail’i yenerek vardıkları ateşkesin dayanak kararı olan BM’nin 1701 sayılı kararı bu defa ki galibiyetle tekrar güncellenmiş oldu. Ama Telaviv de dahil olmak üzere siyonizmin üzerinde artık bir sopa durmaktadır. İsrail, gerçekten de Güney yerleşimcilerinin geri dönmesini istiyorsa; ateşkese uymak zorundadır. Tercih onun.

 

Direniş, sadece bu ateşkesle değil, önceki tüm süreçler boyunca da izlediği sabır, fedakarlık ve strateji ile ve Allah'a dayanarak, en büyük küresel güçlerin yenilebileceğini insanlığa gösterdi ve umut verdi... 

 

ATEŞKES SÜRECİ

17-18 Eylül’de çağrı cihazı ve telsiz saldırıları, Nasrullah ve tüm üst düzey liderlerin şehit edildiği Eylül sonlarına kadar devam eden süreç, ardından yaraların sarılması ve Ekim başında başlayan kara savaşı sonunda geriletilen, yıpratılan Siyonist cephe. Tüm bu süreçlerde stratejik sabır, istihbari manevralar ve algı savaşlarının yönetilmesi dikkat çekici idi.

 

Cihaz patlatılması olayını, 1967 savaşında, Mısır uçaklarının yerde vurulmasına benzetenler haksız sayılmaz. Bu olay, tüm savaşın, 6 gün gibi kısa sürede kazanılmasına yol açmıştı. Cihaz patlatılmasının da İsrail tarafından benzer şekilde algılanmış olabileceğine şüphe yok. Ancak bu defa sonuç İsrail lehine olmamış, Hizbullah bu büyük sarsılmayı, mucizevi bir şekilde ve çok kısa bir sürede atlatmayı başarmıştı.   

 

Hava üstünlüğü ile işi götüren İsrail’in bir darbe yemesi için yere indirilmesi gerekiyordu ve ilk cihaz patlatılması ile başlayan soykırımcı cephenin her şeyi yapabilecek güçte olduğu algısı, İsrail üzerinde de etkili oldu. Kara savaşına yanaşmayan İsrail’in bu algıya inandırılması, biraz da Nasrullah’ın, cihaz patlatmalarından sonra yaptığı açıklamalarda oluşturduğu algı ile de ilgilidir. Nasrullah’ın, alınan darbeyi sunuş şeklinin ve bu sunuşta kullandığı ifadeler ve yansıttığı tablonun bu süreçte etkili olduğunu düşünüyorum. Bu darbeler, gerçekten ciddi darbelerdi ve Hizbullah halkı, bunun da üstesinden gelebildi ve tüm imkansızlıklara rağmen, çok kısa bir sürede toparlanabildi.

 

Tüm süreçlerden sonra BM’nin 1559 sayılı kararını (2004’te alınan bu karar, sadece Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesini değil, milis güçlerin, özellikle Hizbullah’ın dağıtılmasını da içeriyordu. Zaten Suriye askerlerinin çekilmesi için önceden Refik el-Hariri'yi öldürmüş ve suçu, Suriye ve direnişin üzerine atmışlardı. Suriye, Lübnan’da planlanan iç karışıklığa bahane olmaması ve baskılardan dolayı Lübnan’dan çekildi. Böylece iç karışıklıklar ve Lübnan hükümeti üzerinde bakı kurarak direnişi daha kolay devre dışı bırakabileceklerini hesaplıyorlardı. Bu süreçte 2006’da son darbeyi vurmak için Lübnan’a/Hizbullah’a saldıran İsrail, 33 gün boyunca bir şey elde edemeyince ateşkes istedi ve 1701 sayılı BM kararı ile ateşkes yürürlüğe girmiş oldu. 1701 sayılı karar, İsrail tarafından binlerce kez ihlal edilmişti.) hedefleyerek hatta ilan ederek kara savaşına başlayan soykırım cephesi, tekrar hiçbir şey elde edemedi ve 1701 sayılı kararla yetinmek zorunda kaldı. Bu defa ki fark, tüm batı cephesi bizzat gelerek Hizbullah ile savaştı ve tekrar yenildiler. 

 

Hizbullah, Lübnan’ın egemenliğini yok sayan bir anlaşma ve dayatmaya teslim olmadı.

 

ATEŞKES NEDEN KABUL EDİLDİ?

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada ve daha bir sürü güç, Gazze savaşına/soykırımına katıldı. Casusu uçaklar, gelişmiş silah ve teçhizatlar, her türlü gelişmiş mühimmatla ve hiçbir kurala uymama garantisi ile girişilen soykırım…

 

Bölge ve bölge dışı devletlerin ve güçlerin, medyaların, istihbarat ve algı oluşturma destekleri hep devam etti/ediyor. Ateşkesin hemen ardından Suriye’de İsrail destekli teröristlerin devreye girerek Suriye güçlerine saldırması ilgi çekici bir örnek…

 

Hizbullah’a ağır darbeler vurulmasına rağmen silahsızlanma veya konumunda bir geriletmeyi kabul ettirememe…

 

Yıpranmış, yorulmuş ve Hizbullah karşısında ecel terleri döken İsrail askerlerinin giderek daha büyük kayıplar vermesi ve Telaviv’in, füze saldırıları ile giderek daha da yaşanmaz/geri dönülmez bir sürece evrileceğinin görülmesi.

 

Son sözü saha söyledi ve ateşkes kabul edildi.

 

GAZZE TERK Mİ EDİLDİ?

Diğer bir husus, Gazze’ yi terk etmeyeceklerini, Gazze’de yaşananlar son bulmadıkça durmayacaklarını deklare etmiş olan Lübnan direnişinin, bu ateşkese razı olmakla Gazze’yi terk etmiş olacağı iddiası.

 

Elbette Netanyahu’nun ateşkesi kabul etme nedenlerinden biri olarak zikrettiği cepheleri ayırma, ne yazık ki kağıt üzerinde de olsa gerçekleşti ve bu husus da anlaşmanın en kritik yönü. Gazze’yi ilk günden terk etmeyen ve bu uğurda neredeyse bütün lider kadrosunu feda eden, cihaz patlaması ve diğer saldırılarla büyük darbeler yiyen, halkından binlerce şehit veren, birçok fedakarlık yapan ve zorluğa dayanan, tüm iç ve dış hassas baskılara ve dayatmalara karşı son derece kararlı bir dik duruş sergileyen Hizbullah’ın Gazze’yi terk etmesinin fiili olarak gerçekleşeceğini düşünmek doğru değildir. Hizbullah, söz verdiği gibi 8 Ekim 2023’ten beridir başlattığı süreç ile bunu fazlasıyla kanıtlamıştır.

 

(Buna rağmen bu ateşkesin, her iki taraf için de mutlak bir başarı sayılamayacağı yorumları da mevcut. Belki de bazı detayların daha net ortaya çıkması, anlaşma metninin resmi olarak ilanından sonra bu tartışmalar daha farklı veçheleriyle ele alınır…)

 

Ancak yeni bir süreç başlamıştır ve bu sürecin kazanımları düşünüldüğünde, bu yeni evrenin, Gazze’yi terk etmek anlamına gelmeyeceği görülebilir. Şartlarını Hizbullah’ın belirlediği ateşkesle sonuçlanan bu kazanım Gazze için de önemli ve dolaylı bir destek de sayılabilir zira Hizbullah, Batı koalisyonunun kurmak istediği yeni bölgesel düzeni, başlamadan parçalamış oldu. Filistin de bu hususta aynı şeyi söylüyor. Hem savaş da bitmiş değil.

 

Her şeye rağmen sonuna kadar gidilebilir miydi veya Hizbullah bu ateşkesi kabul etmek zorunda mıydı?

 

Hem bölgesel gidişat hem de yoğun bir baskı altında oluş. Başarılı bir savaşa, tam zamanında bir ara vermenin kazanım ve kayıpları gibi sorular ve başlıklar bağlamında ele alındığında; Hizbullah’ın çok büyük dış baskılar ve yine çok riskli iç baskılar altında olduğu ve şer cephesinin Lübnan içinde çok yoğun çalıştığını görmekteyiz. Lübnan hükümeti bir yana esas riskli olan ise Lübnan içindeki kesimler ve güçler. Onların başlatacağı bir provokasyonun, gidişatı İsrail lehine çevirme ihtimali… Bu ihtimal, her geçen güçlenmekteydi…

 

İç güçler giderek daha yüksek sesle ateşkes talebinde bulunmaya başlamış ve Hizbullah’a yönelik suçlamalar giderek artmıştı…

 

Bu bakımdan, tüm süreç boyunca bu baskılara dayanan Hizbullah, ateşkesi kabul etmeyi uygun gördü ve bunun isabetli bir karar olduğu ileri ki süreçlerde daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum…

 

Tüm bu süreçlerden ve kazanımlardan sonra bu aranın zamanlaması ve konjonktürü de en az savaşın kendisi kadar önemliydi…

 

Elbette Hizbullah, değişik yol ve yöntemlerle Gazze’ye destek olmayı sürdürecek ve asla Gazze’yi terk etmeyecektir.

 

BUNDAN SONRA NE OLUR?

27 Kasım 2024 sabahının dördünde yürürlüğe giren ateşkesle Lübnanlılar başı dik ve şerefle evlerine dönmeye başladılar.

 

Netanyahu, bu anlaşmayı kabul etmesine neden olarak şu maddeleri sayıyor:

 

“İran tehdidine odaklanmak, askeri güçlere nefes aldırmak ve silah stoklarını yenilemek ve cepheleri ayırarak Hamas'ı yalıtmak, yalnızlaştırmak.” Kendi toplumuna bir şeyler söyleyecek tabi. Bu yenilgiden sonra Hamas’a karşı da daha etkili olmasını beklemek pek gerçekçi değil.

 

Maariv Gazetesinden (https://www.maariv.co.il/journalists/article-1151571) Avi Aşkenazi, 27.11.2024 tarihli yazısında şunları söylüyor:

 

“İsrail, Lübnan'a hiç hayal etmediği bir hediye verdi; şimdi bir sonraki hedefle karşı karşıyayız.

 

Anlaşma şu anda İsrail ile Hizbullah arasında değil, İbrahim anlaşmasının ikinci bölümünden öncedir. Yani ABD, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, İsrail ve sınırda Lübnan arasında büyük bir hamle. Buradan hareketten yararlanabilirsiniz” Bu açıklama ile yeniden iç karışıklıklar ve bölgesel devletler ve terör şebekelerinin harekete geçirilmesi, direksiyona da direkt ABD’nin geçmesi umudu aşılanmak isteniyor. Bu yöntemleri on yıllardır denediler ve yenildiler ama ellerinde başka seçenek kalmadı. Suriye’de bu yönde Halap’e yönelik saldırılar başladı bile. Elbette dikkatli ve tedbirli olmak önemli.”

 

SURİYE, EMPERYALİZM’E TESLİM EDİLMEYECEK

2011’de, dünyanın neredeyse her yerinden getirilen terörist çetelerle Suriye’ye başlatılan işgalci saldırılarla Suriye, harap olmasına rağmen diz çökmedi ve ayakta kalmayı başardı. Ancak sahada defakto bazı durumlar devam etti ve 100’ün üzerinde ki saldırgan devlet, bu terör çetelerini Suriye’den çekmedi, silah ve maddi olarak sürekli tahkim ederek işgali sürdürmelerini sağladı. Suriye ise bunların tümünü tek başına topraklarından çıkaracak güçte değil.

 

Netanyahu, Lübnan ile ateşkesten hemen önce Suriye’yi tehdit etti ve diğer bazı yetkililer de Lübnan ateşkesi sonrası süreçte Suriye düğmesine basacaklarının işaretlerini vermişlerdi. Nihayet Halep’e yönelik bu terör saldırısı yapıldı ve ilk etapta girilen yerlerden teröristler çıkarıldı. Birçoğu öldürüldü ve bazıları da tutuklandı. İran medyası, bu ilk saldırılarda, uluslararası kurallar gereği ve Suriye’nin daveti ile Suriye’de bulunan askeri uzman Tuğgeneral Kiyomers Pur Haşimi’nin, Halep’in dış mahallelerinde şehit edildiğini duyurdu. Uzatmadan belirtelim ki; Suriye üzerinden Filistin ve Lübnan direnişine giden yolları kontrol altına almak ve direnişi oyalamak gibi hedeflerle başlatılan bu provokasyon, tehlikeli ancak başarıya ulaşılamayacak…

 

YEMEN, YENİLMEZ

Yemen de artık devrimini gerçekleştirmiş sayılabilir. O da Gazze’den vazgeçmiyor ve bu uğurda bedel ödüyor. Özellikle ABD-İngiltere ikilisi hava saldırılarına devam ediyor. Nitekim El-Meyadin’e göre, ABD-İngiltere koalisyon uçakları Perşembe akşamı Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde vilayetinin Bajel bölgesini hedef alan iki hava saldırısı düzenledi. Bu ateşkes sonrası tüm düğmelere basacaklar ve iç karışıklıklara ve Batı Asya’yı istikrarsızlaştırmaya ağırlık verecekler. Bölge devletlerinin bu terörist ve istikrarsızlaştırıcı eylemler konusunda iş birliği yapmaları önem arz eder. Ancak ne yazık ki bazı bölge devletleri bu konuda akıl almaz bir şekilde terörün yanında durmuşçasına bir tavır içinde…

 

Rabbim, iyileri nihai zaferlere ulaştır.