Çok hızlı ve önemli gelişmeler yaşanıyor.
Nasrullah’ın amcası oğlu da İsrail’in saldırısında şehit oldu. Oğlu, kendisi ve birçok akrabası da şehitler kervanına katılmış oldu. İsmail Heniye’nin de…
Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın medya sorumlusu Muhammed Afif de şehit edildi. Sivildi ve toplum içindeydi. Tüm bu azgınlık ve kuralsızlıklar sadece İsrail’in tıynetinden kaynaklanmıyor, aynı zamanda sahada ki başarısızlığına ve bir çaresizliğine de tekabül ediyor. Allah, tüm şehitlerin şehadetini kabul etsin.
Evet, çok hızlı ve önemli gelişmeler yaşanıyor dedik. İşte bazıları.
-Hizbullah’ın Telaviv’e yönelik nitelikli operasyonları.
-Yemen’in ABD savaş gemilerine ve uçak gemisine yönelik nitelikli operasyonları.
-ABD’nin Ukrayna üzerinden Rusya’yı ve dolayısıyla dünyayı yüksek gerilime sürüklemesi ve Putin’in yaptığı konuşma.
-UCM’nin, Netanyahu ve Galant hakkında tutuklama emri çıkarması.
-Yemen’in, Türkiye’ye ait Anadolu S adlı gemiyi vurması.
-Ve soykırım süreci ile ilgili genel durumu ve duruşu özetleyen, Naim Kasım’ın son konuşması ve mesajları.
Aslında her biri birden fazla analizi hak eden önemde gelişmeler. Bu başlıklar ve gelişmeleri de göz önünde bulundurarak genel bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum.
Ukrayna cephesinde ve Batı Asya cephesinde, girilen sıkışıklığı, savaşı genişleterek gidermeye çalışmaya dönük Siyonist planın/yöntemin, ABD’nin mevcut yönetimi tarafından son güne kadar uygulanacağına dair bir izlenim var ve bu durum Rusya’yı da direniş eksenini de bir beklemeye mecbur ediyor adeta. Bir önce ki aşamada ABD seçimleri beklenmiş, bu yüzden bazı pozisyonlar ertelenmişti…
*
UCM’nin soykırımcı aktörlerden sadece ikisi hakkında tutuklama emri çıkarması, çok çok geç olsa da önemli bir tescillemeye tekabül ediyor. Suçlu ve soykırımcı olan tarafın İsrail ve yapılanların suç olduğu. Dolayısıyla bu karardan sonra sadece bu şahısların seyahat ile ilgili bir kısıtlamaya tabi olmalarının ötesinde, onlarla bu kapsama giren iş ve ilişkilerin de suç sayılabileceği bir gerçeklik doğmuş oluyor, daha doğrusu belirginleşiyor. Özellikle bu süreçte İsrail’e silah satışının suç sayılabileceği ve beraberinde silah ambargosu da söz konusu olabilir. Tabi kimin, buna ne derece uyup uymayacağı ayrı konu…
*
Anadolu S adlı geminin vurulması da oldukça üzücü bir olay. Kendini Müslüman ülke olarak isimlendiren bir ülkenin gemisinin soykırıma destek sayılan ticari eylemleri gerçekleştirirken vurulması, inkar edilmeye çalışılan bir ticareti de kanıtlamış oluyor. Türkiye, NATO ülkesi ve Müslüman ülke kimliklerini, sadece NATO gerekliliklerini yerine getiren politikalarla sürdürmeye çalıştıkça bu tarz bir ikilem hep var olacaktır. Buna gerek de yok. Zaten resmen de ismi olmayan İslam kimliğinden vazgeçmesi ve bunu ilan etmesi mümkün. Olduğu safı açıklamasının halktan bir tepki göreceği tehlikesinin artık olmadığını düşünüyorum. Yok, eğer Müslüman olmak istiyor ve bu yönde bir politika izlemek istiyorsa, soykırıma destek olan politikalardan vazgeçmesi ve bunun bedelini halkı ile birlikte konuşması ve göze alması en uygun yol olur. Bu ikinci yol, elbette halkın arzu ettiği ve Türkiye’nin yararına olan, şerefli bir çizgi. Eminim ki; bu çizginin kaybettireceği, şimdi ki kaybedilenlerden daha fazla olmayacaktır.
*
İSRAİL, DİRENİŞİ YENEBİLİR Mİ?
Şeyh Naim Kasım, son konuşmasında; “İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz.” Diyerek cevaplıyor bu soruyu.
7 Mayıs tarihinde YDH internet sitesinde, The Cradle’den alıntı bir röportajda (Röportajın başlığı şöyle idi: İslami Cihad, diplomasiye meydan okuyor), Beyrut'ta yaşayan Filistin İslami Cihad yetkilisi Abu Imad el-Rıfayi, The Cradle: Direniş Refah'ta köşeye sıkışırsa, bu daha geniş bir bölgesel çatışmayı tetikler mi? şeklindeki sorusuna karşılık bir cevap olarak şöyle bir ifade kullanmıştı:
“Lübnan direnişi [Hizbullah] Gazze'nin düşmesine izin vermeyecektir.”
Bu satır aralarına dikkat etmeli ve buna ek olarak mesela Abdullahiyan’ın, bu savaşta, ABD uçak gemilerinin batırılışına şahit olunacağına dair ifadesini de eklemeli…
Bu, sadece planlanmış bir pozisyondan öte bir yeteneğe de işaret ediyor. Hizbullah’ın gücü. Nasıl ki; İsrail, İsrail’den ibaret değil; Hizbullah da sadece Hizbullah değil. Bunu tek kelime ile ifade edecek olursak, Hizbullah, İran’dır. Direniş ekseni ve İslam ümmeti için hayati bir değeri ve gücü vardır. Bu bakımdan Hizbullahın çok sayıda ve belki de oldukça çok sayıda hipersonik füzeye sahip olduğu tezinin, kesinlikle bir komplo teorisi olmadığını veya gelişmiş hava savunma sistemlerine sahip olduğu tahmininin yabana atılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Ancak, düşmanın küresel Atlantik cephesi olduğunu unutmak gibi bir hataya düşme lüksü de yoktur. O yüzden her adımını, zamanı geldiğinde atması ve her silahını, yine tam zamanında sahaya sürmesi hayati değerde stratejilerdir ve bunu da yapmaktadır.
Düşman, yok oluşunu ertelemek için savaşa ara vermeyi düşünebilir veya o pozisyona sürüklenebilir. Bu durum hemen hemen gerçekleşmek üzere ve bu aşamada verilecek karar, oldukça önem kazanacak. Direniş, duracak mı, yoksa bitirecek mi, yani son raundu tamamlayacak mı?
Hizbullah, çok stratejik ve ilerleme kaydeden aşamalı bir çizgide hareket ediyor. Yıllar içinde düşmanını tanımanın avantajlarını kullanarak ve sahada kazandığı deneyimleri başarılı şekilde uygulayarak planlarını uyguluyor.
Hizbullah, kendine özgü bir hibrit savaş taktiği uyguluyor ve stratejik sabır gibi çok etkili ve çok güçlü düşman için zorunlu olan bir taktik uyguluyor. Çok az imkanla, çok büyük sonuçlar elde ediyor. Niceliksel değil; niteliksel ve stratejik adımlar atıyor ve o türden eylemler gerçekleştirmeyi başarıyor. Envanterinde ki silah çeşitliliği ve onları etkili şekilde kullanabilme yeteneğinin yanı sıra hem psikolojik ve soğuk savaş taktiklerini ve medya gücünü başarılı şekilde kullanması hem istihbarat yeteneklerini kullanması, hem gerilla taktiği kullanması ve hem de düzenli bir ordu gibi savaşabilme yeteneklerini kullanmasının yanı sıra harp teknolojilerini ve elektronik savaş taktiklerini/yeteneklerini kullanması onu oldukça özgün ve etkili kılıyor.
Tehcire Tehcir.
Bu ilke de sahada uygulanmakta.
Kiryat Şimona ile başladı ve Kiryat Şimona boşaltıldı. Hayfa da artık neredeyse boşalmış durumda ve son hedef, elbette ki; Telaviv.
Kara savaşı… ve yeni 7 Ekim’ler…
Savunma pozisyonundan çıkmanın şu anda pek düşünülmediği gibi bir algı oluşturdu Naim Kasım’ın son konuşması. Ancak sürecin nasıl ilerleyeceği ve savaşın sonuna doğru ne olacağını şimdiden bilmek, kesinleştirmek veya ilan etmek gibi bir yaklaşım düşünülemez. Ama bu şık, yani son taaruz/kovalama karada gerçekleşecektir inşallah…
Hizbullah’a yakın hesapların bu ara tünellerdeki askeri kamyonları filan paylaşmaları, önümüzdeki günlerde çeşitli sürprizlere işaret ettiği şeklinde yorumlara neden oluyor. Nitekim Telaviv’e atılan füzeler, etkili ve şimdiye kadar ki olanlardan daha güçlüydü…
İsrail’in İran’a son yaptığı saldırı girişiminin fiyasko ile sonlanmasının ana nedeni ise daha F-35’ler havalanır havalanmaz, İran radarlarının onlara kitlenmesiydi. Bu yetenek bilinmiyordu ve bu, S-400’leri aşan unsurlar taşıyordu. Bu da İsrail’in hava üstünlüğüyle attığı havanın yakında söndürülebileceğine yani henüz verilmemişse direnişin diğer unsurlarına da verileceğine ya da verilmiş ise yakın zamanda, belki son topyekun taaruz esnasında aktifleştirileceğine işaret ediyor olabilir.
Yemen, düşmanı, denizlerde kovalıyor. Kaldı hava ve karada kovalama. Özellikle de karada kovalama, son nokta olacak…
Yemen’in, sürekli ABD-İngiltere ikilisi tarafından ağır bombardımana maruz kaldığı halde en son ABD’nin 2 savaş gemisi ve 1 uçak gemisine 8 saat süren operasyonunun, gemilerin kaçarak kendilerini zor bela kurtarmalarıyla sonuçlanması ve bu kovalamanın açık göstergesi…
Düşman, artık Yemen ve Hizbullah’ın yenilmezliğini kabullenmiş durumda…
Rabbim ona rahmet etsin, İran eski Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın, 7 Ekim ile başlayan süreci kast ederek; bu savaşta ABD uçak gemilerinin batırılışına tanık olunacağı yönünde ki ifadesi şimdi daha bir anlam kazanıyor…
TELAVİV OPERASYONLARI
Bu operasyonlar, Lübnan direnişinin ve genel anlamda direnişin, sahadaki belirleyiciliğini teyit ve tahkim ediyor. Savunma pozizyonundan saldırı pozisyona geçerek, küresel siyonizmi varoluşsal bir sürece itiyor.
Kısacası, Hizbullah, Telaviv’i vurarak bir mesaj veriyor. Sona doğru gidişat ve yeni sürprizlerin olabileceği işaretleri artık daha belirgin. Daha fazlası yapılacak. Mesela F-35 dahil, düşman uçakları düşürülecek belki. Ve zamanı gelince; Rıdvan birlikleri ve daha on binlerce bekleyen mücahit, son taaruza başlayacak…
Ancak Telaviv’in hedef alınması, kısa vadeli mesajlar da taşıyordu: Diplomatik görüşmelerin BM’nin 1071 sayılı kararı ekseninden çıkarılması, yani diplomatik tuzak ve dayatmalara karşı bir cevap olarak da değerlendirildi. Direnişin, topyekun düşündüğünü ve esas odağın Gazze/Filistin olduğu bir savaşla ve bir ateşkesle ilgilendiğini; soykırım cephesinin ise ayırma, parçalama ve destek sahalarını (sahaların birliği) birbirinden ayırarak hareket ettiğini görüyoruz. Sadece Lübnan’da ateşkes istiyoruz, şeklinde Netanyahu’nun da dile getirdiği de bu stratejinin parçası. Hem sahada yenik düşmeleri ve buna rağmen de galip olmuşlar gibi şartlar öne sürmeleri/dayatmaları, İsrail’in ısrarla ABD ve diğer diplomatlara verdiği bir ihale ama sökmüyor.
Sanırım Netanyahu da artık sahada gerçek bir galibiyetin mümkün olmadığını fark etmiş durumda ancak bari böyle bir resimle, yani galip gelmiş gibi bir algı ile ateşkese giderek muzaffer görünmek istiyor. Bu da mümkün değil zira İsrailli her kademeden analist, stratejist ve sahada bulunan medya elemanları her geçen gün daha belirgin şekilde yenilgi ilanı sayılan açıklamalar yapıyor, yazılar yazıyorlar.
Zaten direnişin ana konsepti yıpratma savaşıdır. O yüzden hem doz olarak, hem de alan genişletme olarak aşamalı gidiyor. Bilinen deyimle kurbağayı yavaş yavaş haşlıyor. Yıpratma; sabır ve soğukkanlılık gerektiriyor, zaman gerektiriyor.
Tahminim, kara savaşı. İşte bu, eğer olacaksa; yıpranma aşamasının tam kıvamında olduğu bir süreçte start alacak zira zamanlaması hata kaldırmaz. Bu bağlamda; Laricani’nin Suriye ve Lübnan ziyaretleri ve ardından İran Savunma Bakanının Suriye ziyaretlerinin ilgi çekiçi olduğu kanaatindeyim. Buna, son olarak Suriye Dışişleri Bakanı’nın Tahran’da, Arakçi ile yapılan görüşme sonrası yaptığı açıklamada: “İsrail'in Golan bölgesindeki işgaline son vermenin zamanı geldi.” İfadesini de ekleyerek not düşelim…
Hizbullah, İsrail ve Atlantik için bölgemizde ki ve hatta bir ölçüde küresel anlamda stratejik yenilginin bir başlangıcı olarak, Atlantik cephesinin tetikçisi ve bölgede sorgulanmazlık, saldırı ve işgal muafiyetine sahip İsrail’in bu imtiyazlarına son vermek üzeredir. Telaviv saldırılarının başlaması, bu sürecin başlamış olduğu ve belki de bitmek üzere olduğunun teyididir. İsrail, yaptığı soykırımlarla meşruiyetini de kaybetmiş oldu. Antisemitizm ve kendini soykırım kurbanı, mağdur gösterme üzerine inşa ettiği küresl algı da çöktü. Bu maskesi de tamamen düştü…
7 Ekim Devrimi ile başlayan İsrail’in caydırıcılık, dokunulmazlık ve yenilmezlik zırhının parçalanma süreci, Telaviv saldırılarının başlamasıyla ve her gün daha çok sayıda ve nitelikli kayıplar vermesi ile tamamlanmış oldu.
Direniş zafere yaklaştıkça, İsrail’i ayakta tutan suni bölgesel istikrarsızlık, yani normalleşme ile isimlendirilen genel dayatmalar ve zillete teslimiyet de anlamsızlaştı. Bölgede var olabilmenin koşulu; ister isteyerek, ister istemeyerek, artık İsrail ile iyi geçinme ekseninden bölgesel birlik ve dayanışma eksenine evrilecektir/evrilmektedir.
Yemen da bu saldırılarla mesajlar veriyor: Ne yaparsanız yapın beni durduramayacaksınız, bu denizleri, evlerimizi terk edeceksiniz zira yeteneklerimiz var ve bunu yapacağız. Yani uçak gemilerinizi batıracağız.
İşte sahada durum budur.
İsrail’in, yenilgiyi kabullenme konusunda ki inatçılığının zaman kaybından ibaret olduğu artık daha net.
İsrail’in tamamlanmak üzere olan yenilgisi ve 7 Ekim Devrimi’nin gerçekleşmiş olduğunun resmi ilanı, sadece küresel bir kazanım olmayacak, aynı zamanda bölge halklarının her türlü yaptırım ve tutsaklıktan kurtulması sonucunu da doğuracaktır.
Bölge halkları ve küresel anlamda tüm iyilerin, bu savaşı kazanma ve İsrail denen mutlak kötülüğü tarihin çöplüğüne atmaktan başka seçeneği yoktur. Bu süreç, geri döndürülemez.
NÜKLEER DOKTRİN ve NÜKLEER EŞİK
Aslında batı, İran ile nükleer müzakerelerde çıkmazda. Bir baskı aracı, bozucu ve şantaj amaçlı olarak bu meseleyi sürdürüyor. Batılı ve Avrupalı ülkeler tarafından İran aleyhine sunulan karar tasarısının UAEK yönetim kurulu tarafından onaylanması halinde ülkesinin kararlı bir şekilde ve derhal karşılık vereceğini açıklayan Tahran, bunun farkında. İran’ın tüm yapıcı yaklaşımları ve iyi niyetli duruşu, nedense tam tersine tepkilere neden oluyor. İran, “İran, Batılı devletlerin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu da dahil olmak üzere uluslararası kuruluşları siyasi bir araç olarak kullanmaması gerektiğine inanıyor,” şeklinde açıklamalar yaparak resmi ortaya koymuş durumda.
Nükleer eşik aşıldı.
Tüm bu süreçler bir yana, aslında İran’ın nükleer eşiği aştığını, batı da kabul etmiş bir görüntü de yok değil.
İran ya da direniş unsurlarından herhangi birinin nükleer bir silaha sahip olup olmadığı bilinmiyor zira bu hususta resmi bir ilan yok. Ancak bu eşiğin aşıldığına, yani nükleer silah edinebilme yeteneklerine sahip olunduğuna dair açıklamalarda bulunan yetkili sayısı oldukça fazla…
İran uzmanları ve yetkilileri, İran’ın, kabiliyet bakımından 48 saatte değil, sadece 24 saatte nükleer silah üretebileceğini ilan etmiş durumdalar. İmamın fetvası ise güncellenemez değil. Elbette İran, buna istekli değil, o yüzden nükleer dışında tüm seçenekleri geliştirmiş durumda. Ancak batı cephesinin kullandığı; İran’ın nükleer yeteneğe kavuşmasını engellemek ifadesi artık tamamen anlamsızdır. Yani Batı’nın, Rusya veya Çin gibi nükleer bir güce saldırma olasılığı ve etkileri ile İran’a saldırma olasılık ve etkileri eşitlenmiş durumda. Bu da biline.
Sözümüzü, sahada ki son durumu değerlendiren Şeyh Naim Kasım’ın konuşmasından bir kesitle bitirelim:
“Tüm dünya sadece izlerken, Irak, Yemen ve İran'ın yanı sıra Gazze'yi destekleyen birkaç kişiden biri olmaktan onur duyuyoruz…
Daha iyi ve daha güzel bir Lübnan'ı yeniden inşa etmek için devlet ve tüm onurlu insanlarla işbirliği içinde çalışacağız. Ulusun yararı için, onu inşa etmek ve aynı zamanda korumak için siyasi arenada var olacağız.
İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz.”
*
Selam ve dua ile.